29 Kasım 2009 Pazar

Sivil "Renkli"-Faşist "Ergenekon"

SİVİL “RENKLİ”-FAŞİST “ERGENEKON”UN “DEMOKRATİK” GÜNCESİ ÜZERİNE

F Tipi yandaş medya tarafından “Ergenekon Karartma Lobicisi” ilan edilen serbest gazeteci Mr. Gareth Jenkins’in geçmiş tarihimizin ünlü yabancı simalarından Mr. Arminius Vambery’nin modern tezahürü olup olmadığı ancak uzun yıllar sonra belli olacaktır. Ama tarihi sicili 1973–74 Lübnan-Trapoli katliamına kadar inen Mr. Çandar’ın (ve 12 Mart şaibelisi Mrs. Çongar’ın) ABD adına redaktörlük yaptığı aşikârdır. Gerek yandaş-medya düzmece “Ergenekon savarcı”ları, gerekse bunların deyimi ile “Ergenekon’u karartma lobisi” olarak iftiraya uğrayan muhalifler; senaryoyu yazanlar (redaktörler dâhil) ve uygulayanların arzu ettikleri yönde tartışmayı götürmektedirler. “Ergenekon” vardır! Var mıdır? Çünkü “Ergenekon” kod adı verilmiş olan (veya varsayılan) örgütlenme kökü itibari ile bir ABD/NATO-STAY BEHIND yapılanmasıdır. Eğer tartışma nesnel ve gerçek alanına çekilir ise takılan maskeleri yüzlerden düşürülebilecektir…

1946 yılında Belçika-Brüksel NATO-SHAPE karargâhında Soğuk Savaş mucibince alınan ‘anti-komünist’ kararlar doğrultusunda tüm NATO üyesi ülkeler bu tip örgütlenmeye gitmiştir. Türkiye’de de ülkenin ABD çıkarları doğrultusunda BM kararlarına dayanarak 1951’de Kore’ye asker göndermesi ardından bu örgüt tüm NATO ülkeleri gibi bir “GİZLİ ANLAŞMA”ya dayanarak Pentagon-SHAPE’e bağlı olarak kurulmuştur. Sovyet gizli servislerince ele geçirilerek deşifre edilmiş olan NATO belgelerinde askeri “D-DAY” olarak belirtilmiş “kontr-gerilla” harekâta başlama “KOD”u; ilgili ev sahibi ülkelerin gizli resmi belgelerine Batılı gramere uygun “E-GUN” (Turkey) olarak geçirilmiştir. Onun için konuya vakıf olmayanlar bunu “Ergun” veya “Ergün” olarak okumuşlardır. Aynı zamanda örgütün varlığı ilgili bürokratlarca bildiği halde, “kod” adı sadece “Supreme Committee” tarafından bilinmiştir. ABD’li muhbirlerin para karşılığı satması sonucu Sovyetlerin eline geçen NATO belgeleri içindeki bilgilere göre Pentagon belgelerinde “E”nin “Ergenekon” olarak açınımı verilmektedir. Yani “Ergenekon” adı verilen örgüt kitlenin beynine sokulmak istendiği gibi “ulusalcı” güçlerin oluşturduğu ve adlandırdığı bir örgüt değildir. Zaten böyle bir “ulusalcı” örgütte yoktur, hiçbir zaman olmamıştır. (Ama aşağıda belirteceğimiz gerçek örgüt içinde görev almış bazı mafia unsurları ile birkaç alt rütbeli görevli olmuştur. “Gri senaryo”nun “gri” olan tarafı sadece budur; gerisi “siyah”tır, simsiyahtır- dezenformasyondur!) Gerçek olan Pentagon kodlu “Ergenekon”; NATO’ya bağlı ve 1952’den günümüze (Hırant Dink’in katline kadar) ev sahibi ülke olarak Türkiye’nin “ilerici-yurtsever-demokrat-devrimci aydınlarına-işçilerine-emekçilerine karşı” işlenen pek çok kanlı katliamın baş sorumlusu olan “kök devlet” terörü örgütü de facto ABD-NATO’nun emrinde çalışmıştır. Bunların ‘işbirlikçi’leri de Türkiye Cumhuriyet devletinin sivil-asker aygıtlarında görev almış şahsiyetler olmuşlardır. Ne ki bunların bazıları TSK’ni (ardından CHP’ni) hedef alan son operasyonun “kilit” noktalarında bulunmaya devam etmişlerdir…

Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrası 1990’da Doğu Avrupa “Halk Cumhuriyetleri” bloğu ve SSCB’nin tarihe karışması ardından Soğuk Savaş sona erdirilmiştir. Takiben Ekim 1996’da Brüksel NATO-SHAPE karargâhında STAY BEHIND’ın yeniden yapılanmasına gidilmiştir. Yeni yapılanmaya göre örgütün “Supreme Committee”leri ile alt “Committee”leri sivil ekonomik ‘kurum’lar ve ‘şirket’ler, askeri yapıları ise ‘güvenlik şirketleri’ haline dönüştürülmüştür. Ama örgütün faaliyeti asla rafa kaldırılmamıştır. ABD’nin yeni global hegemonya stratejisine göre yeni taktiklerin uygulanması için coğrafi-stratejik bölgelerin ev sahibi ülkelerinde faaliyetlerine devam etmiştir. Belirlenen yeni birincil düşman artık “komünist”ler değil, küresel tekelci kapitalizmin global hegemonu olarak ABD’ye karşı direnen çeşitli frekanslardaki “ulus-devlet”çi güçlerdir. Bunlar coğrafi-stratejik konuma göre çeşitli senaryolarla sınıflandırılmışlardır: İlk olarak; “radikal İslâmcı” ve “milliyetçi” olarak boy hedefi haline getirilmişlerdir. Boy hedefi haline getirmede esas konsept “uluslararası terörizm” paradigmasına oturtulmalarıdır. Bu operasyonun işlevliği için çeşitli konspiratörler, ajan-provokatörler ve ajanlar da kullanılmıştır. İkinci olarak; legalitenin köklü olduğu ülkelerde ise “darbeci” senaryoları uygulanmıştır. Ama burada esas olan yine Pentagon güdümündeki eski askeri darbeci geleneğin veri tabanı enformasyonuna dayanarak, “sivil-darbeci” güçlerin paradox asimetrik psikolojik harekâtlarla “ulusalcı” güçlerin bir “askeri darbe” hazırladıkları vehmi ile gündemi denetim altında tutmalarıdır. Halen ülkemizde sürdürülmekte olan senaryo budur ama bu senaryonun sürekliliği esastır…

Unutulmasın ki, Fetullah Gülen’in kurucusu ve üyesi olduğu “Komünizmle Mücadele Derneği” aynı zamanda NATO-STAY BEHIND operasyonunun bir parçası olduğu belgelerle ispat edilmiştir. Yani “Fetullah Hoca Efendi” tastamam gerçek Pentagon “Ergenekon” bünyesinde görev yapmıştır (kendisinin ABD’de FBI –NSA/CIA- bağlantılı koruma altında tutulması bunun başka bir kanıtıdır), yani bu örgütün alt kademelerdeki operasyonal bir üyesi olmuştur. Koskoca bir “F” Tipi örgütünün -ki “tarikat” olarak bilinir- lideri olduğuna göre büyük olası ile “Committee” üyesidir. Ama adı geçen “F” Tipi yapılanmayla bağlantılı olduğu aşikâr hale gelmiş olan “güncel korku yaratma” senaryosunun parçası bazı savcılar, özgün konularının uzmanlarınca kanıtlandığı gibi düzmece tezgâhlarla “ulusalcı” bilinen aydın insanları gözaltına almakta ve tutuklamaktadırlar. Bu durumda; sonuçta doğrudan bir dış gücün ulusal birliğe kast etmiş operasyonal olgusuna, Yargıtay Baş Savcılığının el atması zorunlu hale gelmiştir. Ayrıca özellikle belirtelim ki bu senaryoda “at değiştirmek”te vardır. Bu oyuna da gelmemek zorunludur. Artık “AKP Truva atı”nın yıprandığının farkında olan ABD emperyalist-zionu kendine yeni bir “Truva Atı” bulmuştur; şimdilik! Daha sivil, daha “demokratik”, daha demagog, daha ilizyonist; bu da Sarıgül ve NATO muhibbi Hikmet Çetin işbirliğinin ürünü olan partidir…

Evet, gerçek “Ergenekon” sivil-toplumcu “faşist” pelerininin altında görev ifa etmeye devam etmektedir. “F Tipi” yandaş medya sürmanşetlerinde, köşe yazılarında, emniyet ve milli istihbarat operasyonlarına kadar; bir kaotik birlik içinde, kibernetik olarak gündemi belirleyerek. Kaldı ki resmi “Ergenekon” dosyaları (yani 1 Numaradan 12.. küsura kadar) Ankara-Polatlı yolu 30. kilometredeki T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivi’ndeki özel kasaları içinde “emniyet” altında tutulmaktadır. Burası da eski AKP’li Cumhurbaşkanı Gül’ün denetimi altındadır. Bu konudaki uyarımız aynen hem Özkök hem de Büyükanıt zamanında TSK’ya yapıldığı halde bir “tık” bile çıkmamıştır. Brüksel- Pentagon-NATO-SHAPE’in NATO Koleji mezunu generallerimizden de bir “Türk Chavez”in çıkmasını bekleyenler beyhude beklemektedirler. Daha çok “Godot” beklerler…

ABD/AB sosyal emperyalist-zionunun korkusu bu konuda Türk halkının aydın-işçi-emekçiler olarak uyanmasıdır. Türk ilerici-yurtsever-demokrat-devrimci unsurları “birleşik” bir cephe içinde akıl-bilgiye dayalı bilinçle eylemsellik ortaya koymadıkça bu tezgâh çeşitli “demokratik açılım” atraksiyonları ile devam edecektir. Daha çok “ulusalcı” ve devrimcinin başı yanacaktır. Doğru bir siyasal önderlik altında birleşmiş emekçi halkı yenebilecek hiçbir sivil ya da militer kapitalist güç yoktur, olmamıştır, olamayacaktır da…

Halid Özkul (27.11.09)


22 Kasım 2009 Pazar

Çeviri eleştirisinin eleştirisi - İlhan Acar

Erkin Özalp'in, '18 Brumaire' çevirisi eleştirisinin eleştirisi


Erkin’in bu çalışması oldukça etkileyici. Bunu itiraf etmem gerek. Temel eserlerin çevirisi konusundaki önerisi yabana atılmamalı, ama pratik değil. Bu konudaki kişisel girişimlerin ne denli iyi niyetli ve etkileyici de olsa çözüm olabileceğini sanmıyorum. Bunun ilk nedeni, aşağıda verdiğim tipik iki örnek.


(10) “Ordunun bir kısmı kendisi için oy verdi diye, Montaigne, ordunun kendinden yana ayağa kalkacağı kanısındaydı. Böyle bir durum, birlikler açısından, ancak, devrimciler, Fransız askerlerine karşı, Roma askerlerinin yanını tuttukları zaman doğardı.” (51)


DOĞRUSU: “Ordunun bir bölümü ona oy verdiğinden, Montaigne, ordunun kendisi için ayaklanacağından da emindi. Peki, hangi vesileyle? Askerler açısından, devrimcilerin, Fransız askerlerine karşı Roma askerlerinin tarafını tutmasından başka hiçbir anlama gelmeyen bir vesileyle.” [Marx, Montagne’ın beklentisinin neden anlamsız olduğunu açıklıyor.]


“Since a section of the army had voted for it, the Montagne was now convinced that the army would revolt for it. And on what occasion? On an occasion which, from the standpoint of the troops, had no other meaning than that the revolutionists took the side of the Roman soldiers against the French soldiers.”


Ben İngilizce anlıyorum. Bu belki tam bir kıyaslama değilse bile, en azından “İngilizler kadar becermişiz” yargısı için temel oluşturabilir.


Sol yayınlarının çevirisinde eksik varmış gibi görünüyor; gerçekten de Peki hangi vesile ile cümlesi atlanmış. Ama yakından bakıldığında, bunu izleyen cümle ile birleştirildiğinde, Sol çevirisinin Erkin’in çevirisinden daha anlamlı açık ve anlaşılır olduğu görülür: doğru çeviri doğru ama biraz dolambaçlı: Ama Sol’un eksik çevirisi daha anlaşılır. Kuşkusuz, eksik, ama bana sorarsan, ben Sol’un çevirisini tercih ederdim. Benim gibi düşünen çevirmen bulmak zor değil; çünkü mot a mot çeviriden çok, benim gibi orijinal metnin anlamını daha düzgün bir Türkçe ile vermeyi tercih edenler çıkacaktır.


Daha önce de belirttiğim gibi, çevirinin doğrusundan çok anlamlısına bakmak gerek. Çünkü ilki pek mümkün değil; ama ikincisi göreceli olarak daha mümkün olan bir durum.


Yine rasgele seçtiğim ikinci örnek, yukarıdaki vurgularımı doğrular nitelikte.


(18) “... burjuvazinin neden yüreğini sosyalizme sımsıkı kapadığını, duygusal bir biçimde insanlığın acılarına yanıp yakıldığını, ya da neden Hıristiyanlık anlayışı ile bin yıllık krallığın ve evrensel kardeşlik çağının geleceğini haber verdiğini, neden düşünüş, kültür, özgürlük üzerine hümanist bir üslupla ileri geri konuştuğunu, ya da neden toplumun tüm sınıflarının uzlaşması ve gönenci sistemini türettiğini bir türlü anlayamayan bu sözde-sosyalizmden... ” (63)


DOĞRUSU: “... ister insanlığın acıları konusunda içli bir şekilde sızlananı, ister Hıristiyanlara özgü bir şekilde bin yıllık imparatorluğu ve evrensel kardeş sevgisini müjdeleyeni, ister akıl, eğitim ve özgürlük hakkında hümanistçe zırvalayanı, isterse doktrinci bir şekilde tüm sınıfların uzlaşmasını ve refahını sağlayacak bir sistemi tasarlayanı olsun, sözde sosyalizm de, bu nedenle, burjuvazinin kendisini ona neden katı bir şekilde kapattığını anlayamıyordu.”


In this menace and this attack it rightly discerned the secret of socialism, whose import and tendency it judges more correctly than so-called socialism knows how to judge itself; the latter can, accordingly, not comprehend why the bourgeoisie callously hardens its heart against it, whether it sentimentally bewails the sufferings of mankind, or in Christian spirit prophesies the millennium and universal brotherly love, or in humanistic style twaddles about mind, education, and freedom, or in doctrinaire fashion invents a system for the conciliation and welfare of all classes.


Ama daha iyi bir değerlendirme yapmak için, Sol ve İngilizce metinlerde biraz öncesine gitmekte yarar var.


Burjuvazi, kendisinin feodalizme karşı yaptığı bütün silahların, şimdi bizzat kendisine karşı döndüğünü, kendisinin kurumlaştırdığı bütün eğitim araçlarının şimdi onun kendi kültürüne karşı döndüğünü ve kendi yarattığı tanrıların hepsinin şimdi kendisini yüzüstü bıraktıklarını farkediyordu. Bütün sözde burjuva özgürlüklerinin ve ileri kurumların kendi sınıf egemenliğini, hem toplumsal tabanda, hem de siyasal zirvede yıprattıklarını ve onu tehdit ettiklerini görüyordu, dolayısıyla bunlar "sosyalist" olmuşlardı. Burjuvazi, haklı olarak, bu tehditte ve bu sataşmada, sosyalizmin sırrını görüyordu. O, sosyalizmin anlamını ve yönelimini, bizzat sözde-sosyalizmden, evet, burjuvazinin neden yüreğini sosyalizme sımsıkı kapadığını, duygusal bir biçimde insanlığın acılarına yanıp yakıldığını, ya da neden hıristiyanlık anlayışı ile bin yıllık krallığın, evrensel kardeşlik çağının geleceğini haber verdiğini, neden düşünüş, kültür, özgürlük üzerine hümanist bir üslupla ileri geri konuştuğunu, ya da neden toplumun tüm sınıflarının uzlaşması ve refahı sistemini icat ettiğini bir türlü anlayamayan bu sözde-sosyalizmden daha iyi anlıyordu.


The bourgeoisie had a true insight into the fact that all the weapons it had forged against feudalism turned their points against itself, that all the means of education it had produced rebelled against its own civilization, that all the gods it had created had fallen away from it. It understood that all the so-called bourgeois liberties and organs of progress attacked and menaced its class rule at its social foundation and its political summit simultaneously, and had therefore become "socialistic." In this menace and this attack it rightly discerned the secret of socialism, whose import and tendency it judges more correctly than so-called socialism knows how to judge itself; the latter can, accordingly, not comprehend why the bourgeoisie callously hardens its heart against it, whether it sentimentally bewails the sufferings of mankind, or in Christian spirit prophesies the millennium and universal brotherly love, or in humanistic style twaddles about mind, education, and freedom, or in doctrinaire fashion invents a system for the conciliation and welfare of all classes.


Şimdi Erkin’in çevirisi yada İngilizcesine unut; Sol çevirisini baştan sonra bir oku. Bu söylenenlerde ne bir abartı ve ne de bir çarpıtma görebilirsin.


Belki Sol çevirisinde iki kez sözde sosyalizm geçiyor, diyebilirsin; ama İngilizcede bir kez olduğuna aldanma, bu “the latter can” kelimesi ile verilmiş; latter sözde sosyalizm yerine kullanılmış; önceki diye çevirseydi tam anlaşılmazdı; zımnen kastettiğini Sol çevirmen açıkça yazmış, iyi de yapmış.


Her iki Türkçe çeviri de, sözde sosyalizmin neden yüreğini kendisine sımsıkı kapatmadığını, vs. vs. anlayamadığını ifade ediyor. Alıntı yapılan kısmın özü de bu zaten. Burada vs. vs. ile anlatılanlar ikinci planda kalıyor. Ana fikir, Sol çeviride olduğu gibi kendini koruyor ve yerli yerinde.


Erkin’in çevirisi farklı bir şey getirmediği gibi, bence Sol çevirisinin akıcılığı da eksik aynı zamanda.


Çeviri konusunda Erkin’in önerisinin bir eksiği daha var. Hiç kimse ne temel eserler ve ne de çeviri konusunda uzman olamaz. Çünkü hem konunun içeriği ve hem de her iki dilde uzmanlık mümkün değil. Kısaca, çeviri işi hiç istenmeyen bir durum; ama çaresiz katlanıyoruz. Erkin’de eksik olan bu değil. Eksik olan, bu önerinin bir yetkin kurum tarafından kolektif bir çalışma sonucu yapılması gerekliliği. Yani, aynen bir ansiklopedik çalışma gibi. Bir kaç kademede hazırlayan, kontrol eden, denetleyen, yönlendiren çeşitli kademeler olmalı. Tabii, en önemlisi de bunun bir kurumsal çaba sonucu olması.


Böyle bir kurum, Türkiye sol tarihinde şimdiye kadar hiç olmadı. Çünkü temel eserler konusunda uzman sayılabilecek bir Marksist damar olmadı bu topraklarda.


Ama benden buna illa da bir aday göstermemi isteseler, Sol Yayınları derdim. Her ne pahasına olursa olsun. Uzman kişi olarak söylemiyorum; ama görebildiğim kadarıyla, Sol Yay. dışında çeviri denemeleri olmadı değil. Ama hiç biri, onun düzeyine gelemediler.


Dediğim gibi, çok temel konularda, mutlaka Almanca olmasa bile, İngilizce kaynağına, Marksist Arşive başvuruyorum.


Ama gerçekte bu da o kadar kritik değil. Zaten tartışmalar çok ayrıntıda geçiyor. Öylesine ayrıntılara iniliyor ki, bunun orijinal metindeki söyleniş biçimi o kadar önem taşımıyor. Çünkü tartışmada sadece belli bir metin içinde geçen kavram değil, ama aynı konuda aynı Marksist düşünürün diğer eserlerinde veya farklı görüşlerin ne dendiği ortaya konuyor ve çevirinin yanlışlığı konusu pek sorun olmuyor. Zaten iş yazma – çizme aşamasına geldiğinde de, belli bir konuda ileri sürülen görüş için çok sayıda gerekçe ve kanıt bulunuyor ve kaleme alınıyor.


Son olarak, temel eserlerin çevirisi konusunda Erkin’in bu kaygı duymasını haklı çıkacak bir durumun olmadığını belirtmem gerek. Eğer yanlış bilmiyorsam; kendisi TKP yandaşı. Böyle olduğuna göre, ona bizleri bu kaygısına ortak etmeden önce, kendi yandaşlarını bu konuda biraz zorlamasını öneriyorum. Ne de olsa, TKP’liler artık Marks’ın sadece ve sadece işçi sınıfının durumu ve geleceği ile ilgilenmiş olduğuna bakarak, onun eserlerinin yalan yanlış çevrilmesi TKP’lileri hiç mi hiç ırgalamayacaktır. “Biz sonradan olma olsa da komünistiz dedik ve tamam, bu iş işçi sınıfı olmadan olmaz, bunu da kabul ettik ve onları “öncü” yaptık ve önümüze koyduk ve biz de arkasına dizildik, daha ne olsun; bizden bu kadar” dediler ve bundan sonra bir daha işçi sınıfı uğruna mücadele etmek, onları ağızlarına bile almadılar. İlla da işçi sınıfı dersen, İşçiler AKP’ye oy veriyor, deyip işin içinden çıkıyorlar; eğer bu da yememişsen, o zaman Yoksa sen işçici misin? diye savunmaya geçiyorlar. İlk önce yurtsever açılımı yaptılar. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. En son özgürlük ve demokrasi açılımı ile onca eleştirdikleri iktidar partisinin arkasında durdular.


Bütün bunların hiç biri, temel eserlerde yok. Yunan özgürlük hareketini izleyerek Avrupa’da imparatorlukların çöktüğü, yerini ulusal devletlerin aldığı, Marks’ın hiçbir zaman bir tarihleri olmadığı için hayatta ulus örgütlenmesi gerçekleştiremeyecek dediği Slavların bile ayağa kalktığı bir dönemde bile bütün bu olup bitenleri hiç duymamış ve görmemiş gibi, Komünist Manifesto içinde sadece ve sadece Avrupa’da bütün olup bitenlerin temelinde bir tarafta burjuvalar ve diğer tarafta proleterlerin olduğunu söylemekte bir beis görmüyordu. Çok sonraları bile 1848’in geride bıraktığı hayal kırıklığının bir nebze telafisi için tüm gözler Polonya’nın Rusya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi ve İtalya’nın ulusal birliğinin sağlanması üzerine dikilmişken, Komünist Enternasyonal’in kuruluşu sırasında Marks tüm bu beklentileri ve arayışları elinin tersi ile iterek herkesin gözlerinin içine baka baka şapkasından proletaryanın uluslar arası dayanışması ilkelerini çıkartabiliyordu.


Dediğim gibi, Sol Yayınları, bu güne kadar eksiği ile fazlası ile görevini başarı ile yapmış sayılır. Çünkü kitaplar çevrildi, alan aldı, 12 Eylül’de korkudan yakan yaktı; ama hiçbir zaman Türkiye’nin çorak ve verimsiz topraklarında bir Marksist damar oluşmadığı için hiçbir sorun yaşanmadı. Türkiye’de hiçbir zaman ne pratiği ile ne de kuramı ile proleter hareket olarak kendini gösterecek bir süreç yaşanmadı. Bu bakımdan kuramı da çıkmaza götürecek bir kaynak sorunu olmadı.


Sol yayınlarını okurken, “acaba nerde sabunlamışlardır; nereyi çarpıtmışlardır” diye düşünür ve bulurum. Ama Sol dışında yayınevleri için bunu yapamıyorum. Erkin tek başına çıkar de bu işi düzeltecem derse, buna şapka çıkartırım. Ama bu çeviri metinlerin düzeleceği anlamına hiç gelmez; değil mi ki bu işin hakkıyla kurumsal olarak yapılmamış olsun.


Ama Erkin’in kaydadeğer bir konumunu da atlamamak gerek: Sol yayınlarının adeta tekeline aldığı Marks ve Engel başta olmak üzere, temel eserler üzerinde hassasiyeti çok önemli. Bu sınıf tavrı diye diye bundan tümüyle uzaklaşanlar için bir nebze kulaklarına küpe olur bu tutarlı tavır.


Selamlar.

İlhan Acar

20.11.09




Marksist Klasiklerin Tercümesi Üzerine - Erkin Özalp

Sol Yayınları'nın '18 Brumaire' çevirisindeki 40 yanlış


Karl Marx’ın “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” adlı kitabının Almanca aslından ilk Türkçe çevirisi Yazılama Yayınevi tarafından basıldı (çev: Erkin Özalp, Mayıs 2009, İstanbul; http://www.yazilama.com/kitap_tanitimlari.php?kitap_id=20). Bu kitabın Fransızca çevirisinden Sevim Belli tarafından yapılan çevirinin dördüncü baskısı, Ekim 2007’de, Sol Yayınları’ndan çıkmıştı. 1976’daki ilk baskıdan bu yana çeşitli düzeltmelerin yapılmış olmasına karşın, Sol Yayınları tarafından yayımlanan diğer pek çok Marksist klasik örneğinde olduğu gibi, yine yanlışlarla dolu olarak...

Marksist klasikleri Türkçeye çevirdikçe, Marksizmi asıl olarak Sol Yayınları tarafından yayımlanmış çevirilerden öğrenmiş bir Marksist olarak, “Biz bu kitapları nasıl okumuşuz, nasıl anlamışız, bir sürü saçmalığı nasıl yorumlamışız?” diye sormadan edemiyorum... Üstelik, “o zamanlar okuduğumuz” çevirilerde, Sol Yayınları’nın son baskılarıyla karşılaştırıldığında, çok daha fazla yanlış vardı. İşin kötüsü, çevirilerin dilini beğenmemekle birlikte, Marx’a olan saygımız nedeniyle, yazılanlarda pek fazla saçmalık bulamıyorduk. Kafamıza yatmayan şeyler çıktığında, bunları Marx’ın ya da çevirmenin birer hatası olarak görmek yerine, henüz yeterince bilgili/bilinçli olmamamıza bağlıyorduk!


Açıkçası, bugünden bakınca, Sol Yayınları’nın bastığı çevirilerin, Türkiye’de, Marksist klasiklerin “okunması zor metinler”, Marksizmin de “anlaşılması güç bir teori” olarak görülmesinde önemli bir pay sahibi olduğunu düşünmeden edemiyorum.


Tamam, “bilinçli çarpıtmalar”dan çok fazla söz edemeyiz. Tamam, kötü niyetten hiç söz edemeyiz. Tamam, “Marksist klasikler bugüne kadar hiç çevrilmemiş olsaydı daha iyi olurdu” desek, büsbütün haksızlık etmiş oluruz.


Ama aradan onlarca yılın geçmiş olmasına karşın, Marksist klasiklerin Türkiye’deki en önemli yayıncısının, bu kitaplardaki yanlışları ve dil bozukluklarını gidermek için gereken çabayı harcamamış olmasını ayıplamamız, ayıp sayılabilir mi?


Bir zamanlar, “Tamam, pek çok kusurları bulunsa bile, ‘öz olarak’, anlaşılabilir çeviriler var elimizde, dolayısıyla yeniden çevrilmeleri işini devrim sonrasına bırakabiliriz” diye düşünüyordum. 1998 yılında, Karl Marx ile Friedrich Engels’in “Komünist Parti Manifestosu”nun ilk baskısının 150. yıldönümünde, bu çalışmayı Türkçeye ilk kez Almanca aslından kazandırdıktan sonra da, bu değerlendirmem değişmemişti. Dahası, çeviri işinin zorlukları beni bir hayli yıldırmıştı ve “Bir daha kitap çevirmem; hele Marksist klasik çevirisi mi, hiç bulaşmam” demiştim.


Ne var ki, zaman geçtikçe, eldeki çeviriler beni giderek daha fazla rahatsız eder oldu. Farklı çalışmalar için Marksist klasiklerden alıntı yapmaya kalkıştığımda, öncelikle, “standart” metinler saydığım için, Sol Yayınları’nın çevirilerine başvuruyordum. Giderek, bu çevirileri kullanmanın yanlış olacağını daha fazla düşünmeye ve özgün metinlerden çeviri yoluna gitmeye başladım. Ve sonunda, en azından Marksizmin bazı önemli metinlerinin Almanca asıllarından çevirilerini Türkçeye kazandırmanın önemli bir görev olduğuna karar verdim.


Elbette, benim çevirilerimde de ciddi hatalar bulunabilir. Umarım, titiz bir şekilde inceleyip, eleştirilerini en acımasız şekilde dile getirenler çıkar; bunlar beni utandıracak olsa bile, gerekli düzeltmelerin yapılmasına ve dolayısıyla Marksizmin Türkiye’de daha doğru kavranmasına katkı anlamına geleceği için, aynı zamanda çok sevindirecektir!


Marx’ın “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850” adlı çalışmasını Yazılama Yayınevi için çevirdikten sonra (http://www.yazilama.com/kitap_tanitimlari.php?kitap_id=33), soL haber portalında çıkan “Bir Marx çevirisindeki 40 yanlış” başlıklı bir liste hazırlamıştım (http://haber.sol.org.tr/okumaodasi/9899.html ya da http://www.haberveriyorum.net/icerik/erkin-ozalp-bir-marx-cevirisindeki-...).


Şimdi de, yine Yazılama Yayınevi’nden çıkan “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” (http://www.yazilama.com/kitap_tanitimlari.php?kitap_id=20) için benzer bir listeyi sunuyorum.


Bu arada, bazı dostlarım, bu listelerin Sol Yayınları tarafından kullanılacağını, bundan sonraki baskılarda söz konusu yanlışların “sessizce” düzeltileceğini söyledi. Bundan hiçbir rahatsızlık duymam tabii ki! Hatta, gerekli düzeltmelerin yapılmaması, çok daha büyük bir ayıp olur...


Erkin Özalp

01.06.09


http://www.haberveriyorum.net/icerik/erkin-ozalp-sol-yayinlarinin-18-brumaire-cevirisindeki-40-yanlis



(Buradaki örnekleri bizzat kontrol etmek isteyenler, en altta yer alan Almanca orijinal ifadelere ve bunların İngilizce çevirilerine bakabilir.)


(1) “Ama buna eklenecek başka bir ayrıntı daha vardır.” (s. 11)

DOĞRUSU: İzleyen cümlede şu bölüm eksik: “Tarihin büyük hareket yasasını ilk olarak tam da Marx keşfetmişti ...”


(2) “Burjuva ordusunun gerçek önderleri tezgahların gerisinde yeralıyordu ...” (15-16)

DOĞRUSU: “... [burjuva toplumunun] gerçek komutanları yazı masasının arkasında oturuyordu ...”


(3) “Bir bakıma, proletarya ...kendisine özgü olan büyük araçların yardımıyla eski dünyayı dönüştürmekten vazgeçtiği bir harekete atılıyor...” (22)

DOĞRUSU: “Proletarya, kısmen, ...eski dünyayı, bu dünyaya ait büyük birleşik araçlarla dönüştürmekten vazgeçmesine yol açan bir harekete atılıyor...”


(4) “Burjuva düzen bağnazları, kendi balkonlarında, sarhoş bir başıbozuk asker tarafından kurşuna dizildi ...” (24)

DOĞRUSU: “Düzen fanatiği burjuvalar sarhoş asker güruhları tarafından balkonlarında vurulur ...”


(5) “Oysa, Fransız Cumhuriyetinin yalnız birinci başkanı değil, Louis-Napoléon Bonaparte da Fransız yurttaşı niteliğini yitirmişti ...” (33)

DOĞRUSU: “Fransız Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı L. N. Bonaparte, Fransız yurttaşı olma niteliğini yitirmenin ötesinde ...”


(6) “... 2 Aralık 1851’de birbirlerini yokeden iki güce ...” (35)

DOĞRUSU: “...biri 2 Aralık 1851’de diğeri tarafından yok edilen iki güce ...”


(7) “Bu baylar, Bonaparte’ın ... parlamenter iktidara karşı birlikleri yöneltmek için bu ilk ayaklanmadan olabildiğince yararlanmak istediğine ...” (36-37)

DOĞRUSU: “Bu beyler, Bonaparte’ın, ... askeri gücün parlamenter güce karşı herkesin gözü önünde seferber edilmesinin bu ilk örneğinin üzerine atladığını ...”


(8) “... bugünkü ‘laisser-aller’ çağından çok Başkaldırma zamanlarını anımsatan dünyanın kurtarıcılarının ...” (41)

DOĞRUSU: “...laisser-aller’leriyle [aldırışsızlıklarıyla] mahşer gününden çok Fronde zamanlarını hatırlatan ...” [Fronde (sözcük anlamıyla “sapan”), Fransa’nın iç karışıklıklar yaşadığı bir dönemin (1648-1653) adıydı.]


(9) “... amaca giden yolda hiçbir şeyden kaçınmayan, ve canlabaşla geri çekilmek için bahaneler arayan ...” (50)

DOĞRUSU: “... her şeyden çok amaca uygun araçlardan uzak durarak ve yenilgiye bahaneler arayarak ...”


(10) “Ordunun bir kısmı kendisi için oy verdi diye, Montagne, ordunun kendinden yana ayağa kalkacağı kanısındaydı. Böyle bir durum, birlikler açısından, ancak, devrimciler, Fransız askerlerine karşı, Roma askerlerinin yanını tuttukları zaman doğardı.” (51)

DOĞRUSU: “Ordunun bir bölümü ona oy verdiğinden, Montagne, ordunun kendisi için ayaklanacağından da emindi. Peki, hangi vesileyle? Askerler açısından, devrimcilerin, Fransız askerlerine karşı Roma askerlerinin tarafını tutmasından başka hiçbir anlama gelmeyen bir vesileyle.” [Marx, Montagne’ın beklentisinin neden anlamsız olduğunu açıklıyor.]


(11) “2 Aralık 1851’de, burjuva ulusal muhafız kendi kendini dağıtıyordu ve Bonaparte, iş olup bittikten sonra dağıtma kararını imzalarken bir emri-vakiyi gerçekleştirmekten başka bir şey yapmış olmadı.” (55)

DOĞRUSU: “... 2 Aralık 1851’de burjuvazinin kendi Ulusal Muhafızı ortadan kalkmış durumdaydı ve Bonaparte, sonradan, Ulusal Muhafızı dağıtan kararnameyi imzaladığında, yalnızca, bu olguyu kayıtlara geçirmiş oldu.”


(12) “... cumhuriyetin başında yalnız bir tek siluet, hem de Bonaparte’ınkinden daha da yürekler acısı bir siluet bırakmakla ...” (56)

DOĞRUSU: “...cumhuriyetin tepesinde, acınası bile olsa, yalnızca bir simanın, Louis Bonaparte simasının görünmesine izin vererek ...”


(13) “... papanın liberal tutumunu onamaz görünüyordu.” (58)

DOĞRUSU: “...papanın otoriter tavrını onaylamıyor göründüğü ...”


(14) “... boğuntuya getirdi.” (58):

DOĞRUSU: İzleyen cümle eksik: “Bakanların hiçbiri onun için mücadeleye girmedi.”


(15) “Yürütmenin, bir-buçuk milyondan büyük bir memurlar ordusunu emrinde bulundurduğu ...” (59)

DOĞRUSU: “Fransa gibi, yürütme gücünün yarım milyondan fazla bireyden oluşan bir memur ordusunu yönettiği ...”


(16) “General d’Hautpoul, Konsey başkanlığını elegeçirmiş olduğu için değil ...” (60)

DOĞRUSU: “General d’Hautpoul’ün bir başbakanlık makamı elde ettiği anlamında değil.”


(17) “... yatıştırmaktan çok kışkırtıyor.” (62)

DOĞRUSU: “... yere sermekten çok meydan okur.”


(18) “... burjuvazinin neden yüreğini sosyalizme sımsıkı kapadığını, duygusal bir biçimde insanlığın acılarına yanıp yakıldığını, ya da neden hıristiyanlık anlayışı ile bin yıllık krallığın ve evrensel kardeşlik çağının geleceğini haber verdiğini, neden düşünüş, kültür, özgürlük üzerine hümanist bir üslupla ileri geri konuştuğunu, ya da neden toplumun tüm sınıflarının uzlaşması ve gönenci sistemini türettiğini bir türlü anlayamayan bu sözde-sosyalizmden... ” (63)

DOĞRUSU: “... ister insanlığın acıları konusunda içli bir şekilde sızlananı, ister Hıristiyanlara özgü bir şekilde bin yıllık imparatorluğu ve evrensel kardeş sevgisini müjdeleyeni, ister akıl, eğitim ve özgürlük hakkında hümanistçe zırvalayanı, isterse doktrinci bir şekilde tüm sınıfların uzlaşmasını ve refahını sağlayacak bir sistemi tasarlayanı olsun, sözde sosyalizm de, bu nedenle, burjuvazinin kendisini ona neden katı bir şekilde kapattığını anlayamıyordu.”


(19) “... Proletarya, ... tehlike anında savaşım sahnesinden çekilmişe benziyordu.” (65)

DOĞRUSU: “Tehlike anında savaş alanından kaybolan küçük burjuvazi ...”


(20) “... ‘örümcek kafalılardan’ ...” (65) - “... 17 kocamış örümcek kafalı ...” (67)

DOĞRUSU: “... hisar muhafızlarına ...” - “... 17 hisar muhafızının ...” [1 Mayıs 1850’de içişleri bakanı tarafından yeni seçim yasası taslağını hazırlama göreviyle atanan ve Yasama Meclisi üyesi 17 Orleans’cı ve meşrutiyetçiden oluşan komisyondan söz ediliyor. Komisyon üyelerine takılan “hisar muhafızları” adı Victor Hugo’nun aynı adlı tarihsel oyunundan (Les Burgraves) ödünç alınmıştı ve bununla, oyun karakterleri olan hisar muhafızlarının dayanaksız iktidar iddiaları ile gerici özlemleri ima ediliyordu. Ortaçağ Almanyası’nda geçen oyunda Burggraff, bir Burg’un (kent) ya da bölgenin imparator tarafından atanan yöneticisiydi - İngilizce baskı editörünün notu.]


(21) “31 Martta yeni seçim yasası kabul edildi.” (67) - “Ama 31 Mart 1850 seçim yasası ...” (68)

DOĞRUSU: “Yeni seçim yasası 31 Mayıs’ta meclisten geçti.” - “... 31 Mayıs 1850 tarihli seçim yasası ...”


(22) “... 18 üyeden oluşmuş bir sürekli komisyon ...” (71)

DOĞRUSU: “...28 üyeli bir daimi komisyon ...”


(23) “... birkaç Londra uşağını Fransız üniforması ile soytarılaştırıyor.” (73)

DOĞRUSU: “...bazı Londralı uşakları Fransız üniformasının içine sokmuştu.”


(24) “... ulusal meclisin uzatılmasından kısa bir süre sonra ...” (75)

DOĞRUSU: “...Ulusal Meclisin tatile girmesinden hemen sonra ...”


(25) “... Yon’un Mauguin işinde gösterdiği zorbalıktan korkmuş olan ... meclis ...” (79)

DOĞRUSU: “...Mauguin olayındaki kendi zorbalığından korkan ... Ulusal Meclis ...”


(26) “... ulusal meclis onu kendi eliyle ... kaygan zeminine sürükledikten sonra ...” (82)

DOĞRUSU: “... Ulusal Meclisin onu ... kaygan zemininden karşı tarafa kendi elleriyle geçirmesinin ardından ...”


(27) “... ufak yenilgilerden biraz sıkılmıştı ...” (82)

DOĞRUSU: “... küçük yenilgileri onu pek rahatsız etmemişti.”


(28) “... ordunun, ulusal meclisin emrine boyun eğmiş olduğu olasılık kazanır.” (84)

DOĞRUSU: “... ordunun Ulusal Meclisin emrini dinlemesi olasıydı.”


(29) “... ulusal mecliste, kendilerine gündelik bir resmi organ kuran ...” (95)

DOĞRUSU: “...Assemblée nationale ile birlikte resmi bir günlük yayın organı çıkarmaya başlayan ...”


(30) “... Henri V, Paris kontunu kendi ardılı olarak tanıyorduysa da ...” (95)

DOĞRUSU: “V. Henri, Paris kontunu veliahdı olarak tanıyacak olsaydı ...”


(31) “... kaynaşma, Orleans sülalesinin kendi isteğiyle tahttan vazgeçmesinden, lejitimistliğe boyun eğişinden pişmanlık duyarak, protestan kilisesinden katolik kilisesine dönüşünden başka bir şey değildi.” (96)

DOĞRUSU: “...kaynaşma, Orléans hanedanının taht iddiasından kendi rızasıyla vazgeçmesinden, tahtı meşrutiyetçilere bırakmasından, Protestan devlet kilisesinden pişmanlık içinde Katolik kilisesine dönmesinden başka bir anlama gelmiyordu.”


(32) “... 25 Ağustosta toplanan il genel kurulları ...” (103)

DOĞRUSU: Eksikli: “... 25 Ağustos’tan itibaren toplanan il genel meclisleri, yani büyük burjuvazinin iller düzeyindeki temsilcileri ...”


(33) “... kendisini ancak iyice öldükten sonra gömebileceklerini göstermekten ...” (109)

DOĞRUSU: “... gerçekten de öldükten sonra gömüldüğünü kanıtlamaktan başka ...”


(34) “... Parlamento Alanını da askeri birliklerle ...” (112)

DOĞRUSU: “... parlamento binasının askerler tarafından ...”


(35) “... rakıyla sarhoş olmuş düzen askerinin ...” (116)

DOĞRUSU: “... konyağın coşturduğu düzen ordusuna ...”


(36) “... burjuvazi için böyle bir geleceği defterden silen ...” (116)

DOĞRUSU: “...burjuvazi için bu geleceği öne çekmiş oldu..”


(37) “... bütün tahrip kuvvetlerini onun [yürütme gücünün] üzerine toplayabilmek için bütün kendi kusurlarını ona yöneltiyor ...” (119-120)

DOĞRUSU: “... tüm yıkıcı güçlerini ona yöneltmek üzere yürütme gücünü eksiksiz hale getiriyor ...”


(38) “Köylülerin seçtiği burjuva parlamentosuna boyun eğen bu Bonaparte değildi, o Bonaparte bu parlamentoyu dağıtmıştı.” (121)

DOĞRUSU: “Köylülerin seçilmiş Bonaparte’ı, burjuva parlamentosuna boyun eğmiş olanı değil, burjuva parlamentosunu dağıtmış olanıdır.”


(39) “...proletarya devrimi, böylece koroyu gerçekleştiriyor, bu koro olmadan onun solosu bütün köylü uluslarda bir cenaze marşı halini alıyor.” (130)

DOĞRUSU: “...proleter devrimi, yokluğu bu devrimin solosunu tüm köylü uluslarının ölüm şarkısına dönüştürecek olan koroyu kazanır.”


(40) “... borsada acemilerin demiryolları ayrıcalıkları üzerine dolap çevrilir.” (132)

DOĞRUSU: “Önceden bilgi sahibi kılınanların borsada demiryolları ayrıcalıkları üzerinde manipülasyon yapması.”


Almanca ve İngilizce metinler


(1) “Es war grade Marx, der das große Bewegungsgesetz der Geschichte zuerst entdeckt hatte ...” / “It was precisely Marx who had first discovered the great law of motion of history ...”


(2) “Die bürgerliche Gesellschaft in ihrer nüchternen Wirklichkeit hatte sich ihre wahren Dolmetscher und Sprachführer erzeugt in den Says, Cousins, Royer-Collards, Benjamin Constants und Guizots, ihre wirklichen Heerführer saßen hinter dem Kontortisch, und der Speckkopf Ludwigs XVIII. war ihr politisches Haupt.” / “Bourgeois society in its sober reality bred its own true interpreters and spokesmen in the Says, Cousins, Royer-Collards, Benjamin Constants, and Guizots; its real military leaders sat behind the office desk and the hog-headed Louis XVIII was its political chief.”


(3) “Zum Teil wirft es sich auf doktrinäre Experimente, Tauschbanken und Arbeiterassoziationen, also in eine Bewegung, worin es darauf verzichtet, die alte Welt mit ihren eigenen großen Gesamtmitteln umzuwälzen, vielmehr hinter dem Rücken der Gesellschaft, auf Privatweise, innerhalb seiner beschränkten Existenzbedingungen, seine Erlösung zu vollbringen sucht, also notwendig scheitert.” / “In part it throws itself into doctrinaire experiments, exchange banks and workers’ associations, hence into a movement in which it renounces the revolutionizing of the old world by means of the latter’s own great, combined resources, and seeks, rather, to achieve its salvation behind society’s back, in private fashion, within its limited conditions of existence, and hence necessarily suffers shipwreck.”


(4) “Ordnungsfanatische Bourgeoisie auf ihren Balkonen werden von besoffenen Soldatenhaufen zusammengeschossen ...” / “Bourgeois fanatics for order are shot down on their balconies by mobs of drunken soldiers ...”


(5) “Der erste Präsident der Französischen Republik, L.-N. Bonaparte, hatte nicht allein seine Eigenschaft als französischer Bürger verloren, war nicht nur englischer Spezial-Konstabler gewesen, er war sogar ein naturalisierter Schweizer.” / “The first President of the French Republic, L. N. Bonaparte, had not merely lost his status of French citizen, had not only been an English special constable, he was even a naturalized Swiss.”


(6) “Ehe wir mit dieser Periode abschließen, müssen wir noch einen Rückblick auf die beiden Mächte werfen, von denen die eine die andere am 2. Dezember 1851 vernichtet ...” / “Before we finish with this period we must still cast a retrospective glance at the two powers, one of which annihilated the other on December 2, 1851 ...”


(7) “Die Herren bemerkten nicht oder wollten nicht merken, daß Bonaparte den 29. Januar 1849 benutzte, um einen Teil der Truppen vor den Tuilerien an sich vorbeidefilieren zu lassen und gerade dies erste öffentliche Aufgebot der Militärmacht gegen die parlamentarische Macht begierig aufgriff, um den Caligula anzudeuten.” / “The gentlemen did not observe, or did not wish to observe, that Bonaparte availed himself of January 29, 1849, to have a portion of the troops march past him in front of the Tuileries, and seized with avidity on just this first public summoning of the military power against the parliamentary power to foreshadow Caligula.”


(8) “... die in ihrem laisser-aller weniger an den Jüngsten Tag als an die Zeiten der Fronde erinnern...” / “... who in their laisser aller [letting things go] remind us less of the Day of Judgment than of the times of the Fronde ...”


(9) “... die nichts mehr vermeidet als die Mittel zum Zwecke und nach Vorwänden zum Unterliegen hascht.” / “... that avoids nothing so much as the means to the end and tries to find excuses for succumbing.”


(10) “Wenn ein Teil der Armee für sie gestimmt hatte, war die Montagne nun auch überzeugt, daß die Armee für sie revoltieren werde. Und bei welchem Anlasse? Bei einem Anlasse, der vom Standpunkt der Truppen keinen anderen Sinn hatte, als daß die Revolutionäre für die römischen gegen die französischen Soldaten Partei ergriffen.” / “Since a section of the army had voted for it, the Montagne was now convinced that the army would revolt for it. And on what occasion? On an occasion which, from the standpoint of the troops, had no other meaning than that the revolutionists took the side of the Roman soldiers against the French soldiers.”


(11) “... am 2. Dezember 1851 war die Nationalgarde der Bourgeoisie selbst verschwunden, und Bonaparte konstatierte nur dies Faktum, als er nachträglich ihr Auflösungsdekret unterschrieb.” / “... on December 2, 1851, the National Guard of the bourgeoisie itself had vanished, and Bonaparte merely registered this fact when he subsequently signed the decree for its disbandment.”


(12) “Hier sei nur noch bemerkt, daß die Nationalversammlung unpolitisch handelte, als sie für längere Intervalle von der Bühne verschwand und auf der Spitze der Republik nur noch eine, wenn auch klägliche Gestalt erblicken ließ, die Louis Bonapartes ...” / “Here it may merely be remarked, in addition, that it was impolitic for the National Assembly to disappear from the stage for considerable intervals and leave only a single, albeit a sorry, figure to be seen at the head of the republic, that of Louis Bonaparte ...”


(13) “... worin er das illiberale Auftreten des Papstes zu mißbilligen schien ...” / “... in which he seemed to disapprove of the illiberal attitude of the Pope ...”


(14) “Keiner der Minister nahm den Handschuh für ihn auf.” / “Not one of the ministers took up the gauntlet for him.”


(15) “... in einem Lande wie Frankreich, wo die Exekutivgewalt über ein Beamtenheer von mehr als einer halben Million von Individuen verfügt ...” / “... in a country like France, where the executive power commands an army of officials numbering more than half a million individuals ...”


(16) “Nicht als hätte General d'Hautpoul den Rang eines Ministerpräsidenten erhalten.” / “Not in the sense that General Hautpoul had received the rank of Prime Minister.”


(17) “... fordert mehr heraus, als sie niederschlägt.” / “... challenges more than it strikes down.”


(18) “In dieser Drohung und in diesem Angriffe fand sie mit Recht das Geheimnis des Sozialismus, dessen Sinn und Tendenz sie richtiger beurteilt, als der sogenannte Sozialismus sich selbst zu beurteilen weiß, der daher nicht begreifen kann, wie die Bourgeoisie sich verstockt gegen ihn verschließt, mag er nun sentimental über die Leiden der Menschheit winseln oder christlich das Tausendjährige Reich und die allgemeine Bruderliebe verkünden oder humanistisch von Geist, Bildung, Freiheit faseln oder doktrinär ein System der Vermittlung und der Wohlfahrt aller Klassen aushecken.” / “In this menace and this attack it rightly discerned the secret of socialism, whose import and tendency it judges more correctly than so-called socialism knows how to judge itself; the latter can, accordingly, not comprehend why the bourgeoisie callously hardens its heart against it, whether it sentimentally bewails the sufferings of mankind, or in Christian spirit prophesies the millennium and universal brotherly love, or in humanistic style twaddles about mind, education, and freedom, or in doctrinaire fashion invents a system for the conciliation and welfare of all classes.”


(19) “So rächte sich das mit dem Proletariat alliierte Pariser Kleinbürgertum für seine Niederlage vom 13. Juni 1849. Es schien im Augenblick der Gefahr nur vom Kampfplatz verschwunden zu sein ...” / “Thus did the Parisian petty bourgeoisie, in alliance with the proletariat, revenge itself for its defeat on June 13, 1849. It seemed to have disappeared from the battlefield at the moment of danger ...”


(20) “... Burggrafen ...” - “... siebzehn Burggrafen ...” / “... burgraves ...” - “... seventeen burgraves ...”


(21) “Am 31. Mai ging das neue Wahlgesetz durch.” - “... das Wahlgesetz vom 31. Mai 1850 ...” / “On May 31 the new electoral law went through.” - “... the election law of May 31, 1850 ...”


(22) “... eine Permanenzkommission von 28 Mitgliedern ...” / “... a Permanent Commission of twenty-eight members ...”


(23) “... steckte er einige Londoner Lakaien in französische Uniform.” / “... he puts some London lackeys into French uniforms.”


(24) “... kurz nach der Vertagung der Nationalversammlung ...” / “... shortly after the adjournment of the National Assembly ...”


(25) “Das Büro der Nationalversammlung beschließt, Yon in seiner Stelle zu erhalten, aber die Nationalversammlung, über ihre Gewaltsamkeit in Mauguins Angelegenheit erschreckt und gewohnt, wenn sie einen Schlag gegen die Exekutivgewalt gewagt hat, zwei Schläge von ihr im Austausch zurückzuerhalten, sanktioniert diesen Beschluß nicht.” / “The bureau of the Assembly, alarmed by its violence in the Mauguin affair and accustomed when it has ventured a blow at the executive power to receive two blows from it in return, does not sanction this decision.” [İngilizce çeviride hata var.]


(26) “... nachdem die Versammlung selbst ihn über den schlüpfrigen Boden der Militärbanketts, der Revuen, der Gesellschaft vom 10. Dezember und endlich des Code pénal mit eigner Hand hinübergeleitet hatte ...” / “... after the Assembly guided him with its own hand across the slippery ground of the military banquets, the reviews, the Society of December 10, and finally the Code penal ...”


(27) “Wenig genierten ihn die mittendurch spielenden kleinen Niederlagen des Justizministers, des Kriegsministers, des Marineministers, des Finanzministers, wodurch die Nationalversammlung ihr knurriges Mißvergnügen kundgab.” / “The minor defeats meanwhile sustained by the Minister of Justice, the Minister of War, the Minister of the Navy, and the Minister of Finance, through which the National Assembly signified its snarling displeasure, troubled him little.”


(28) “Daß die Armee dem Befehle der Nationalversammlung gehorcht hätte, ist wahrscheinlich, wenn man erwäge, daß ...” / “That the army would have obeyed the order of the National Assembly is probable when one bears in mind that ...”


(29) “... die sich in der ‘Assemblée nationale’ ein offizielles Tagesorgan geschaffen hatten ...” / “... who had provided themselves with an official daily organ in the Assemblee Nationale ...”


(30) “Wenn Heinrich V. den Grafen von Paris als Nachfolger anerkannte - der einzige Erfolg, den die Fusion im besten Fall erzielen konnte -, so gewann das Haus Orléans keinen Anspruch, den ihm die Kinderlosigkeit Heinrichs V. nicht schon gesichert hätte, aber es verlor alle Ansprüche, die es durch die Julirevolution erobert hatte.” / “If Henry V were to recognize the Count of Paris as his heir ...”


(31) “Die Fusion war also nichts als eine freiwillige Abdankung des Hauses Orléans, die legitimistische Resignation desselben, der reuige Rücktritt aus der protestantischen Staatskirche in die katholische.” / “The fusion, therefore, would be nothing but a voluntary abdication of the House of Orleans, its resignation to Legitimacy, repentant withdrawal from the Protestant state church into the Catholic.”


(32) “Die Generalräte der Departements, diese Provinzialvertretungen der großen Bourgeoisie, die während der Ferien der Nationalversammlung vom 25. August an tagten ...” / “The Department Councils, those provincial representative bodies of the big bourgeoisie, which met from August 25 on ...”


(33) “Sie hatte nichts mehr zu tun, als in einem kurzen bündigen Repetitorium des Kursus, den sie durchgemacht hatte, zu wiederholen und zu beweisen, das sie erst begraben wurde, nachdem sie gestorben war.” / “It had nothing better to do than to recapitulate in a short, succinct form the course it had gone through and to prove that it was buried only after it had died.”


(34) “... das Parlamentsgebäude mit Truppen besetzen ...” / “... parliamentary building occupied by troops ...”


(35) “... durch die schnapsbegeisterte Armee der Ordnung ...” / “... by the drunken army of law and order.”


(36) “Die Bourgeoisie hielt Frankreich in atemloser Furcht vor den zukünftigen Schrecken der roten Anarchie; Bonaparte eskomptierte ihr diese Zukunft ...” / “The bourgeoisie kept France in breathless fear of the future terrors of red anarchy – Bonaparte discounted this future for it ...”


(37) “... vollendet sie die Exekutivgewalt, reduziert sie auf ihren reinsten Ausdruck, isoliert sie, stellt sie sich als einzigen Vorwurf gegenüber, um alle ihre Kräfte der Zerstörung gegen sie zu konzentrieren.” / “... it completes the executive power, reduces it to its purest expression, isolates it, sets it up against itself as the sole target, in order to concentrate all its forces of destruction against it.”


(38) “Nicht der Bonaparte, der sich dem Bourgeoisparlamente unterwarf, sondern der Bonaparte, der das Bourgeoisparlament auseinanderjagte, ist der Auserwählte der Bauern.” / “The chosen of the peasantry is not the Bonaparte who submitted to the bourgeois parliament but the Bonaparte who dismissed the bourgeois parliament.”


(39) “...und erhält die proletarische Revolution das Chor, ohne das ihr Sologesang in allen Bauernnationen zum Sterbelied wird.” / (Bu cümle İngilizce baskıda yok.)


(40) “Tripotage mit den Eisenbahnkonzessionen auf der Börse von den vorher Eingeweihten.” / “... those in the know play tripotage [underhand dealings] on the Exchange with the railroad concessions.”



17 Kasım 2009 Salı

Yeni Bir Kürt Ayaklanması - Rasim Davaz

YENİ BİR KÜRT AYAKLANMASI

Rasim Davaz 29 Temmuz 1937


İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bu güne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl Tunceli adı verilmişti. Dersim hakim katmanları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir.


Halk Partisi (Kemalistler), iç pazarın genişletilmesini isteyen ulusal burjuvazinin baskısıyla, geçen yıl cumhuriyetçi devletin bütün ağırlığını koyarak bu çağdışı duruma bir son vermeye karar verdi. Özel bir yasa çıkartarak, ölüm cezalarını onaylamak da içinde olmak üzere amacı geniş yetkilerle donatılmış askeri bir yönetimi, bu kendi başına buyruk vilayette Büyük Millet Meclisinin yerine, iş başına geçirdi. Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (Şeyhler, ağalar, beyler ve seyitler) onların kiralık adamlarının Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı.


Basında çıkan haberlere ve Başbakan İnönü’nün Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmaya göre, başlangıçta yani Nisan ayında, nüfusu en az yüz bini bulan halkın aşağı yukarı 25-30 bin kadar hükümetin aldığı bu önlemlere karşı isyan etmiştir. Ancak isyancıların büyük bir kısmı, gelen baskılar karşısında geriledi ve askeri yönetime teslim olmayı yeğledi. Bugün hükümetin askeri kuvvetlerine karşı koyanların sayısı, ancak on bin civarında olduğu tahmin edilmektedir.


Dersim vilayeti Türkiye’nin doğusunda yer almakla birlikte, sınırlardan oldukça uzaktır. Bölgenin tümü 6300 km. kare olup, burada 75 bin ile 100 bin nüfulu göçebe bir halk yaşar. Toprağın ancak yedide biri ekime elverişli olduğundan, ana iktisat dalı hayvancılıktır. Halk hiçbir yönden bir bütün oluşturmamaktadır. Sayısız aşirete bölünmüştür ve aynı zamanda din ve ırk bakımından da parçalanmış durumdadır. Bununla birlikte halkın çoğu Zaza aşiretindendir.


Dersim son derece dağlık bir bölgedir. Sarp ve uçurumlu dağların yükseklikleri, çoğu kez dört-beş bin metreyi bulur. Arazinin bu yapısı ve doğru dürüst ulaşım yollarının bulunmaması, eşkıya çetelerinin barınaklarına ulaşmayı hemen hemen olanaksız kılmaktadır. Bu durum askeri harekâtları da güçleştirmektedir.


Bugüne kadar Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Azgelişmiş olan ticaret, tamamen aşiret reislerinin ve onların adamlarının aracılığıyla yürütülüyordu. Öyle ki, başka vilayetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı, çünkü mahalli mütegalibenin silahlı çeteleri tarafından haraca kesilmesi veya yağmaya uğraması kesin gibi bir şeydi. Bu çeteler bununla da kalmaz, barışçı komşu köylere yağma seferleri düzenlerlerdi.


Dersim’de devlet otoritesi sadece kağıt üzerinde kalıyordu. Feodal aşiret reisleri, her fırsatta, devleti hiçe sayarlardı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü ve yasal vergileri toplaması bugüne kadar mümkün olmamıştır. Bu iki sorun, daima, şeyhler ve ağalar tarafından toptan hallediliyordu. Ağalar, kendi yönetim ve yargı yetkileri altında bulunan ahaliden işlerine geldiği gibi vergi alıyor ve ancak bunun küçük bir kısmını hazineye devrediyorlardı. Bölge gençlerinin büyük bir kısmı askere gidecek yerde, aşiret reislerinin muhafız birliklerine fedai olarak giriyor, yani aslında eşkıya çeteleri oluşturuyorlardı.


Bu şartlar altında, Dersim tarihinin ayaklanmalarla dolu olması, şaşılacak bir şey değildir. Ayaklanmalar, Padişahlık zamanında , Meşrutiyette ve Jön Türk hareketi sırasında olduğu gibi, bugünkü Cumhuriyet idaresi altında bile hemen hemen hiç aralıksız süregelmiştir.


Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. Kemalist Hükümet, Büyük Millet Meclisi’nde şu önlem kararlarını aldırmayı başarmıştır.


1. Aşiretler, bundan böyle tüzel kişiliğe sahip olmayacaktır. Bu karara aykırı tüm kararların, belgelerin ve hükümlerin hiçbir geçerliliği yoktur.


2. Aşiret reisinin,beyin ya da şeyhin tüm yetkilerine son verilecektir.


3. Aşirete ait olan ve aşiret reisleriyle, beylerin ve ağaların aşiret adına, kendi mülkiyetlerinde bulundurdukları bütün taşınmaz mallar - mülkiyetleri hangi resmi belgeye, karara ya da geleneğe dayanırsa dayansın- devletin mülkiyetine devredilecektir.


İsyanın arifesinde tapu kadastro idaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesine ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.


Kitleleri kendi peşlerinden sürükleyebilmek için feodal unsurlar, hükümetin silahlı kuvvetinin zayıf olduğu lafını yaydılar. Yaydıkları söylentiye göre, hükümet, ayaklanmayı bastırmak için silahlı birliklerini göndermeye cüret ettiği takdirde, İngilizlerle Fransızlar Türkiye’ye hemen savaş açacaklardı. Ayrıca Arapların da isyancılardan yana olduğu şeklinde haber çıkardılar.


Feodal unsurlar kamuoyunu bu şekilde hazırladıktan sonra, birçok aşiret kendi arasında ittifak yaptı ve ‘Genel Müfettişe’ yazılı bir açıklama göndererek, idari makamlarla anlaşma temeli olmak üzere utanmazca şartlar ileri sürdü. İstedikleri şey hükümeti, feodal yöneticilerin zorbalığa dayanan keyfi rejimlerini tasfiye yolunda aldığı tüm tedbirlerden vazgeçmeye zorlamaktı.


Şu anda askeri harekât bütün hızıyla sürmektedir. Çok ayıda uçak filosu bu harekâta katılıyor. Mücadelenin nasıl sonuçlanacağı, şimdiden bellidir.


Kürt bölgelerini çok gezmiş olan Türk gazetecisi Naşit Haleki (‘Naşit Hakkı’ olacak-Y.N) Haber gazetesinde sorunu şöyle koyuyor:


‘‘Bugün on binlerce vatandaşımız, sayıları birkaç yüzü geçmeyen reislerin, seyitlerin ve bunların akrabalarının kuşaktan kuşağa, elden ele oyuncağı olma bahtsızlığına uğramış durumdadır. Bu vatandaşlara uygarca yaşamanın, onların şimdiki yaşayışlarından tamamen farklı bir şey olduğunu anlatabilmek için, her şeyden önce onları, bir avuç eşkiyanın kölesi durumundan ve egemenliğinden kurtarmak ve bu vatandaşlara özgür olma hakkını ve hayatlarını kazanma hakkını vermek gerekir.’’


Bu aslında doğrudur. Dersim’in on binlerce nüfuslu halkıyla ilgilenmek ve bu halka sistemli bir şekilde yardım etmek gerekir. Bu halkı yerinden oynatmak ve ülke içinde dağıtmak yanlış olur. Ancak bu şekilde, bu yüz bin insanı, Türkiye’nin ulusal bağımsızlık davasını kazanmak ve ülkenin iktisadi bağımsızlığının inşası ve sağlamlaştırılması için seferber etmek mümkün olabilir.

Rundschau, Basel

1937,sayı 32, s.1162


Komintern Belgelerinde Türkiye-3 KÜRT SORUNU

Kaynak yayınları, 1994. s.66-69


gönderi: H.Ahmet Çelebi/Semih Dinç