1 Eylül 2007 Cumartesi

Entelektüel - Entelegentsia "bilgiçliği" - Halid Özkul

Entelektüel - Entelegentsia “bilgiçliği” ya da bi-haberler için Fehim-Fehmi ayrışması üzerine birkaç not

Türkiye’de son zamanlarda ‘entel’ magazin medyası felsefi konularda bir takım “feylesof”larla geyik muhabbetlerine daldılar, yine! ABD güdümlü CNN-Türk muhabiri, “Hocam” diye hitap ettiği yaşlı ve ünlü edebiyatçı zat-ı muhtereme soruyor: “Hocam, Entelektüel nedir?” Cevaptan pek de tatmin olmayan muhabir, haklı olarak bir başka “derin” ÖSYM sorusunu ile yaşlı-başlı-saygın-seçkin üstad-ı muhteremin canını iyice sıkıyor: “Hocam, peki entelegentsia nedir?” Çünkü, cevap tam bir iflâs… ”Kibariye” de aynı cevabı verebilirdi! ”Cahilin okumuşundan korkacaksın!” diye boş yere söylememişler…

Burada Osmanlı düşün insanlarından
Baha Tevfik’in “Felsefe-i Ferd”(Altıkırkbeş. Aralık 1992) kitabını mükemmel olarak günümüz türkçesine tercüme eden mütercim Burhan Şaylı’nın eleştirisine katılmamak elde değil. “1928’de harfler değiştikten sonra Türkiye toplumunun tarihle olan bağları fena halde kopmuştur. Toplum birdenbire okuyamaz yazamaz hale gelmiştir. Ve bu okuyamaz yazamaz hale geliş, kendi tarihini iyi bilemez hale gelişle paralellik taşır. Zamanla Türkiye’li insan hem Türkiye’nin hem Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihiyle ilgili belge ve kaynakları birinci elden okuyamaz hale gelmiştir.”(a.g.e.s.14) Mütercimin örneklediği gibi, biliyorum diye ortaya çıkanların hataları da kabul edilebilir cinsten değildir. Böyle olunca da, ABD’de kültür politikaları ile yetiştirilmiş, medyanın köşe başlarına yerleştirilmiş Amerikancı tarih mühendisleri tarafından, iliksiz-ilkesiz liboş “entel-dantel”ler adeta bir tabu haline getirilmiştir. Böylece verileni anlayan, fakat hiçbir şeyi sorgulamadıkları için kavrayamayan; bunun için, her yer İngilizce olsa “ne olur, yani”; onu yada bunu “versek ne olur, yani”; şey-falan-filan-yanilerle boğulan lisansızlaştırılmış bir toplum müsvettesi olduk!.. (Ne ki, lisan-language- bir başka olgu, dil-tongue- bir başka olgudur. İkisini de aynı sözcüğe indirgeme tembelliğine indirgerseniz; gittikçe düşünemez, sorgulayamaz, irdeleyemez, yaratamayan bir tembeller sömürgesi olursunuz!)

Türkiye’deki en ciddi ve kapsamlı Ansiklopedik Türkçe Sözlük çalışmalarından biri de sayın Pars Tuğlacıyan’ındır diyebiliriz. Onun çalışması olan Okyanus Türkçe Sözlük’te (Mart-1971) “Entelekheia (entelekya): Aristoteles’e göre her varlığın erişmeye yöneldiği yetkinlik hali; bir şeyin biçimi veya özü- yetkinlik durumuna ulaşmış gerçek varlık- kendiliğinden yetkinliğe yönelen ve yetkinliğini gerçekleştirecek etkin ilkeyi kendinde taşıyan her gerçek varlık-“ olarak açıklandıktan sonra Osmanlıca (eski Türkçe) “kemal-i evvel” deyimi verilmekte, karşılığı “bütünlük, yetişkenlik, entelekya” olarak belirtildikten sonra tasavvuf felsefesiyle bağlantılı olarak “insanın kâmil aşamasına erişmesi” şeklinde noktalanmakta. Aynı sözlükte, “Intellectuel (Fr): merakı ve mesleği gereği fikir meselesiyle uğraşan kimse”; Intelligentsia (Fr): Çarlık dönemi Rusya’sında aydınlar sınıfı, bir ülkedeki aydınların tümü, açıklaması verilmekte.

Aynı konuda yeni TDK’nun sözlüğünde, “Entelektüel: Bilim, teknik ve kültürün değişik dallarında özel öğrenim görmüş aydın, münevver”, karşılığı ile açıklanmaya çalışılmış. Diğer kavramlarsa yeni TDK’nu hiç ilgilendirmemekte! Laik ve necip Türk milletine bu kadarı yeter! Oxford İngilizce Sözlük’te ise: “Intellectual: zihinsel, anlıksal, aydın, münevver, yüksek zekalı, çok akıllı” olarak açıklanmakta ayrıca; “Intelligence: zeka, akıl- bilgi, haber, gizli bilgi toplama, istihbarat, istihbarat servisi” ile belirtilmekte. Latinceye daha yakın olan Almanca sözlükte ise: Intellektuell: zihni-zihinsel; Intelligent: zeki- kavrama yeteneği; Intelligenz: zeka, zeyrekli; olarak açıklanmıştır. Burada yeni Türkçe de kullanılmayan iki kavramla karşılaşmaktayız. Peki, bu kavramlar eski lisanda da kullanılmamakta mıydı?

Tekrar eski Türkçe sözcükleri taradığımızda yeni TDK’nun kullandıklarından çok daha zengin bir kaynakla karşılaşıyoruz. Yakın zamanda daha çok ezoterik mason mahfillerinin tuluatlarını andıran bir “aydın”cılık, “aydınlanma”dır tutturulmuş gidilmekte. Karşılık olarak “münevver” gösterilmiş. Sözlük anlamı öncelikle: “parlak, ziya, aydın, aydınlık” olarak verilmekte. (Bu faaliyet içindeki “nur-u ziya” ile “aydınlatılmış” olan üstad-ı muhteremlerin hemen hemen hepsinin mason localarının üyeleri olmaları “rastlantı” olmasa gerektir!)

Eski Türkçeden yeni Türkçeye geçerken önemli kilometre taşlarından biri olan 1934’teki II. Türk Dili Kurultay’ının hazırlamış olduğu Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu(1935)‘nda “Entellektüel: idemen”, “Münevver: aydın” olarak, düşünmek, fikir sahibi olmanın önemli kavramlarından biri olan “Fehmetmek: anlamak- idrak etmek” şeklinde açıklanmakta. Buradan Okyanus Sözlüğü’ne dönersek: Arapça olan “Fehim: anlama, kavrama, zeki, akıllı, anlayışlı; Fehmetmek: anlamak; Fehmi: anlayışlı, zekaya ait, entelektüel; Fehmolunmak: anlaşılmak, kavranmak” olarak yazılmıştır. (İlginçtir ki, bizzat Kemal Atatürk tarafından Kurultay çalışmalarının başına getirilen ve soyadı dahi onun tarafından verilmiş olan Prof. İbrahim Necmi Dilmen bile, başta kızı olmak üzere yakın çevresine; Türkçe üzerine yapılan bilim dışı kurguların ciddiyet sınırını aştığını ve dejenere hale getirildiğinden yakınmıştır. Günümüzde bozuk tohum ürünleri bütün açıklığı ile ortaya çıkmıştır) Eski TDK’nun Felsefe ve Gramer Terimleri Sözlüğü’nde (1942) “Fehmetmek: anlamak, kavramak” olarak belirtilmiştir. Oysa ki, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin ünlü Tarama Dergisi’nde (1934) “Fehim: anlayışlı [zeki, akıl, müdrik]; Fehm: anlayış, an, ök, [akıl, fikir, gönül], varış; Fehmetmek: anlamak [idrak, izan, teyakkun]” olarak ifadelendirilmiştir. Osmanlının son dönemlerinde misyoner faaliyetleri çerçevesinde kurulmuş olan Robert Kolej (Boğaziçi Üniversitesi) ile bağlantılı Redhouse Türkçe- İngilizce Sözlük’ünde (1968) “Fehim: Fehm; Fehm: anlayış, kavrama, idrak, içine alan, kapsamak; Fehmi: anlayışla ilgili olmak” olarak açıklanmıştır.

Burada nerede ise tüm sözcüklerin yanına “anlamak, kavramak, idrak” sıralanmıştır. Sanki bazıları Türkçe, bazıları Arapça gibi. Oysa ki; İdrak: anlama, biliş, duygu, eriş, sezgi; ile açıklanırken burada en önemli kıstas olan; Kavramak: ihata etmek [akla sığdırmak], kabzetmek [almak, yakalamak], tefehhüm [kavramak, anlamak, fehm, ifham-anlatmak, zihine sokmak-]; Kavrayan: müdrik, müştemil(içine alan, kavrayan);dir. Burada tefehhüm ve müdrik; Doğu Roma-Bizans-Osmanlı başkenti İstanbul lehçesinde (dialect) kavramak ve kavrayan için kullanılan bir sözcük olarak sözlüğe girmiştir. Peki neden bir başka bölge yada kentin lehçesinde yaratılamamıştır? Bunun cevabı, iktisadi-siyasi-toplumsal-tarihsel-enerjik-uzaysallıkta manevi-sosyal/sınıfsal varlık olan insan(lar)ın nesnel-gerçeklik sürecini içermektedir. Burada Bilen: arif, vâkıf (bilen, bilgili); olmak önemlidir. İrfan(bilim, bilme, bilig, anlayış), Arif (bilen, bilgelik) bu eylemcinin vasıflarıdır. Eski Türkçe’de doğru olarak adlandırılmış olan Pîr: aydıncı (Tarama) tam olarak Intelligenz’e karşılık düşmektedir. İstanbul lehçesi ile açıklarsak intelligentsia’ya. Çünkü o aydınlatan (Münir), aydınlandırmak (Tenvir) fiilini yürüten bireydir. Aydınlatılmış (Meşruh) üstad-ı muhteremlerden değildir.

Anlamak”la, “kavramak” aynı “olay” değildir! Onun için bir sözcüğün karşılığı olarak insanları “ahmak” yerine koyarak ard, arda hep aynı sözcük/kelime/leri sıralayamazsınız. “Yanlış” başkadır, “Hata” başkadır, “Galat” başkadır. Ama üçü de ‘doğru olmayan’ eylemlerin karşılığıdır ve/fakat aralarında FARK vardır. Tıpkı “anlamak”la, “kavramak” gibi.

Şimdi asıl açıklamak istediğime gelirsek, entelektüel ile entelegentsia bir ve aynı yada benzer vasıflı bireyler değillerdir. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak işbölümünün derinleşmesi ile yeni bir anlam kazanmışlardır. Bu günümüzün nesnel gerçek işbölümüdür. Burada kurulu düzen “içinde” olan, onu değiştirmek değil; tekrar biçimlendirme (re-form) yönünde eleştiren aydınlar; “kendine dönük” anlamış olan kimseler olarak fehmi-entelektüellerdir. Kendini aydın “sanan”, bu yorumlayıcılar-anlayan kişiler olarak “resmi ideoloji”yi kendilerini tatmin zanaatı içinde eleştirirler. Kapitalist alt yapının yansıması olan üst yapının resmi ideolojisi onların algılama(perception) bilgiçlikleri ile sınırlıdır, ortaya çıkan düzen şartlarında idrak etmiş olan entellectusun ansiklopedik bilgiciliği (sophisme) olur.

Oysa ki, kavrayan (fehmolan-concevoir) Fehim, kendi aydın “olan” siyasal kültür öğretmenleri, başkalarına öğretici-örnek olan devrimci-işçilik-sanatçılarıdır. Onların bilgi bilimsel eleştirileri (erkenntniskritischen) resmi ideolojiye karşın ve karşı, onu değiştirmek-aşmak için siyasal ilkeler zorunluluğunda kavranmıştır. İşte bu pîr- entelegentsianın en önemli vasfıdır. Ne ki, bu kavram Dünya tarihinde Çarlık Rusya’sında istibdada karşı kanla mücadele verilerekten gelişmiştir. Aydınların iki olgusu içinde devrimci tutum takınanlar gelecek olan Sovyet iktidarı döneminde de kendilerine öncülük vasfı vermişlerdir. Günümüz Rusya’sında da durum aynıdır. Metafizik burjuva ideolojisinin öncülerinden Piskopos G. Berkeley’in ünlü teorisi “their, esse is percipi”(Onların varlığı algılanmış [idrak edilmiş] olmalarıdır!) derken, bütün entelektüellere de öncülük etmiştir. Ne ki, Hegel “Özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır” derken materyalist diyalektçilere yol göstermiştir. Bunun için devrimci bilim-insanları Marx ve Engels “Bilinç hiçbir zaman bilinçli varlıktan (das bewusste Sein) başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir” (Alman İdeolojisi.s.48) demişlerdir. Entelegentsia, günümüz koşullarında TV ekranlarına “kurgucu”(spekülatör) olarak taşmadan, mütevazı ve bilinçli kavgasına devam etmektedir. Çünkü onun, başkaları ne der, diye, bir derdi yoktur. Sürü psikolojisinden uzak durduğu için kolayca örgütsel bağlantılarda kurmaz. Entelektüelin solcusu ve sağcısı vardır, fakat Entelegentsianın

solcusu sağcısı olmaz, onlar adeta bir Havass içinde birbirlerini tanırlar. O bilir ki, tarihin zorunluluk tekerliği devrime doğru dönmektedir, hiçbir güçte bunu durdurmaya muktedir değildir. Kaldı ki, günümüzde Irak’tan Lübnan’a basit silâhlar kuşanmış halkın, emperyal-zionun en modern silâhlarını bile nasıl tesirsiz hale getirdiğine görerek ve duyarak şahit oluyoruz.