9 Şubat 2009 Pazartesi

İt Dalaşı - Halid Özkul

İT DALAŞI”


İngilizcede “to fight savagely” denir köpeklerin kavgasına. “Vahşicesine kavga etmek”tir türkçe karşılığı. Bu deyim askeri havacılıkta da kullanılır. Ama bizim tercümemiz kendi göçebe bozkır geleneğimize göre olmuştur: “İt dalaşı” deriz. İki hasım ülkenin savaş uçaklarının uluslararası hava sahasında karşılaşan savaş uçaklarının birbirlerine karşı giriştikleri “savaş oyunu”dur bu. Kim kimin uçağına elektro manyetik nişangâhında kilitlenmeyi başarırsa, o ötekini düşürmüş sayılır. Ama aşıra kaçmalar sonucu ölümlerde vaki olmuştur, bu “it dalaşmaları” sonucu. Bunlar sinirlerine hâkim olamayıp, duygularına esir olarak, zaman mekân mefhumlarını yitirip kendilerini “biricik” kahraman halisülasyonları içinde gören “evlad-ı fatihan” pilotlardır genellikle…


Sonuçta kaçınılmaz “mukadderat” olarak yorumlanan yaptıkları teknik hatalar sonucunda, hem kendi yaşamlarını yitirirler, hem de babalarının paraları ile değil, kimbilir kaç yüz aç ve öksüzü doyurabilecekken onların iradesine teslim edilmiş, halkın alınterlerinden toplanmış vergilerle alınmış, milyonlarca lira değerinde olan ulusal savunma araçlarını da… Ayrıca “vatan-millet-sakaryacılar” gaz verirler kıraathane “kültür”lerine, sadece o kadar. Kısa zamanda “gaz kaçar”, geride kalan pis kokusudur… Nesnel gerçeklikte iki ülkede yerinde durur, çünkü “büyük ağabey” işaret vermedikçe dalaşmanın kapışmaya dönüşmesi mümkün değildir…


Dalaşma” geleneğimiz sadece askeri alanda yoktur. Horoz, köpek, boğa ve özellikle Ege yöresinde deve dalaştırmayı çok severiz. Elen gelenekli Anadolu köleci toplumlarının bir ürünü olan insan dalaşmasına bile “yağlı güreş” deyip kabullenmişizdir. Biri atasporu demiş, hamasi destanı düzmüştür, sürü de bunu yutmuştur. Dalaşma göçebe(barbar) toplumların ataerkil unsurları için üst yapı kurumu olarak bir tür eğlence sayılmıştır. Fakat toplumlar kentleştikçe/uygarlaştıkça eğlence türleri de “akil” düzeyine yükselir. “Dama”dan, “tavla”ya oradan “satranç”a ya da Uzak Doğu’da olduğu gibi bir polyalektik zihin fırtınası-geçişmesi olan mükemmel “Go” oyununa geçilir. Küfür de ilkel göçebe toplumun “dalaşma”ya bayılan aynı ataerkillerinin en aksiyonel iletişim araçıdır. Kavramayı bilemeyen, algılama şartlı reflekslerinin bir yansımadısır…


Kentler kuruldukça kent geleneği yüzyılları deviren kendi sakinlerini uygarlaştırdıkça, kentler arasında ticaret dinamiği geliştikçe, “akil” hitabet aracı da kendi lugatını yaratır. Küfürün yerine mizah/espri dediğimiz, ama içinde kentli/politikon olmaktan dolayı, incelik ve zekâ kavrayışını saklayan, önce diyalektik sonra polyalektiği içeren sanatsal “muhteviyat-içerik” doğar. Böylece edebiyatta “destan” denen ‘masal’lıktan kurtulup “hikâye” daha sonra “roman” dediğimiz yazınsal “akil” türlerini yaratır. Bunların yanı sıra bilimden habersiz göçebelerin yerine kentleştikçe bilim dalları da ortaya çıkar. Köleci toplumun içrek-gizli grupları olan bilim akademileri, kitapların basılması ile yavaş yavaş kitleselleşir ve artık bir toplumsal koruma kalkanı olan içrek-gizli-gizemsel dernek ve kümelerin elinde kurtularak pozitif bilim olarak özgürlüklerine kavuşur…


İşte bu bilimsel kavganın dışında geniş kitlelerin yaşam biçimlerine karşı koyuş kavgaları vardır ki bunlar hep kendilerini içrek-gizli-inançsal/dinsel örgütlenmeler içinde saklamışlardır. Ta ki XVII.-XIX. Yüzyıl arasında kapitalizmin zorunluluğunda doğan ulus-devlet tohumları patlayana kadar. Bu yazımızın konusu dışında başlı başına bir kitap konusudur. (Geniş bilgi için bkz. “Gizli Ordular-RoundTable- CFR- Bilderberg- Trilateral Commission”, Halid Özkul. Sorun yay. 2005) İlginçtir ki, milyonlarca yıllık insanlık tarihi içinde, sadece iki bin yıllık bir periodda köleci toplumdan, tekelci kapitalizm ve sosyalist (tekelci devlet kapitalizmi) deneyimleri de dâhil, bu başdöndürücü ve uygar insanlığa ait devrimler beğenelim ya da çok eleştirelim hep “monşer”lerin önderliğinde olmuştur. Örneğin: Doğu-İslâm geleneği içinde “Mukaddime” külliyesinin yazarı tartışmasız büyük üstadımız İbn-i Haldun’da çağının Arap “monşer”idir…


Buradan günümüze dönersek. Şu toplum bilimin esasıdır. Kimin iktisadi gücü varsa, onun siyaset borusu öter. Çünkü o gücün partileri, örgütleri, kurumları, orduları; o gücün devletinin egemenliğini de belirler. Bu üretimden, tüketime; bilimden, sanata böyledir. Hele Emperyalist II. Yeniden Paylaşım Savaşı sonrası Anglo-Amerik-Sakson emperyalizm tarafından başlatılan ve onların zaferi ile sonuçlanan Soğuk Savaş sürecinde yeni bir tür savaşım aracı uygulanmıştır. Bu Nazi-Bund-zion doktrinerleri tarafından Sovyetlerden çalınıp-kılık değiştirilerek-ilham alınıp geliştirilen ve bu işbirliği içinde Amerikalılar tarafından küreselleştirilen, öncelikle anti-komünist mücadele aracı olarak kullanılmış Psikolojik Savaş Harekâtıdır. Şimdi vurulma sırası, zamanında sınıfsal niteliklerinden dolayı komünistleri arkadan vurmakta hiçbir sakınca görmemiş ulus-devletçilere gelmiştir. (Hala maalesef bu inadını sürdüren gönüllü konspiratör ve ajan-provokatörler mevcuttur.) Bu halledildi mi, ardından da sıra ulus-devletçileri arkasından vuran bütün dinlerden radikal dinci dangalaklara gelecektir. Evet, bu planları yapanlar da “monşer”lerdir! Bu zevat “akil” adamlarıdır ve bilinçli olarak çok karmaşık olarak pek çok örgüt kurmuşlardır.


Biz ancak bunları “darbe” zamanlarında en uçtaki piyonlarının taaruzlarına maruz kaldığımızda farkına vardık. Bu savaşım, bir tür modern askeri savaşım türü olduğu için bunu Türkiye’de ilk farkeden emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan oldu. Derhal TSK’dan ihraç edildi ve işkence altına alınarak susturulmaya çalışıldı. O durmadı herkesi uyarmaya çalıştı. Biz bu uyarı çok ciddiye alanlardan olduk, olmaya da devam edeceğiz. Çünkü baktık ki, konu bir-iki kişinin üstesinde geleceği bir konu değil; tam bir akademik araştırma konusu. Özellikle “Medya”da verilen Psikolojik Savaşın bizatihi tastamam kendisi. İlginçtir ki, gerçek “Moşer”lerin (düzmece değil) tezgâhladığı “askeri darbe”lerin gerçek muhteviyatını, dürüst ama saf devrimci subaylara açıklamaya çalışan, tezgâha gelmemeleri için uyaran Talat Turhan, “monşer”ler ve onların emekli “konspiratör ve provokatör” nedimleri tarafından “darbeci” ilân edilmesi olmuştur. Bilinçli bir planla yalnız bırakılmış, kuşatılmış ve gerçeğin görülmesi engellenmiş. (Onu ogün duymamazlıktan gelenler bugün daha büyük bir kuşatma altındalar!) İlginçtir ki, meçhul eller tarafından kitaplarına bile onun tasvip etmediği kelimeler sokuşturularak “Ali Cengiz Oyunu”na getirilmeye çalışılmıştır… Bütün bu ilizyonist madrabazlıklara karşın, ölümcül hastalıklarına karşıda muazzam bir biyolojik direniş gösteren ve bu yıl devrimci mücadeleden kopmadan 85. yaş dönümünü kutlayacak olan Talat Turhan’ı bir büyüğümüz ve bilimsel-devrimci ufuk açımız olarak saygıyla kutluyorum…

(Gen.bil.i.bkz. www.talatturhan.com)


Ama şimdi bakıyoruz âlemde ne idüğü belirsiz Sokrates taslakları, peştamallı göçebeler ellerine bizlerce yıllar önce imal edilmiş hamam taslarını kapıp; tam-bir traji-komik replikler içinde, “ben buldum” çığlıkları arasında; tam bir kibernetik-kaos ortamı figüranları olarak rol alıyorlar. Bunlara “siz horozsunuz, ötün bakalım” diyorlar, bunlarda ciddi ciddi ötüyorlar. Bunların hepsi film artisti olma meraklısı –ama içlerinden sadece biri ‘gerçek’, biri de ‘hakiki’ artist oldu. Ama yine bu “turkish hammam” kaçkınları, efendileri tarafından “erken öten horoz kesilir!” deyip, ilk harcanacaklar listesinde “top” olduklarının farkında değiller. Bu konuları bilimsel olarak açıklayan 8 kitap (4’ü güncel cevaplar içeren) basıma hazır ama basacak yayınevi bulamıyoruz. Genç “monjer”lerden biri ABD sermayeli TV ekranını kapmış, karşı-rolü icra ediyor: “korku imparatorluğu” diye ağlaşıyor. Hadi gel bastır desen yan çizer. Rantına helak gelecek diye. Türkiye BOP kazanında çoktan kaynamaya başladı. Sorunlar ağlaşarak değil somut davranarak, bilimsel olarak aşılır. Aşma bilinci ile kavrayan fehimlerin söylediği gibi: “Korkunun ecele faydası yoktur!”


Halid Özkul

Araştırmacı-yazar

03.02.09



Ağzı Olan Konuşuyor - Halid Özkul

AĞZI OLAN KONUŞUYOR!


Bu slogan bir zamanlar çok tutulan, bir traş bıcağı firmasının reklâm spotuydu. “Ali Desidero” adı verilen tanıtım kahramanı, hedef kitle olan necip Türk milleti erkeklerine, kara gözlüklü, bıyıkları yandan sarkık maço erkek tavrıyla ve lümpen şivesiyle sesleniyordu: “Ağzı olan konuşuyor!”


Neyseki artık ağzı olan konuşamıyor. Konuşanı puntuna getirip derdest ediyorlar. Genellikle konuşması arzu edilenler konuşturuluyor. Çok eskiden, çok konuşmuş olanların bir kısmı da bu konuşturulanların yanına “maydanoz” olarak serpiştiriliyor. Yerseniz. Meselelere vakıf olupda, zamanında ağzı oldukları için çok konuşanlar tarafından görmemezliğe gelinmiş olanlar ise hala susuyor. Susmakta da haklılar. Çünkü çok ‘bilen’lerin aslında hiçbir şey bilmedikleri ortaya çıktığı için, senaristlerin farkında olmadan oyunun fiilen ana hatları da ortaya çıkıyor…


Asıl mesele sırayla konuşmasını becerebilmek. Karşısındaki dinleyip, anlayıp, öğrenip, bilip kavrayarak olay/lar/a vakıf olmak. Çünkü hiç konuşmamışlar ne dediği çok önemli. Belki de en doğruyu onlar biliyor. Ağzı olan konuşuyor. Ama çok konuştukça fikir hırsızları yakayı ele veriyor. Maskeler yavaş yavaş düşüyor. Artık sahnedeki “Acta Est Fabula”!


Gerek Abdülhamid gerekse de İttihad-Terakki dönemlerinde çok çekmiş İzmirli şair Eşref’in dediği gibi: “Devr-i istibdatta söz söylemek memnu(yasak) idi / Söz söylesen ağlatırlardı mananı / Şimdi geldi devr-i hürriyet / Önce söyletirler sonra sin-kaf ederler ananı…


Ne de olsa erkek milletiz. “Sin-kaf” olmaktan çok korkarız. Onun için B.E’ya çok kızarız. Ama birimiz bile “dünyaya bedeliz”. Ama ağzı olup da konuşanları hiç sevmeyiz. Ama boş konuşanları çok severiz. Paradoks burada! Sanki bir “kaos” var ortada: “Konuşmak ya da konuşmamak; İşte bütün mesele!” Peki bu kaos kendiliğinden mi peydahlandı. Yoksa birileri yönlendirme sanatı (kibernetik) kullanarak bizi yönlendiriyor mu?


Raslantı mı? İnternette araştırma yaparken bazı sitelere ulaşamıyorsunuz! Bilmem hangi Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararına göre -ki bu işlem bir aralar ‘ne hikmet’ ise Diyarbakır’dandı, bu aralar Ankara’dan- “BU SİTEYE ERİŞİM ENGELLENMİŞTİR.” Artık internet siteleri de konuşamıyor demek ki… Ama bir başka paradoks karşınıza çıkıyor. TSK’nın “bordo bereli” olarak bilinen ekibi bir ülkücünün ağzından şanlandırılıyor. Bir resim var tartışmaya açık. Mavi bereli asker üç PKK’lının kellesini kesmiş, teşhir ediyor. Vahşet! Gururla teşhir ediliyor! Bildiğim kadarı ile bu fotoğrafın mahkeme kararı ile fotomontaj olduğu belgelenmişti. Ama bu site herkese serbest!


O zaman yasaklanan sitelerde ne var? Merak ediyorsunuz Gazzelilerin Mısır’a açtığı gibi değil, sanal âlemin eletromanyetik şifrelerini kullanarak “tünel açıp” sitelere ulaşıyorsunuz. Türkçe sitelerin çoğu hükümetin ‘yârinin zülfüne’ dokunmuş. Vay “vatan hainleri”! Ama çoğu ABD ve CIA üzerine bağlantılara veya bu kanalların seçim hilelerine ait değinmeler. İki yıl önce bu iddiaları içeren e-postalarımı 100 kadar çeşitli siyasi balanstaki gazetecilere göndermiştim, hepsi geri gelmişti!


Tamam, bunları anladıkta işin ilginç tarafı yabancı lisanlarda örneğin ingilizce sitelerde karşımıza çıkan Ankara Sulh Ceza Mahkemesi kaynaklı “BU SİTEYE ERİŞİM ENGELLENMİŞTİR” ibareleri. Hayda, yine “tünel açıp-köprü kurup” sitelere ulaşıyoruz. Karşımıza hükümetin “yârinin zülfü” çıkmıyor. Ne mi çıkıyor? 11 Eylül 2001’de CIA veya MOSSAD’ın konspirasyonları üzerine belgesel kanıtlar. Hem de bir kısmı eski MI.6 mensuplarının veya Katolik muhafazakârların irdelemeleri. Ya da ABD ve İzrael’in yakın-Doğu’da çevirdiği dolapları deşifre eden belgesel çalışmalar… Engellemelerin ise nedense hep 2008 tarihli olması ayrı bir fantezi. Necip çarıklı erkân-ı harp mezunu internet münevveri köşe yazarlarımızın dediği gibi ”raslantı”!


Kibernetik ve Kaos nedir? 1989’da çalışmaya başladım. Araştırma için Akdeniz’i turladım. Kafkasya, Balkanlar çabası. İngilizcemi ilerlettim, İtalyanca öğrendim. Fransızca unuttuklarımı hatırlamaya çalıştım. Arapça’da sınıfta kaldım. Sonuçta “kibernetik ve bilim olarak kaos”u Türkiye’de siyaset alanında inceleyen ilk kitabı ben yazdım, 1992 Kasımında. Üstelik orada Ergenekon çalışma krokiside vardı. Kimse tartışmadı. Bunun üzerine kitap yazmaya devam ettim, bu sorunu bilimsel belgeriyle açıklayan. Şimdilik 8 kitaplık -2600 sayfa- (hepsi 12 kitapta -4000 sayfada- tamamlanacak). Tam 13 aydır uğraşıyorum, “emek gücü hakkı”nı gökten yere indirmeyenler arasında telif ödeyerek kitap basacak yurtsever-demokrat-devrimci bir yayınevi bulamıyorum. “Ağzı olan konuşuyor!”


Halid Özkul

Araştımacı-yazar

25 Ocak 2009

halidozkul@gmail.com

halidozkul@ttmail.com


BU SİTEYE ERİŞİM ENGELLENMİŞTİR

Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi,05.05.2008 tarih ve 2008/402 nolu kararı gereği bu siteye erişim TELEKOMÜNİKASYON İLETİŞİM BAŞKANLIĞI'nca engellenmiştir.
(Access to this web site is banned by "TELEKOMÜNİKASYON İLETİŞİM BAŞKANLIĞI" according to the order of: Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi, 05.05.2008 of 2008/402)

Ankara Çubuk Sulh Ceza Mahkemesi,30/10/2008 tarih ve 2008/558 nolu kararı gereği bu siteye erişim TELEKOMÜNİKASYON İLETİŞİM BAŞKANLIĞI'nca engellenmiştir.
(Access to this web site is banned by "TELEKOMÜNİKASYON İLETİŞİM BAŞKANLIĞI" according to the order of: Ankara Çubuk Sulh Ceza Mahkemesi, 30/10/2008 of 2008/558)

http://www.tib.gov.tr | http://www.guvenliweb.org.tr | http://www.ihbarweb.org.tr