28 Ocak 2009 Çarşamba

Savaş Suçu - Halid Özkul

1974’DE KIBRIS RUMLARININ HİÇ BİLİNMEYEN

LAHEY’LİK BÜYÜK SAVAŞ SUÇU

14 Temmuz 1974 akşamı Beyrut’tan gelen Lübnan Hava Yolları uçağından beş kişi olarak Lefkoşa Havalimanından giriş yaptık. Birimiz Lübnanlı, birimiz İranlı, diğer üçümüz Türktük. Ama üçümüz de Kuweyt pasaportu taşıyorduk. Tabii bizim pasaportlarımız sahteydi. Ama o sırada Kıbrıs’ta siyasi durum hayli gergindi. Grivas’ın EOKA-B terör örgütünün darbe yapması bekleniyordu. Bunun için ne pasaportlara bakılıyordu ne de yanınızda getirdiğiniz yüklere. Böylece Lübnan’ın en ünlü tahin helvası firmasına ait teneke kutulara bakılmamıştı, biz de rahat nefes almıştık. Çünkü kiloluk beş teneke içindeki helvaların altında, aynen helva renginde ve kıvamında tutturulmuş Sovyet yapımı plastik patlayıcılar bulunuyordu. Havalimanında bizi karşılayan Filistinli arkadaş arabası ile bizi Lefkoşa’nın varoşunda küçük bir motele götürdü. Emaneti alıp bizden ayrıldı. 15 Temmuz sabahı Nikos Sampson’un darbe haberi ile uyandık. Hepimiz için şok oldu. Çünkü Kıbrıs’ta zorunlu olarak kalmıştık. Motelde bizden başka iki Britanya vatandaşı daha vardı. Biri emekliliğini Kıbrıs’ta geçiren bir tarih öğretmeni. Diğeri motelciye borcu olduğu için orada hizmet gören bir bayan…


Darbenin birinci günü önceleri silâh sesi duyduksa da sonra bunlar kesildi. İkinci gün sokağa çıkma yasağı kalktı. Üçüncü gün Britanyalı tarih öğretmeni bize: “üç gün sonra Türklerin adaya çıkarma yapacağını, onun için bir an önce adadan ayrılmamızın bizim için hayırlı olacağını” söyledi ve kendisi moteli terk ederek elçiliğe sığındı. Filistinli arkadaşın söylediğine göre darbenin birinci günü 1500 civarında komünist, sosyalist, sosyal demokrat ve ilerici hatta demokratlar toplanıp Lefkoşa dışında bilinmeyen bir yere götürülüp kurşuna dizilmişlerdi. Bu haber daha sonra 1000 olarak teyid edildi ama suç Türk Ordusu üzerine yüklendi. Daha sonra Kıbrıs Rum kesiminde yayımlanan gazetelerde bu insanların bazılarının canlı olduğu halde ölüm çukurlarına gömüldüğü ve Elen subaylarının bu harekâtı yönettiği açıklandığı halde hiç kimsenin Uluslararası Savaş Suçları mahkemesi’ne duyuru yapmaması çok-çok ilginçtir. Çünkü katliam TSK’ni suçlamak için kullanılan hazır metadır. (Daha sonra Türkiye’de yayımlanan Aydınlık dergisi de aynı telden çalmıştı – arşivler ‘balık hafızalı’ değildir.)


Darbede görev alan Elen subayları Elen Gladio-Ergenekon’u olan Kokini Provia(Kızıl Post)’a bağlı subaylardı. Bu subaylar TSK’nin harekâtı sırasında Kıbrıs Müslüman cemaatinin bazı köylerinin basılıp insanlarının katledilmesinden de fiilen sorumluydular. Çünkü daha birkaç gün önce kendi Hıristiyan cemaatinden yüzlerce insanı boğazlayıp katletmişlerdi. Onları eğiten ise NATO “stay behind”ının Elenistan’da konuşlanmış olan “AF. OSI Detachment 6806” birliğiydi. Ne ki darbe Dr. Henry Kissinger’ın isteği üzerine sahneye konulmuş, baş piyon Sampson’da CIA tarafından yönlendirilmişti. (Konu hakkında geniş bilgi tarafımdan kaleme alınmış olan “Gizli Ordular-Kurgusal Felâketler Militarizmi” adlı kitabımda belgesel olarak işlenmiştir. Maalesef telifli olarak basacak bir yurtsever-demokrat-devrimci yayınevi bulamadığım için Türk kamuoyuna ulaşamamaktadır.)


20 Temmuz 1974 sabahı yeni taşındığımız otelin balkonuna çıktığımda birkaç uçağın paraşütçüler attığını bizzat izledim. Arkadaşları uyandırdım, ancak üç dakika sonra sirenler çalmaya başlamıştı. Bizim otelimiz Yeşil Hatta yakındı ve Lefkoşa Merkez Hastahanesinin tam karşısındaydı. Birkaç katlı olan binanın etrafı hastahanenin boyunu aşan devasa çam ağaçları ile kaplıydı. Hastahanenin terasına, terası tamamen kaplayan dev bir Kızılhaç bayrağı örttüler. Akşama doğru bir vinç kurup bir “idoşka” uçaksavar ağır makinalı silâhını yukarı çıkartıp bayrağın altına yerleştirdiler. Bayrağın üstünde küçük pencereler açtıklarını rahatça izleyebiliyorduk. Akşamın ilk saatlerinde büyük bir gürültü duyup balkona tekrar çıktık. Bir 105’lik obüs topunu hastahanenin bahçesine sokarken kapının duvarını yıkmışlardı. Bu obüsü çam ağaçlarının arasına yerleştirdikten sonra kamuflaj ağı ile tekrar sakladılar. Geceleyin sıralı seyrek atışlarla savaşa katılmışlardı. Sabahleyin TSK’nin F-104’leri tepemizde dolaştıysa da yerini fark edemiyorlardı. Üstelik Kızılhaç bayrağı altındaki idoşka sürekli yaylım ateş içindeydi. Biz de plan yapıp Yeşil Hat’ta dayanacak birlikleri beklemeye başladık. Otelcilere verilmiş olan milis silâhlarını elegeçirip, kalleşleri tepeleyecektik. Ama beklediğimiz olmadı. Ateşkesle beraber ülkedeki yabancılarla birlikte Hilton oteline nakledildik. Sonradan bu obüsün TSK’ne ağır zaiyatlar verdirdiğini ama yerinin bir türlü bulunamadığını öğrendim. Bu tastamam kalleşce planlanmış büyük bir savaş suçuydu…


İşte size gerçek bir savaş suçu. Bu olaya tanık olan Süleyman Sadık Öge, artık yaşamıyor. Geride olaya canlı tanıklık etmiş bir ben, bir de “Manisalı Mehmet” kod adlı arkadaşım kaldı –eğer o da yaşıyor ise. “Ağzı olan konuşuyor”, çok konuşan boş konuşuyor, boş konuşan “düşman”ına çalışıyor…


Halid Özkul

28.01.09

Araştırmacı yazar

halidozkul@gmail.com

halidozkul@ttmail.com