28 Mayıs 2010 Cuma

Mao! Mao! - Hikmet Kıvılcımlı

MAO! MAO!

15 Aralık 1970

Dr. Hikmet Kıvılcımlı

Manifest gibi: "Asya'da bir hayalet dolaşıyor: Mao Mao Hayaleti" diyelim. Bunun bizde de harika türleri belirdi. Yeri geldikçe konuya değmek üzere, şimdilik kısa bir giriş deniyoruz.

1-Mao-Mao tarikatımız

"Mao-Ze-dung düşüncesi".. Biz de de dervişlerini buldu. Dervişlilğ olsun da, ne olursa olsun. Onu beceririz. Sırtta abâ, elde asâ, kolde Keşkül'ü fukarâ.. Yalnız mangır mı? Fikir de dilene dilene, Mağripten Maşrıka gideriz. Hazreti Muhammet: "Ütlûb'ül İlm Velev fis Sîyn: Bilimi Çin'de olsa dileyin" demiş. Dilemişiz, gitmişiz, almışız, gelmişiz: Pusula - barut - ipek - kâğıt... daha neler, ne hünerler ve biberli baharlar.. Hep Çin'den gelmiş.

Neden Sosyalizm gelmesin? O da geldi. Hem tam bizim Halvetiyye tarikatının elde bin bir tâneli vird'ü tespihi, her parmağın üç boğumu gibi üçer üçer çekiyoruz: Marksizm - Leninizm - Maozedung düşüncesi... Birbirimizi mat etmek için, hep onu tekerliyoruz. Ve her kim ki tekerlemezse: neûz'ü billâh kâfir olur. Öylesine keskin Mao'cular türedi kim... kürsü'lerde!... "Kürsülerde" ya.. başka nerede olacak? Evet, hiç şaşmayahm: hepsi, İmam-Hatip diplomalı vâizler gibi. Hep siperce bir kubbenin altında, yahut göklere doğru basamak- basamak yükselen kutsal menberin üstünde, gözlerimizi çevremize kapayarak, ağzımızı cemâate açarak okuyup üflüyoruz: Marksizm - Leninizm - Mavzedung düşüncesi... "Marksizm-Leninizm" yetmiyor.. ille "Mavzedung düşüncesi"!!

2-Dünyayı sarsan 2 Deyiş: Tse Tung mu? Ze-Dung mu?

Çinli yoldaşlarımız, Moğol Atalarımızın kanıyla öylesine katışıktırlar ki, çekik gözlü, çıkık yanaklı sarp yüzleri bize ayrıca sıcak bir yakınlık verdiği için midir? İçten ısındık hepsine. Liderleri Mao, masallarımızın tükenmez büyülü Çin Padişahı gibi geldi oturdu kimi kafalarımıza. Öylesıne ki, adını Çin tecvidi ile kalkalelemiyenlere, cahil sapkın görmüşçe yukarıdan bakıyoruz.

Mao'nun sonu nasıl okunacak? Bir takım kendini bilmez nâbekârlar "Tse Tung" diyorlarmış. Neuzubillâh: Kâfir oluyorlar "Tse Tung" diyenler. Ağırbaşlılığına toz kondurmayan ağır sayfalı, ağır bilim yüklü bir "Aydınlık" dergisi de az kalsın cehennemlik olayazmış: "Tse Tung" diyormuş!.Yememiş, içmemiş Çincede aslını aramış. Meğer Çin-Mâçinli ağzı ona: Tse-Tung değil, Ze-Dung dermiş.

Allah, Allah .. Ne ulu günah! "bilimsel sosyalist Proleter Aydınlık" özel sayısında hemen, hadesten teharetle, gusul ve setr'i avret eyleyip, abdest almış: Bundan kelli, sakın ola Mao-Ze-Dung'a Mao-Tse-Tung demekten hararetle tövbe istiğfar ediyor. Bir daha mı "Mav-Tse-Tung" demek? Yârabbi, sen o müşrikliğe artık düşürme Ak-Aydınlık kulunu. Ve ey! Mao Mao müritleri: gözünüzü dört açın: Mao-Ze-Dung'a kalkar Mao-Tse-Tung derseniz, yeriniz Gayyâ kuyusunun dibi olur!

Böyle tilcik atlatmıyorlar, bizim Mao, Mao tarikatinin Şıh'tan icâzet almış tâze Halifeler:.. Gelin görün ki, şu Çin ümmeti çok ince külâh eylerler adama. Türkiye'ye dek ilettikleri Mao Peygamberin İncil'i Şerifi üstüne nasıl bir ad koysalar beğenirsiniz? Olduğıı gibi aşağıya alalım:

"Oeuvres Choisies de MAO-TSE-TUNG." Evet, bizim koyu dindar Mao Müritlerine Mao'nun Çinlileri bu affedilmez mûzipliği yapıyorlar. Resmen "Ze-Dung"a "Tse-Tung" diyorlar. Hem nerede? Mao'nun Pâyitahtı Pekin'de. Yukarıdaki kitabı yayınlıyanlann adresleri şu: "Yabancı Diller baskı'ları. PEKİN, 1969." Olabilir. Çin'de de bir "revizyonist" ajanı, tâ Pekin yayınlarına dek burnunu sokmuş. "Ze-Dung"u "Tse-Tung" diye bastırmakla, "Maocu halk savaşı"na sinsice ihanet ediyordur. Bizim müritler yeminlidirler. Hâşâ! öyle fısk'ü fücur'a ölseler düşmezler....

3- Sosyalizmin Üçlemine: Dung!

Vaktiyle, İsâ dininin, -eskilerce "Teslîs" denilen, -Üçlemi yerine, yukarıki üçüzün kuyruğunda "Stalin" gelirdi. Mao- Mao'cularımız onu makaslamışlar. Yerine "Mao-Zedung"u takmışlar. Genellikle "Batı": deyince "Hristiyan" akla gelir. Hristiyan kültürüne alışmış olanlar, Sosyalizmi de"Teslîs"leştirerek popüler olmak istemişler. Yahut, düşünmeden onu yapmışlar.

Şimdi (Marksizm + Leninizm + Stalinizm) üçlemi: (Marksizm + Leninizm + Mao-Zedung) düşüncesi olmuş "Stalin": (Çelikcil) demekti. Zâhir, çelik yeterli görülmemiş Mao-Zedung'un içinde hem "mavzer" var, hem de sonu Nakkaare dedikleri "kös" adlı koca davulun yaman tokmağı gibi: "Dung!" diye her düştükçe adamın ödünü patlatıyor. Pek sevdi kimi "sosyalistlerimiz" bu "Esmâ'i Hüsnâ" (Güzel-Adlar) çekmeği. Bizim bile neredeyse hoşumuza gidecek: Mav-Ze-Dung! Ho-Şi-Minh'inkinden hoş ve cengâver kaçıyor kulağa. Yüzlerce yıldır çok çekti Çin ümmeti. Kurtuluşunu 24 saat davul zurna çalarak kutlasa yeridir. Mao'nun el kadar kızıl kaplı kitapçığını bağrına basmadıkça nefes almasa hakkıdır.

4 - Devrim'in DEVRİM olduğunun "Keşfídir"

Ve nedir Mao-Ze-Dung düşüncesi? Marksizm - Leninizm'de söylenmemiş ve yapılmamış hiçbir yanı bulunmıyan bir diyalektik ve pratik olay: Devrim'in "DEVRİM" olduğunu düşünmüş Mao. Çok haklı. Devrimin: silâhlı bir ayaklanma olduğunu da düşünmüş Mao. O hepsinden doğru. Ya bizim devrimbazlar?

Elbet, Moskova'dan Pekin'e, Hanoy'dan Havana'ya dek yeryüzünün dört yanı kanlı ve silâhlı savaşlarla sosyalizme doğmasaydı, Santiyago'da Şili'de Allende'nin "marksizmi" sandıktan çıkıp iktidara geçebilir miydi? Orada bile hiç değilse genel kurmay başkanı gizli gizli kurban edildi, sağcılar tarafından. Hâlâ da "devrim" oldu mu? Göreceğiz.

5- Hey gidi "Mavzer" Yoldaş

Mao-Zedung'un, Rusça'daki: "Söz mavzer Yoldaşın!" şiirini aslından tercüme ve popülarize etmesine ihtiyacı yoktu. Koca Çin öyle bir yanardağın krateri olmuştu ki, orada en sünepe kalem çelebisi, akşam dâıresinden çıkıp evine sağ sâlim gitmek istiyorsa, kalçasına, mavzer olmadı, çakaralmaz bir tabanca takmadan yola düşemiyordu. Neden? Şu "ebedîleştirilmiş" sözden ötürü:

"Uzakdoğu'da Çin hacılarının etekleri bir karış kısalsa, Uzakbatı da Mançester dokuma endüstrisi zıngadak duruyor" da ondan. Üzerinde güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu bile grevden ihtilâle kayıyordu da ondan. Kapitalizm kolayını bulmuştu: Batıda işçi sınıfinı devrime ayaklandırmaktansa, Doğuya sömürgeliğin ateşten gömleğini giydiriveriyordu.

Hele Doğunun tepesinde Osmanlı Pâdişahı, Acem Şehinşahı, Çin Fağfuru gibi yozlaşmış Tefeci-Bezirgânlığın küpüne zarar keskin sirke bir derebeği tünetilmiş bulunuyorsa: O hepsinden ucuz ve rahat sömürü alanıydı. Yarı sömürgenin yerli bekçi köpekleri (ve yalnız onlar mı?) zaten birbirleriyle hırlaşıp kuduzlaşmaktan ve kendi kendilerini ısırmaktan öteye geçemezlerdi. (Yerli "devrimci"lerimizin yaşı ona benzemese?!)

6 - Yarı Sömürgede Tüm Silâhlı Ölüm

Yan Sömürgelerden Osmanlı parçalanıp kuşa çevriliyordu. Acem diyarının hazineleri, teherândan yukarısı senin, aşağısı benim: Hakpayı eski kalantor emperyalistler arası kasap çengelinde kesilıp biçilmişti. Ortada tek antika av: Uçsuz bucaksız 6 milyon küsur kilometre karelik, dünyanın içinde ayrı ve kapalı bir dünya olan Çin yarı sömürgesi kalıyordu. Onu kim yiyecek?

Kapitali olan herkes! Bütün limanlarını, ırmaklarını, göllerini yetmiş iki buçuk eski oturaklı, yeni yırtıcı çeşit emperyalist canavarları tutmuş. İkide bir yan yattın, çamura battın: Çin'in her işine, topla tüfekle, açık ve kanlı.saldırıyorlar. Bu saldırılarla iyice âhenkleştirilmiş Çin iç düzeninin her kaya dibinde bir silâtılı çakıcı haydut, günde metelik için adam doğruyor. Her dağ tepesine bir ayrı din ve ayrı kin fışkırtması general "Savaş Ağası" sivrilmiş, durmayıp silâhlı yağma ve yangın kışkırtıyor.

19. cu yüzyıl ortasından (kapitalizmin devrî ekonomi Krizlerinden) 20.ci yüzyıl ortasına (kapitalizmin politik krizlerine: Evren bunalımlarına, evren savaşlarına, evren ihtilâllerine) dek, her büyük sanayi ufunetini başkasının ülkesine boşaltmak isteyen soyguncu: Kesik başlı, yerde yatan Çin bereket ejderhasının tatlı etine saldırmış. Ama lâfla değil, çıplacık silâhla saldırmış. Çinli de, diline dolanan zikr'ü tespihle değil, eline geçen her türlü yabayla, kazmayla, bıçakla, kamayla, yâni gene silâhla habire, uluorta harakiri yapıyor, karnını kılıcıyla deşip kanlı barsaklarını dışarıya fırlatıyor.

7 - Çin'in 1. Kuvayimilliyeciliği: Uzun Yürüyüş

Bunalımlar, İç savaşlar, dış savaşlar.. ayrıntılarına girmiyelim. Kanın gövdeyi götürdüğü Çin'de herhangi bir devrimcinin:1789 - 1830 - 1848 - 1871 - 1905 - 1917 ve ilh. Devrimlerinin soluk ve tükürükle olmadığını "keşf" etmesine hiç ihtiyacı yoktu. Mareşal Çan-Kay-eşeği, o zamane dek elele yürüdüğü proletarya devrimcilerini 1927 yılı kahpece arkadan vurup, Şanghay, Nankin, Kanton'da rastladığı devrimciyi yakalıyordu. Soru sual yok. Ellerini arkalarına bağlatıyor, koyun gibi ama, boyunlarından değil, enselerinden kestirtiyor; başlarını ayakları üstüne diziyordu. O genel kılıçtan geçiriliş sırasında idama götürülürken kaçıp canını kurtaran Mao: "Bütün iktidar tüfeğin namlusu içinden çıkar" demiyebilir miydi? Mao bu durumda yetişmiş. Bir de bizim serde yetiştirilmişleri düşünün! Şehirde katliamlar sürüp giderken, köylerde patlamış ayaklanmaların başına işçilerle katılmamak: karşı - devrimciden başka hiç kimsenin yapabileceği iş olamazdı. Çan-Kay-Şek ordusu örnekti. Kapitalist düzeni uğruna bile dövüşürken, az çok bir düzen getirebildikçe 2 kat büyümüştü. Haydutlara karşı kim dirense, canından bezmiş halk, hemen onun çevresinde ordulaşıyordu. Tıpkı bizim Birinci Kuvayimilliye Anadolusu...

Onun için Mao'lar, Şu'lar, Çu'lar çevresinde, oldukça kısa bir silâhlı direnmeyle, 1930 yılı 50.000 kişilik ordu doğdu. Çang eşeğinin 900.000 kişilik üçüncü saldırısında Mao'lar: 90.000 kişilik orduları ile teslim mi olacaklardı? 16 Ekim 1934 günü düşmanı yarıp, Uzun Yürüyüşe geçmekten başka yol yoktu. 368 gün,18 sıradağlar, 25 ırmak aşıp, 300 çarpışma,15 düzgün Muharebe vererek, 10.000 kilometre yol alındı. 10.000 kilometre: Çin'in bir ucundan öbür ucu bile değil, oporta göbeği idi! Şensi'ye böyle gelindi.

Şensi, ilk Çin uygarlığına kentleşme kaynağı olmuştu. Şensi'nin inanılmaz stratejik savunma değerini kim keşfetti? Mao mu? Hayır: Hazret'i İsâ doğmadan 80 yıl önce, Çin'in Herodot'u sayılan Sseu-Matts... Kızıl Ordu'nun Uzun Yürüyüşle sığındığı yer için, Sseu-Matts: "20.000 kişi ile bu devlet mızrakla silâhlanmış 1 milyon kişiye kafa tutabilir." demişti. Yürüyüş sonu Kızıl Ordu'da 90 binden tam o kadar kalmıştı: 20.000 kişi... Çang 1 milyon kişiyi nereden bulacaktı? Çang bulmıya kalksa, emperyalizm Çin'i tek vücut görmeye dayanamazdı.

8 -Çin'in Yunan'ı Japon: Mao Yaratığı mıdır?

Emperyalistlerin en zıpçıktı haydudu Japon, daha 1931 yılı Mançurya'yı ele geçirmişti. 15 Temmuz 1937 günü Çan-Kay- eşeğinden, dış Moğolistan'daki Çahar'ı istedi. Gelenekçil Çin başkentinin Çin seddi ile korunduğu yerleri: Hopeh'i de istedi. Japon emperyalizmi bir hafta bile bekleyemedi. 21 Temmuz'da Pekin'i, 27 Ocak'ta Şanghay'ı,14 Kasım'da Kanton'u işgal ederek yayılmaya başladı. Mao'nun yakasını kurtardığı 1927 yılından, Ikinci Emperyalist Evren Savaşı sonu iç savaşların bittiği 1949 yılına dek 50 milyon Çinlinin öldürüldüğü anlaşıldı.

Bütün bu olaylar mı "Mav-Zedung düşüncesi"nin eseridir? Yoksa "Mav-Zedung düşüncesi" mi o olayların ürünüdür? Çin'de yetmiş yedi buçuk emperyalistin "din adamı" geçinen misyonerlerine bakın. Hepsi Afrika'da arslan avına çıkmış silâhlı başıbozuk kılığındalar? Papazlar bile elde silâh dolaşırken, "Mav-Zedung düşüncesi", hele Marksizm - Leninizmle temastan sonra, ne yapabilirdi? 90'lık Bonz'ların (Çin memurlarının) arasında çelebice kalemtraşlar bileyerek, fırçalar püskülliyerek "teraşîyde şiirler" düzmekle ve imtihana girip maaşına yarım Yen zam alma hasretini çekmekle kalabilir miydi?

9 - Türkiye'de miyiz? Osmanlılıkta mıyız?

Ak sayfalar üstüne Kara tilcikler diziştirirken, bilimcil sosyalizmi kimseciklere bırakamıyan ateşli beğciklerimiz var. Bunlar öz-arı-Türkçeyle, turnalar gibi: "ortam! ortam!" diye dem çekerler. "Mav-Zedung düşüncesini", yerin dibinden zorla göğe fırlatan ortam dediğimizdir. O ortam: Kapitalizmin son kertesinde, komprador burjuvazinin memleketi yabancı emperyalistlere, hiç bir maske takınmaksızın sattığı ortamdır. O, Yarı sömürge Antika İmparatorluğu'nun paldır küldür yıkıldığı ortamdır.

Mao'yu Mao yapan Ortam: Çin yarı sömürge imparatorluğunu hem didik didik etmek, hem olduğu gibi alıkoymak gibi çelişik amaçlann kasırgalı kıyametidir. Türkiye'de Osmanlı yarı sömürge imparatorluğunu hem paramparça etmek, hem ortak yerli komprador, yabancı Finans-Kapital sağlamalı olarak korumak isteyen çelişkiler kıyameti, 50 yıl öncelerine gelen Türkiye'dir.

Antika Çin İmparatorluğu emperyalistler arasında bir türlü paylaşılamadığı için, tümü ile patlayışı 40 yıl kan ve ateş saçan bir volkan gibi işledi. Antika Osmanlı İmparatorluğu: Yemen - Trablus - Balkan - I. Emperyalist Evren - I. Kurtuluş savaşları sırasında bütün dalları, kolları budandığı için, Sovyetler devrimine sırtını dayamış birkaç yıllık kuvayı milliye savaşı ile hiç değilse politık anlamda bir bağımsız Türkiye biçiminde istikrarlaştı.

O nedenle, Çin'de demokratik devrim komprador burjuvazinin tehakkümünden bir türlü kurtulamadı. Komprador burjuvazinin göbekbağı yabancı Finans-Kapital emrinde kaldı. Millet önünde her türlü meşrûluğunu ve öncülüğünü yitiren burjuvazinin yerine, ancak işçi sınıfı demokratik devrimi ele aldı, yörüngesine oturttu. Proletarya öncülüğünde demokratik devrim, önüne geçilmez akışıyla sosyalist devrime ulaşmaktan başka çıkar yol bulamadı.

Türkiye'de demokratik devrim, bir millî kurtuluş savaşı biçiminde gelişti. Komprador İttihatçı Burjuvazi çarçabuk kendisini ele vererek, egemenlik yeteneğini ve gücünü yitirdi. Burjuvazi, 20. ci yüzyılın genel kuralı içinde bir ayrıcalık sağlayıp, demokratik devrimin siyasî yüzeylerde başını bağlıyabildi. Ve 19. cu yüzyil ortasından beri "yabancı sermaye" kılığında Türkiye'ye girmiş bulunan Finans-Kapital: "devletleştirilme" baskısı altında, devlet kapitalizminden, doğru yerli Finans - Kapital egemenliğini sağladı.

Bugün Türkiye'de Mao'culuk taslamak: Türkiye'yi 50 yıl geride kalmış Osmanlı İmparatorluğu ile karıştırmak olur.

16 Mayıs 2010 Pazar

"Devrimci Fikirler"in Karl Marx'ı - Sibel Özbudun

DEVRİMCİ FİKİRLER”İN KARL MARX’I…[*]

SİBEL ÖZBUDUN

“Göklere yükselmeyen fikir,

yerde sürünmeye mahkûmdur.”[1]

Lamı-cimi yok: Post-“Elveda Proletarya” çağına girdik… Neo-liberalizmin dünya halklarına vaat ettiği Cennetin, gerçek (ve cehennemî) yüzü beklenenden de kısa bir sürede ortaya çıktı: Araları 2-3 yıla inen kriz fazlarıyla daha da yaygınlaşan/kronikleşen işsizlik, kamusal kaynakların küresel ölçekte çokuluslu şirketlere transferi, çaplı bir yoksullaşma/yoksunlaşma süreci, giderek genişleyen nüfus kesimlerinin marjinalleşmesi…

Kalemşorları tarafından “yenilmez” ve “ebedî” ilan edilen kapitalizmin bu yeni evresine “İlk Kurşun”, bilindiği üzere 1994 yılbaşı gecesi, Meksika ile ABD ve Kanada arasında imzalanan NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması)’ya başkaldıran Chiapas yerlilerinden geldi: “Ya Basta!”ları kısa sürede Seattle’dan Cenova’ya, Atina’dan İstanbul’a, Bolivya’dan Nepal’e tüm yeryüzünü kuşatacaktı.

Ne ki bu gelişmelerin, 1980’lerin “Büyük Yenilgisi”nin ardından heykelleri devrilen, kitapları ayak tezgâhlarına düş(ürül)en, üniversite kürsülerinden “insanlık suçu” işlediği ilan edilen Karl Marx’ın fikirlerine müracaatla açıklanabileceği fikri, postmodern ideologların istila ettiği “muhalif” iklimimizde bile bir süre yadırganacak, yadsınacaktı.

Ama görüldü ki ne “öznesi-nesnesi belirsiz” İmparatorluk metaforları, ne kimlik savaşları, ne de sınıflararası mücadeleyi sınıflararası müzakereyle ikame eden sivil toplumcu yaklaşımlar, neo-liberal yıkımın çapını karşılayabilecek kapsam ve içerikte bir mücadelenin kuramını biçimlendirmeye yetecek malzemeyi sağlayabiliyor…

Böylece, yeniden döndük “Sakallı”ya… Son yıllarda Karl Marx dünya ölçeğinde hem yapıtları en çok yayınlanan, hem de üzerine en çok yayın yapılan yazarların başında geliyor kuşkusuz…

Ne ki, özellikle 1980’lerden itibaren devreye giren “lapsus”, ve bu lapsus sürecinde biriken söylem yığışması, Marx okumasını özellikle yeni devrimci kuşaklar için zorlaştırıyor.

Alex Callinicos, Marx’ta ayak diremekten vazgeçmemiş az sayıda Marksist’ten biri. Orijinali 1983’te yayınlanan Karl Marx’ın Devrimci Fikirleri’nin[2] “Önsöz”ünde Marx’ı okumayı güçleştiren esas etkenin Marx’ın fikirlerinin çoğu kez büyük ölçüde çarpıtmalara maruz kalmış olması olduğunu vurguluyor. Bu çarpıtmalar antimarksistlerden olduğu kadar, onu “resmi ideoloji”lerinin kaynağı hâline getirenlerden kaynaklanmakta Callinicos’a göre. Ve de, “üniversitelerde ve yüksek okullarda, hedefi kapitalizmi devirmek değil, Marksizm’i incelemek olan yeni bir Marksizm türevinin ortaya çık”masına yol açan Akademik Marksizm’den…

Bu nedenle Marksizm’i, Marx’ın yazılarından hareketle bir kuram, bir kuram olduğu kadar bir “devrimci eylem rehberi”, ya da tekil bir deyişle bir “pratik felsefesi” olarak sunan bir duruşla kaleme almış Karl Marx’ın Devrimci Fikirleri’ni.

Göreli sınırlı sayıda sayfa içerisinde, (metnin Türkçesi 246 sayfa tutuyor - hemen eklemeli, duru, anlaşılabilir bir dille çevrilmiş…) okur hem Marx’ın biyografisini, hem Marx-öncesi sosyalizm akımlarını, hem Marx’ın düşünüşünün biçimlenmesinde katkıda bulunan Ricardo, Hegel ve Feuerbach’ın görüşlerini, hem Marx’ın yöntemini, ekonomi-politikasını ve devrimci praksisini hem de Marksizm’in günümüz için taşıdığı önemi bulabiliyor - kitabın sonuna eklenmiş, Marksizm üzerine aydınlatıcı bir kaynakçanın yanı sıra…

Tekel işçilerinin Ankara’nın yüreğindeki 78 günlük direnişine omuz veren, işçilerin mücadele içerisindeki dönüşümünü izlerken kendileri de değişen, dönüşen devrimci gençler için sanırım “Kapitalizm, sömürüyü, yani, sermaye ile emek arasındaki çelişkiyi temel alan bir toplum biçimi olduğu için, sınıf mücadelesine yol açar. Bu mücadelenin etkisi işçi sınıfını dönüştürür. İşverenle savaşın baskısı işçileri kolektif olarak örgütlenmeye ve giderek toplumu dönüştürmedeki çıkarının bilincinde olan bir sınıf gibi hareket etmeye zorlar. Mücadele deneyimi, işçilerin kendi çıkarlarının farklı olduğunun farkına varmasını sağlar. Kazandıkları zaferler, sonuçları ne kadar küçük olursa olsun, onlara iktidarı burjuvaziden almak için gereken siyasal harekette yer almak için gereken güveni sağlar,” (s.95.) sözleri, taze pratiklerinin ışığında çok anlamlı gelecektir.

Karl Marx’ın Devrimci Fikirleri tam da bu mücadelelerin yoğunlaşacağı günümüzde, sıcağı sıcağına başvurulması gereken bir el kitabı… Yayıncıları bu isabetli zamanlama, ve isabetli bir seçim için kutlanmayı hak ediyor…

7 Mart 2010 14:46:18, Ankara.

N O T L A R

[*] Newroz, Yıl:4, No:126, 25 Mart 2010…

[1] Beaconsfield.

[2] Alex Callinicos, Karl Marx’ın Devrimci Fikirleri, Antikapitalist Yayınlar, İstanbul, Aralık 2009.

http://www.ivmedergisi.com/devrimci-fikirlerin-karl-marx%C4%B1.html

Felsefe Açılımları - Reha Ülkü

ARİSTO - LAO TZU PROTO-SENTEZİ ( REHA-ÜLKÜ , EKİM 2004 )

( DİYALEKTİK – POLİYALEKTİK AÇILIMLARI ..)

GİRİŞ

Felsefe tarihi, Eski Yunan’da ve Eski Çin’de M.Ö. 5. Yüzyıl’da diyalektiğin tasarlanmasıyla aşağı yukarı eşzamanlı olarak bir ilk zirve yaşamıştır. Bu ikisemin iki düşünürü Aristo ve Lao Tzu’dur. Tartışmamızı onların düşüngüleri üzerinden yürüteceğiz.

Aristo Kategorisi

Aristo; Eski Yunan’daki ‘Sokrat-Platon-Aristo’ düşünür üçlemesinin son ayağıdır. İlk usta Sokrat hiç kitap yazmadı. Geriye kalan ikili, uzun yüzyıllar boyunca birbirinin karşısavı sayıldı. Platon idealist sayılırken, Aristo dünyevi sayıldı. İronik olan durum, tek tanrılı Hristiyan dininde, başta lanetlenmesine karşın, temel akıl yürütmelerde (teolojik mantıkta) Aristo’nun temel taşı sayılması ve Aristo’nun tamamlayamadığı düşüncelerini yüzyıllar sonra Hristiyan papazlarının tamamlamasıdır.

Aristo, tarihteki sanat değilse bile, bilim-düşün doruklarından birini oluşturan Eski Yunan kültürünün temsilcisidir. Anımsayalım: Geometriyi Eski Mısır, aritmetiği Eski Yunan, sıfırı Hindistan, cebri İslam Kuzey Afrika’sı, analizi Avrupa icat etti. Bugün ‘bilim’ dediğimiz şeyi Eski Yunan başlattı. Yani, zihinsel dorukların kültürel doruklarda çıkması raslantı değildir.

Aristo kendi mantığını kurarken, durumu açıkça beyan eden Euclid geometrisini onun mantığı üzerine, Newton ise fiziği her ikisinin düşünceleri ve denklemleri üzerine kurmuştur. Bu da eşlenik paradigmaların eşzamanlı-eşmekanlı yaratılmadığının bir göstergesidir. Newton Fiziği’nin karşısavı Einstein Fiziği’nin de Aristo Mantığı’nı kullandığını belirtmekte yarar var ki bu da başka bir eşleniksizlik durumudur.

Aristo’nun biyografisindeki en büyük çelişkisi Büyük İskender’dir. İlk dünya fatihine hocalık yapmak, Aristo’ya yarar yerine, zarar getirmiş ve onun ölümünden sonra öldürülmesine ramak kalmıştır. Bu nedenle, savaşa hiç bulaşmayan Lao Tzu’nun karşısavı sayılır.

Aristo metafiziğin başlatıcısı sayılır ki mutlaklık arayışı sonradan İslam da dahil, tek tanrılı dinlerin temeline bu düşüncenin yerleşmesine neden olmuştur. İslam’ın ilk rönesansında 10. Yüzyıl’da Ön Asya’da Aristo’ya şerh yazmayan İslam alimi kalmamıştır.

Sokrat Platon’un hocasıysa, Platon da Aristo’nun hocasıdır ve boynuz kulağı her zaman geçer. Bugün Platon’un akademisi ve Aristo’nun lisesi hala okul adlandırmalarında kullanılıyor. Lise akademiye karşısav olarak tasarlanmış ama bu konumuz dışında. Platon’un da epeyi kitabının bugün bile hala var ve okunur olduğu düşünülünce, elimizdeki ilk yazılı kayıtlı usta-çırak ikilisi onlar olsa gerek.

Lao Tzu Kategorisi

Lao Tzu’nun da Sokrat gibi hiç kitap yazmadığı rivayet edilir. Ülkedeki (ya da bizi deyişimizle ‘beylik’lerdeki) kaos nedeniyle Çin Seddi’nin arkaik versiyonlarından birini geçerek batıya doğru giderken, bir sınır muhafızının arzusu üzerine, düşüncelerini ona dikte ettirdiği de rivayet edilir. Bu açıdan Sokrat ile özdeştir.

Lao Tzu da üçlemedir. Önce Konfiçyus ile ikilidir, sonra ilk savaş kuramı başustası Sun Tzu ile üçlüdür. Konfiçyus-Sun Tzu barış-savaş diyalektiğidir. Konfiçyus-Lao Tzu (somutçuluk : davranışçılık) pragmatizm-soyutçuluk (tutum) diyalektiğidir. Lao Tzu-Sun Tzu savaş-savaş diyalektiğidir (ki bu savaş-barış diyalektiğinden daha işlevseldir), burada Sun Tzu edimcidir / davranışçıdır, Lao Tzu savaşın zihinde kazanılacağını öngörür. Bu üçlemeni tam açımlanması, 10-15 paragraflık bir metin gerektirir ama bunu geçiyoruz.

Çin 2.000 küsur yıllık meteoroloji, 1.000 küsur yıllık astronomi kayıtlarıyla tarihin en sürekli kültürel örneğidir. Eski Çin, Eski Yunan gibi bir bilim merkeziydi ama eşzamanlı olarak onun kadar gelişkin bir kültür yaratamadı. Eski Yunan’ın yayılımcılığına karşın, Çin’in çağlar boyu işgal eden değil, işgal edilmek istenen uygarlık konumunda olduğunu anımsamak gerek. Yine de, yazısıyla ve diniyle Kore’yi ve Japonya’yı tümüyle etkiledi. Çin tüccarlar tüm Pasifik adalarında ticaret yaptı. Bugün bile oralarda Çinliler hala önemli bir azınlık durumundalar. Ancak ‘insan’ sözcüğünü yalnızca kendi ulusları için kullandılar.

Aristo-Lao Tzu Diyalektik Dilemması

Diyalektik dilemmalar (ikili olumsuz durumlar) şunlar demektir:

Bir: Karşıtlıklar kimi birbiriyle özdeşleşir, kimi birbirinden ayırtsızlaşır, kimi birbirinden uzaklaşır. O nedenle değil sentez, dekadans bile ortada yoktur.

İki: İki sav, çarpışıp birbirini durduran iki top gibi birbirini bloke de edebilir. Bunda kültürlerin saçılımlarının payı yüksektir, yani kültürlerin iç momentumlarının çoğu karşılıklı olarak bir diğeri tarafından soğurulur, geri kalanı da dağılır gider. Örneğin istilacı barbarlar uygar kentliler tarafından uyruklaştırılır, Çin’in Türkler’e kezlerce yaptığı gibi. Eski Yunan ve Pers de birbirini yok etti. Adı bugün bile hala olumsuz anlamda anılan kral Nemrut ikisi arasında bir sentez denedi ama ülkesi kısa sürede çözüldü. Eski Yunan’ın sonunu fatih İskender’in getirmesi de tarihin bir esprisi.

Aristo’ya bakalım: ‘Eski Yunanca-Süryanice-Arapça-Latince’ gibi bir diziyle toplamda 1.500 küsur yılda çok aşamalı olarak (çok ülke gezerek) bugünkü konumuna kültürel olarak evriltilmiştir. Hristiyanlık düşüngüsü tarafından kezlerce lanetlenmiş olmasına karşın, bugün onun belkemiğini oluşturmaktadır. Ayrıca, başyapıtı ‘Metafizik’in ne kadarını onun yazdığı şu an belirsizdir. Adıyla anılan mantık ise, onun tarafından oldukça eksik olarak icat edilmişti.

Lao Tzu’ya bakalım: Aynı biçimde bugün elimizde olan kitabını onun yazıp yazmadığından emin değiliz. Hatta bir ara yaşayıp yaşamadığından bile emin değildik. Kitabı denli, şerhleri de önem taşıyor ki Sun Tzu için de öyle. Asıl önemlisi, Çinliler’in bir davranışı: Çinliler, ölmüş ve yaşayan bütün dillerdeki ‘Tao te Ching’ kitabı çevirilerini yeniden gerisin geri Çinceye çeviriyor ve bunları yeni birer kitap sayıyormuş. Koşut bir örnek: Türkçe’de 5 çeviri var ve biri diğerine hiç mi hiç benzemez. Bu Kuran tefsirinden farklı bir durum. Çince’nin yapısından ileri geldiği öne sürülen, aynı sözcüğün çok simge-anlam taşıyabilmesi nedeniyle sürekli çoğul okuma yapılabilmesi durumu sözkonusu, yani sözcükler yalnızca sözlük anlamlarıyla bile çok anlamlı, yoksa ‘Arapça değil mi, uydur uydur söyle’ durumu ortada yok.

Bunlar eksiklikler. Şimdi de tamamlıkları karşılaştıralım ve karşıtlaştıralım:

Önce özdeşlikler: Bir: Eski Yunan ve Eski Çin; bugün ‘katı, sıvı, gaz, plazma’ olarak telaffuz edilen maddenin temel fazlarını, yine onları temsil edebilecek biçimde ‘toprak, su, hava ve ateş’ olarak ortak biçimde telaffuz etmiştir. İki: Kültürü kültür yapan yazıdır, her ikisi de yazılı kültürlerdi. Üç: İki uygarlığın da yükselişi kendi iç devimselleri denli, dış etkilerle de olmuştur, yoksa bu dönemin ardından her ikisi de aynı kültürlerle inişe geçmese gerekti.

Sonra karşıtlıklar: Bir: Aristo bir göreli dünya fatihinin izinde batıdan doğuya yol alırken, Lao Tzu bir iç savaştan dolayı, doğudan batıya yol almıştır. Öyküsünün sonu hakkında bir rivayet bile yok. İki: Aristo dış-kültür ile ilgilenirken, Lao Tzu iç-zihin ile ilgilenmiştir.

Aristo’ya göre bir insan ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’ya göre erdem erdemsizliktir. Aristo’nunki analitik diyalektik, Lao Tzu’nunki sentetik diyalektiktir. Aristo’nunki içkin diyalektik, Lao Tzu’nunki aşkın diyalektiktir.

Aristo’nun savı ne demektir? Bir: İki değerli bir mantık sözkonusudur. Ancak bu mantık büyük sayıda önerme dizili akıl yürütmelerde giderek gevşekleşir ve geçersizliğe limitlenir. İki: Diğer bir deyişle Aristo Mantığı, önermelerin içerik büyüklüğü sıfıra limitlenince, yani bilgisayar mantığı gibi geçerlileşir.

Lao Tzu’nun savı ne demektir? Bir: Bir doğruyu ‘-/0/+’ diye bölelim. Eksileri ve artıları logaritmik ölçekle küçültelim. Eşit uzunlukta ama logaritmik skalalı iki doğru parçamız olur. Her ikisini de sıfır noktasından bükerek birer çember yapalım ve üstüste çakıştıralım. Bu durumda birbirinin karşıtı olan artı ve eksi değerler içiçe olacaktır ve şöyle denilebilecektir: “Artı eksidir ve tersi de.” İki: Çok iyi davranma arzusu kişiyi kötülüğe götürebilir ki genelde götürür de. Üç: Erdemsizlik olmasaydı, erdem tanımlanamazdı. Dört: Aristo’nun iki değerliliği geçersizdir. Bir davranış aynı anda bir açıdan iyi, bir açıdan kötü olabilir, yani tutarlılık geçerliliği tümüyle kapsamaz.

Dolayısıyla ikisinin karşıtlıklarının birbiriyle ve gerçek yaşamla örtüşmediği epeyi durum var olabilir. O nedenle Aristo-Lao Tzu sentezi tümel bir çözüm olmayacaktır. Doğu-Batı ikisemine Kuzey-Güney ikiseminin çakılması ama hala sentezin yaratılamaması gibi bir durum sözkonusudur ve olacaktır.

Asıl metafiziği içerik olarak Lao Tzu tasarlamış olmasına karşın, Aristo yalnızca bir önceki kitabı ‘Fizik’ adını taşıdığı için, ‘Metafizik’ kitabına ‘fizik sonrası’ anlamında ‘Metafizik’ demiştir. Lao Tzu’nun kitabının başlığı ise Türkçe’ye ‘Yüce Aklın Erdemi’ ve ‘Yol’ olarak çevrilmiştir. Bugün ‘Taoizm’ dendiğinde, ‘sonsuz yürünen bir yol’ anlaşılmaktadır ki bu tamamen metafizik bir süreçtir. Her ikisinden sonra onlarca metafizik kategori tanımlanmış olduğu için, her ikisi de biricik veya tümel kapsamlı düşüngüler değildir. Felsefe tarihinin gösterdiği budur: Tüm filozoflar mutlak olmak ister ama onu göreli kılacak diğer bir filozof er geç mutlaka çıkar.

GELİŞME

Diyalektik-Poliyalektik Açılımları

Aristo’nun analitik diyalektiğinde, bir şey ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’nun sentetik diyalektiğinde erdem erdemsizliktir.

Hegel’in (Kant’tan devralınmış) triyadik diyalektiğinde sentez denli, dekadans da bir olursaldır (contingency). Marx’ın diyalektik materyalizminde karşıtlar çelişir, çatışır ve sentezlenir.

Buraya kadar hepsi pozitif diyalektikti.

Adorno’nun negatif diyalektiğinde karşıtlıklar ve çelişkiler birbirine karıştırılmadan birarada tartılır; karşıtlığın iki tarafı diğeri üzerinden dolayımlanmadan, en keskin ucuna doğru sürüklenir.

Buraya kadar hepsi düzüne diyalektikti.

Tersine diyalektikte, karşıtlıklar birbirine yaklaşmaz, mesafeli kalır veya birbirinden uzaklaşır. (Daima savaş olacak değil ya.) Bu tutarlı değil, geçerli bir durumdur. Çokkültürlü toplumlarda, örneğin cumhuriyet dönemindeki Türkiye’de, tüm ayralların birbirine anlayış değil, düşmanlık ve saldırı gösterdiği gözlenir. 1985-2000 arasının en mağdur ayralları sayılan Kürtler’in, bırakın eşcinsellere veya uyuşturucu bağımlılarına karşı, kendi halkından astlarına karşı bile sürekli faşistçe davrandığı bilinir. Keza köylülerin zenginkondulaşması, 1983-1998 arasında diğer gecekonduluların mal varlığını tam bir talan ve yağmaydı. Öyle ki: Anadolu toprağının bu nedenle yüzyıllarca çölleşmesi gündemde.

Buraya kadar hepsi diyalektikti.

Ursula K. Le Guin’in çoğul (üçlü) diyalektiğinde 3 tane karşıt 2’li sav vardır. ‘Mülksüzler’ romanında bunlar çelişir, çatışır ama sentezlenmez. Alana 4. kategori-novum girer ve öykünün sonu boşlukta kalır. O demez ama biz buna ‘triyalektik’ diyebiliriz.

2’den 3’e yol varsa, 3’ten 4’e, 4’tan çoka ve/ya sonsuza da gidebiliriz ya da o yolu tanımlayabiliriz. Konulu tanımlarla, diyalektikten ve 2’den sonrasına ‘poliyalektik’ diyoruz. Tanım gereği, poliyalektikte ‘n x (n-1)’ adet 2’li karşıtlıklar, yani diyalektikler koyabiliriz. Şerh: Bir kategorinin kendisiyle çelişkileri, özdeşlik ilkesinin sorunsalıdır. Diyalektik, Aristo’dan Adorno’ya dek, özdeşlik ilkesini sorgulamaz. Buradaki parçalarda, Adorno’dan sonrasında sorgular ama o başka bir metnin konusu olur.

Artı-ekstra çıkma: Bu karşıtlıklar bir düzlemde 180 derece açılı 2 ışın olarak tanımlıdır. Bunları 90 derece açılı, yani birbirine dik olarak yeniden tanımlarsak ve yeni bir öğeyi alana sokarsak, birbirine karşıt olan 3 adet 2’li yine olur ama bu durum biraz daha farklı bir triyalektik / poliyalektik olacaktır. Birim, ters ve geçersiz işlemler farklı tanımlanacaktır. Karşıtlıklar birbirine tersinmez işlemlerle dönüşebilir olacaktır ki Le Guin bir bakıma bu tür bir triyalektik tasarlamış oldu, çünkü Anarres bir bakıma Urras ile, bir bakıma A-İo ile özdeştir ama hiç biri verili yerzamanda diğerine çevrilemez, başka bir deyişle en keskin devrim bile %o 5-100 tümel değişim demektir.

Buraya kadar düzüne poliyalektikti. Tersine ve negatif poliyalektikler de olabilir. Lao Tzu-Aristo sentezi de bu tür açılımlar içerebilir.

Aristo-Lao Tzu Poliyalektiği

Aristo-Lao Tzu karşıtlığı, Batı-Doğu, Avrupa-Asya karşıtlıkları demekti, hala öyle ve bir süre daha öyle kalacak. Tarihte eşzamanlı olarak bu denli zamansal-mekansal makro ve birbirine karşıt iki kategori kolay kolay çıkmaz. 20. Yüzyıl’daki ABD-SSCB (kapitalizm-sosyalizm), Birinci+İkinci-Üçüncü Dünya karşıtlıkları bundan küçüktü. Eski Yunan ve Eski Çin birbirinden uzaktaydı, tersine poliyalektik buydu. Bugün temastalar ve düzüne poliyalektik sözkonusu.

Diyalektik dilemmaların tersine poliyalektiğinde, iki kategoriyi birbirinden uzakta tutmak evladır ama artık ABD-Çin çatışması nedeniyle düzüne poliyalektik var. ABD Eski Yunan’ın ardılı, Yeni Çin Eski Çin’in ardılı olduğu (ya da öyle saydıkları) için ikisinin savaş alanında, yüzyıllar önce ölmüş iki usta da kitaplarıyla kapışmakta. Diyalektiğin poliyalektik yapıcıları, yani diğer öğeler AB, Hindistan ve Japonya’dır.

Çin dünyanın bir nolu ekonomisi olmakta. Yalnızca 10 yılda uzaya insan yolladı. Yeryüzünün en eski kültürü. Ateist engizisyonun biricik örneği durumunda. Çin yapımı dövüş filmleri ABD ürünü oskar kazandı ve Çinli yönetmenler Holywood’da çok seyredilen filmler yapıyorlar.

ABD dünyanın dört nolu ekonomisi olmakta. Mars’a insan yollayamıyor. Yalnızca 230 yıllık bir kültür. Katolik engizisyona yakın konumda. Şiddet filmleri Çinliler’inkiler yanında çocuk oyuncağı kalıyor ve ABD’li yönetmenler Çin’de film yapmıyor.

ABD Çin’e yenilmeyi hazmedemez, 11 Eylül’ü hazmedemediği gibi. 1997’de eski Yugoslavya savaşlarında Belgrad’daki Çin konsolosluğunu ABD uçakları bombaladı. Çin ABD’nin tüm teknolojik sırlarını çalıp bir de alay etti: Hırsızlar hırsızlıktan yakınıyor. Çin ABD’den daha acımasız, ABD’nin Hitler Almanya’sından daha acımasız olması gibi. Bu savaşın kazananı olmaz.

Dolayısıyla karşılaşma başladı ve çatışma adım adım ilerliyor. Bu durum, kriz zamanlarında dehaların artması ve Aristo’nun Orta Çağ koşullarında tamamlanması gibi, yeni kriz döneminde de yeni bir novum-sentez başlangıcı umduruyor. Aristo-Lao Tzu sentezi, Aristo’nun Avrupa kültürüne yerleşmesi gibi yavaş yavaş ve kesintili ilerleyen global-düşüncesel bir süreç olacak. Yine de, gerçekleştirilmesinin 22. Yüzyıl’ı bulmayacağını rahatça önesürebilirz. O kadar uzarsa tamamlanamaz. O zaman da ‘proto-’ olarak kalır.

Aristo-Lao Tzu Poliyalektiğini Mantık Temelinde Örnekleme

Özdeşlik İlkesi

Aristo Mantığı’na üçüncü şık girince, dördüncü ve ‘n’inci şıklar da girer. Mao’nun 3 dünya teorisinde, 2. Dünya şimdiki AB olarak tanımlanırken, Varşova Paktı olarak da tanımlanabilirdi. 3. Dünya Hindistan tarafından tanımlandığında Çin 3. Dünya iken, Mao öyle söylemese bile 1950’de Çin 4. dünya bile değildi. Bugün ise Çin 1. Dünya’da. Aynı dizide 4. dünya Afrika ülkeleri, 5. dünya küçük ülkeler, 6. dünya ülkesiz halklar, 7. dünya ayrallar olur / olmuştu. Tüm bunlara karşın bu tanımlamada kadın yine yer almamış olurdu.

A ve A’ bütün (tümel / evrensel küme) ediyorsa, La Tzu’da bütün ikiye ve kendi içine katlanmış olur. Burada novum olmaz. Sentez de olmayabilir, olursa da başka yoldan olur. Bir de bir düzlemdeki bir çembersel ötelemenin / evirtimin çemberin içinde başka, dışında başka işlediğini de hesaba katmak gerekli, bunun mantıksal versiyonunu tasarlamak uygun.

Bütün-Parça İlintisi

Bütünün parçalarının toplamına eşit olduğu durumun dışında, küçük ve büyük artı farklı olduğu durumlar da eklenebilir. Sentez daha çok farklılık olarak düşünebilir. Biyolojideki mutasyon da mantıksal bir farklılıktır, bir parçadaki özdeşlik ilkesi bozulunca sonuç tümden farklı ve henüz tanımlanmamış olabilir.

Neden-Sonuç İlintisi

Birebir neden-sonuç ilintisinin yerine, 15 doğrusal olmayan zaman ve 14 birebir olmayan neden-sonuç ilintisi tanımlanabilir (bakınız: ‘Doğrusal Olmayan Zamanlarda Neden-Sonuç İlintileri’ metni). Doğrusal olmayan zaman heterojen, süreksiz, tersinir ve çoklu artı (doğrusal zamanlarla da) bunun ikili, üçlü, dörtlü kombinasyonları olabilir. Birebir olmayan neden-sonuç ilintisi, sıfır, epsilon, bir, iki, çok olarak ‘n-e-n’ kombinasyonuyla tanımlanabilir. Ortaya çıkan kalabalık permütasyonlardan birkaçı ileride sentezin geleneği kılınacak.

Proto-Sentez Süreçleri

Proto-sentez, çünkü sonuç kesin kalmayacak ve tama hemen yükseltgenmeyecek. Felsefi bir dene-yanıl / yap-boz sözkonusu. Sentez, çünkü bunu olanaklı kılacak koşullar giderek daha çok oluşmakta. 2.500 yıllık kültürel saçılım lifleri şimdilerde üstüste odaklanıyor ve içiçe geçiyor. (Saçılım lifleriyle kültürel neden-sonuç ilintileri akışında oluşan ve ileride paradigmaları oluşturabilecek ön ve alt paradigmalar kastediliyor.) Bu; metafizik-fizik (bilim), diyalektik-poliyalektik, Doğu-Batı, savaş-barış (proto-)sentezleri de demek olabilir. Bu (proto-)sentezi Çince(ler)’deki Arito’nun ‘Metafizik’ çevirileri etkileyebilir. Kimbilir, belki de etkiledi bile. Çin felsefesiyle İslam felsefesini eşleştiren bir Japon yazar okuduğuma göre, bu da pekala mümkün.

Metafizik-bilim sentezi şu demek olabilir: Öncelikle, uzmanlık-disiplinlerarasılık / çokdisiplinlilik sentezi.

Bir uzman hiçbirşey hakkında herşey bilendir. Bir disiplinlerarası / çokdisiplinli herşey hakkında hiçbirşey bilendir. (Ara katkı önerme: Bilinenleri bilmeyen biri bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemez.) Çinliler ise bilme hakkında şöyle söylerler: Bilmeyip bilmediğini bilmeyenden sakının. Bilmeyip de bilmediğini bilene öğretin. Bilip de bildiğini bilmeyeni destekleyin. Bilip de bildiğini bilene karışmayın. Bilgi Çağı’na girdiğimiz kesin. 20. Yüzyıl tüm geçmişin katları düzeyinde bilgi üretti. 21. Yüzyıl bunu üssel olarak aşabilir. Gereksinim duyduğumuz düşünce aracı, yeni bilgilerden çok, bilgisel bir kavramsal çerçeve ki 26 olası Aristo-değil Mantığı Lao Tzu negasyonları sentezletebilir.

Diyalektik-poliyalektik sentezi, Aristo ve Lao Tzu adlarını birarada telaffuz ettiğimiz an kendiliğinden sözkonusu olur. Bu süreç, ‘Diyalektik-Poliyalektik Açılımları’ bölümünde açımlandı. Dizilerin tümlev aracılığıyla bir fonksiyonun alanını verebilmesi gibi, bu sentez düşüngülerin limitsel kaplamlarını ve kapsamlarını panoramalayabilir. Yeni ürün, düşüngülüre ikili değil, çoklu doğru qarçaları olarak geometreliyebilir.

Doğu-Batı sentezi, Hristiyan ABD’nin hatası nedeniyle 100 yıllığına imkansızlaştı. Bu yüzyıl aynı zamanda gıda, enerji, çevre ve nüfus krizleri de demek. İnsan türü bitmez ama gerçek bir nüfussal azalma yaşayabilir. Dünyanın en büyük iki dini birbirine yeniden silah çekmiş durumda. Bu da sonul çözümün icadını geciktirecek ama tarih çok sabırlıdır.

Savaş-barış sentezi en zor alan. Daha önce topyekun ve imhasal savaş tanımlanmıştı ama gerçek anlamıyla kanıtlanmamıştı. 11 Eylül 2001 bunu kanıtladı ve Sun Tzu’ya artı Büyük İskender’e şerh yazdı. Sivillerin savaştan masum ve masun olmadığını, burjuva barışının dünyanın yarısından çoğu için savaştan daha ölümcül olduğunu da biliyorduk. Bilmediğimiz, çok çok büyük bir yıkımın çok çok ucuza mal edilebileceğiydi: 1 milyon ölü ve 100.000 dolar ama yalnızca 1 saat, İskender gibi yollarda ölmek gerekmiyor artık. Keza, ABD’nin topraklarında ilk kez vurulması muazzamdı. Sonuçta, nasıl ki artık herkeste atom bombası olduğu için kullanılamayacaklarsa, Yanki kültürünün çok yücelttiği bireysellik biçiminde, tek bir kişi 1 milyon ölülük bir intikam alabilecek duruma geldi ama yapılmayabilir. Bunun uzaya yolculuğun resmi ve devletsel çabaların dışında, binde bir maliyetlerle becerilmesi de raslantı değil: Duvar yıkılıyor ve yarının ışığı bir kez daha doğudan geliyor. O ışık hidrojen bombasının ışığı da olabilir, yeni bir yolun ışığı da.

SONUÇ

Binlerce yıllık zihinsel-kültürel yoğunlaşmalar yaratmak düşünce tarihinde pek sık raslanır durumlardan değil. O nedenle referans alınabilecek usta beyin yok. Tüm ilklerin belirsizlik taşıması ve söylem titrekliği gibi sorunlar bu metin okunurken dikkate alınmalı.

Açıklamalar

Tarihi 5.000 yıllık bir bütün olarak gören anlayışlar var. Sonuçta ‘tarih’ dediğimizde anladığımız şeyde yazı, kent, din, savaş ve ticaret hep vardı; ancak uzay kentlerinde bunlar olmayabilir. İrdeleme için aldığımız dönem ölçeği, varsayım aldığımız ölçütler de demektir kendiliğinden:

Fernand Braudel 1500-1750 arasını da, 1750-2000 arası kapitalizme katarken, emperyalizm zaten kapitalist döneme ait değildi ve sömürgecilik sanayileşmeden büyük bir ekonomik / kapital büyüme getirmişti. Böyle yaptığımızda devrimin neden İngiltere’de olmadığı kolayca anlaşılabiliyor, çünkü İngiltere İspanya’yı 1600’de yendi, ABD İngiltere’yi 2000’de yendi.

Avrupa’nın dünyaya yayılışının başlangıcı, bugünkü İsrail’i kuracak olanların Musevi atalarını İslam’ın Hristiyanlık’ın elinden kurtarışı, Hristiyanlık’ın İslam’a yenilişinin simgesi olan İstanbul’un yitirilmesi ve Hristiyanlık’ın İslam’ı yenişinin simgesi olan İspanya’nın yeniden fethi ile eşzamanlıdır.

İslam ve Hristiyan Dünyası, 1350 yıldır burun buruna. İspanya’dan Nijer-Nijerya üzerinden geçen bir çizgiyle taa Kamçatka’ya dek bir fay hattı sözkonusu. İslam 700-1500 arasında İspanya’daydı, Hristiyanlık 1950’den beridir Kore’de, Nijer-Nijerya 250 yıldır din savaşları yaşıyor.

Avrupa’nın 1500-2000 arasındaki, yayılmacılığı 1000-1500 arasındaki istila ve Orta Çağ dönemleri nedeniyledir ki aynı dönemde 4 engizisyon sözkonusudur. Bu 500 yıl boyunca Asya halkları Avrupa halklarını gerçekten mahfetti.

Bütün büyük yayılmacılar 500 yılda ortalama 100 küsurar savaş çıkardı ve Avrupa’nın haritası 1.000 küsur yıldır kabaca aynı ve ne AB, ne de BM üyesi olan İsviçre 500 yıldır savaşmıyor ve Avrupa’nın ta merkezinde.

250 yıllık 1. Sanayileşme ve 50 yıldır kırıntıları oluşturulan ve 2250’de tamamlanacak olan 2. Sanayileşme (robot, bilgisayar, internet, uzay), ileride birarada 500 yıllık bir ‘Sanayileşme’ olarak tanımlanacak.

Yani: Büyük zamanlı ölçeklerde tarihsel olgu örüntüleri gerçekten anlamlıdır. Örnekse, 11 Eylül 2001’den beridir AB, artık tarihin ekseninden çıkmaya başladı ve Çin işin içine girmeye başladı.

Tarihte kimi bazı sentezler oluşur. Bilimsel paradigma sıçramaları bunlardan birisidir. Aristo-Euclid-Newton dikmesi mekan-zamansal bir örnektir. Sentezler her zaman olumlu sonuç vermeyebilir. Einstein-Planck-Heisenberg triyalektik trilemması bunlardan birisidir, geçmiş ve gelecek yüz yılar için ışık hızından hızlı yolculuğu engelleyen bir paradigmatik kritik eşiktir.

Tarih başka türlü 5.000 yıllık olarak da düşünülebilir: Geriye doğru Aristo-Lao Tzu zamanına dek 2.500 yıllık, geleceğe doğru 2.500 yıllık ve 4500’e doğru olmak üzere, iki parçanın toplamı olarak. Bir de onu irdeleyelim.

Çıkış

· Bir metnin yazılması zihin-kültür çakışımı istiyor, Aristo’nun Heraklit’ten beriki öncülleri ve sitelerin boş gezen düşünürü beslemesinin ‘Metafizik’i yazdırması gibi. Bu metin yazılmayı 18 yıl bekledi. Bir felsefe metnini yazmak dansetmek denli zor. Düşüncenin koreografisini adım adım tasarlıyorsun ve zihnini zorlarsan kol bacak gibi beyin de kırılabiliyor. Bu zihinsel uygunluk, kültürel ve tarihsel uygunluk ise şöyle:

· Tarih 2.500 yıllık bir odaklanma ve sentezlenme dönemine girdi. Bu sürece dahil olmayan öğeler var. Onlar, tarihte engizisyonlar, fetretler, orta çağlar, gübrelenmeler, fermentasyonlar, harmanlanmalar ve melezlenmeler yaratacak. Novumlar, yani felsefi açıdan yeni ve farklı düşünceler hep bu süreçlerin oluştuğu yerzamanlarda ortaya çıkıyor.

· Aristo-Lao Tzu dikmesi büyük sayılar kuramına uyuyor. Onların örüntüsü bir 10.000 yıl daha belirgin kalır. Ne zaman ki dünya dışı uygarlık dünya içi uygarlığı geçer, o zaman onlar da devredışı ve geçersiz kalacaktır. Aristo’nun dünya dışına yolculuğu düşünmemiş olması çok üzücü.

· Aristo-Lao Tzu ikisemi, ilkede ateizmi imler. Bunun nedeni, Aristo’nun geleneğini sürdürtdüğü üç tek tanrılı dinin kendiliğinden engizisyonu ve Lao Tzu’nun geleneğini yarattığı dünyanın kendiliğinden tanrısızlığıdır (Uzakdoğu Asya dinleri tam anlamıyla atesit sayılmazlar). Ateizm-teizm arasındaki salınım binlerce yıl daha sürecek. O nedenle Arist-Lao Tzu sentezi konusunu aşar ve uzaycılıkta bile sürer ama dünyadakinden oldukça farklı biçimde.

· Yine de 250 yıl sonra gibi, odaklanma yeni bir saçılıma dönüşecek. Düşünce momentleri bunu gerektirir yönde imler veriyor. Bu çözülme ve yoğunlaşma bir kaç kez yinelenir ki bu da bir kaç bin yıl alır. Sorun, geçmişteki ve gelecekteki odaklanmaları bir zihinde birleştirmeyi mümkün kılmak. Gelecekbilim tam bilimleştirilince bu da mümkün olacak.

· Biyografi-zihnime katlanıp sığdırılabilen kategoriler şimdilik bunlar. Ölmeden önce muhakkak bir iki düşüngü momenti daha ekleyeceğim. Örneğin, iki 5.000 yıllık tarihsel anlayış sentezlenip, 7.500 yıllık bir artı-değer kategori bulunabilir. Ancak önümüzdeki 2.500 yıl için yaratılmış uzaycılık dikmesi bu görüşü yaratılmadan epeyi çürütmüş durumda.

· ABD’li bir Aristo düşünemiyorum, ondan önce de ABD’li bir felsefeci düşünemiyorum. AB’li bir Aristo zor olur ama pekala olabilir. Tüm bilimkurgu roman yazarları Aristo olabilirlerdi ama onlar masif metinli felsefe yerine, seyreltik kurmaca anlatıyı yeğlediler. Bir tek felsefeci bilimkurgu yazarı olmaması da ayrıca ilginç, metinlerindeki felsefe oranı % 10’u ancak bulur ki bu da polisiye romandaki kadar demek.

· Şimdiki Çin’den ikinci bir Lao Tzu gerçekten bekleyemiyorum. Şimdiki Japonya’dan umabilirim, modern dansları ‘buto’ bitmiş olsa bile. Vietnamlı Hristiyan film yönetmeni Tsui Hark isteseydi bir çeşit Lao Tzu olabilirdi, çok yaklaştı, teğet ıskaladı.

· Kadın Aristo - kadın Lao Tzu olsaydı, sentez olasılığı bile olmazdı. Kadınlar kendilerini henüz tarihe sokamadılar, erkeklerin onları sokmasının da bir anlamı olmaz.

· Ölümsüzlüğün çözümü, yeni bir Aristo’nun ve Lao Tzu’nun çıkma olasılığını giderek azaltacak.

· Bu metnin geometrisi / grafı, üstüste binmiş iki sinüs eğrisi olarak tasarlanabilir, sinüslerin kesişim noktası ‘odaklanma süresi ve mekanı’ dediğim 50 yıllık zaman ve 3-5 ülkelik bölgedir. Eğer sentez tamamlanmışsa, bu metnin geometrisi Verhulst saçılımı olur. O zaman bu metin ve ötesi artık geçersizdir.

Novum

Çıkış bölümü genelde metinlerin son bölümü olur. Ancak bu metin, yazılışı gereği kendisinden fazla / aşkın (A>A) bir şey. Novum bölümü, o ötelemelerin bir derlemesi.

Mantıksal

“Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrat bir insandır. Sokrat ölümlüdür. Kafa nakli yapılmış bazı klonları hariç.” → ‘A = A + ε’

ve/ya:

“Düşünüyorum, öyleyse varım. Varım, öyleyse yaşıyorum. Yaşıyorum, öyleyse öleceğim. Öleceğim, öyleyse yokum.” → ‘A = - A’

Geometrik

Aristo, eşmerkezli ve düzgün içiçe iki karedir. İç-küçük kare gridir. Aradaki bölge, dikey veya yatay olarak ikiye bölünmüştür, biri siyah ve biri beyazdır. Bu çizim; mantıksal olarak siyahta ‘SeP’, beyazda ‘SaP’, gride ‘Sip’ ve SoP’ demektir ya da başka bir deyişle siyah ‘hiçbir’, gri ‘bazı’, beyaz ‘tüm’ demektir..

Lao Tzu, Yin Yang’dır, yani bir çember merkezinden geçen, birbirine ters yönde çizilmiş ve kendisininkinin yarısı çaplı iki yarı çemberle ikiye bölünür. Dairenin yarısı siyah, yarısı beyazdır. Kurbağa yavrusuna benzeyen alanların siyah olanında beyaz, beyaz olanında siyah birer göz vardır. Bu çizim; mantıksal olarak ‘erdem erdemsizliktir’ değil, ‘erdem ve erdemsizlik içiçedir’ ve hatta ‘birinde diğeri küçük, diğeri birinde küçük olarak içiçedir’ demektir.

Proto-sentez, bir piramit oluşturacak biçimde dizilmiş küçük düzgün dörtyüzlü piramitlerdir. Eğer işlemi ‘n’ kere yinelersek, toplam piramit sayısı (1+ 2(2) + 3(2) + ... + n (2))’dır, yani ‘n’ye dek sayıların karelerin toplamıdır. Görüntü eşkenar üçgener benekli bir düzgün dörtyüzlüdür. Boşluklar beyaz, doluluklar siyahtır. Ancak, her siyah parça beyaz-gri-siyah arasında zaman içinde serbest ve düzensiz renk geçişimleri yapar. Yani, biçimin görüntüsü değişmez ama rengi belirsizdir.

Fizik

Planck’a inat parçanın bütünden büyük olduğu (10 üzeri eksi 18 santimetreden küçük ölçeklerin 10 üzeri 18 santim ölçekleri belirleyebildiği), doğrusal-dışı (tersinir, heterojen, süreksiz, çoklu) zamanlı, Ω’sının zaman içinde değişebildiği ve insan (ve post-n-insan) tarafından değiştirilebildiği, yani geleceği kesin olmayan bir evren modelidir.

Novum-Sentez

Mantık-geometri-fizik eşlenikliği, Aristo-Euclid-Newton’da olduğu gibi bu kez olmayacak. Aristo-dışı mantıklar hala yok. Euclid-dışı geometriler çok ama yenileri de yaratılacak. Newton-dışı fizikte iki makro kategori olan Einstein-Planck fiziği eşlenikliği yok. Aristo-dışı mantıklardan birinin Einstein-Planck sentezi değil, çifte negasyonu yapması daha evla görünüyor. Euclid-dışı geometrilerden topolojinin matematiğe (aritmetik, geometri, mantık, cebir, analiz dışında) yeni bir dal novumlaması mümkün. Bu iki önerme-durum dolayısıyla, novum-sentezler kırıntılar olarak yaratılacak ve bu da tarihte yeni boşluk dönemleri demek olacak.

(Ekim 2004)

İyalektik ve Kompleks Poliyalektik

reha-ulku 29.10.2009 18:30:39

Önnot

Bu metin, ‘Diyalektik-Poliyalektik Açılımları’ metninin bittiği yerden devamıdır ama ana metinden ayrı bir söylem düzlemindedir.

Giriş

Bir tezi / kategoriyi kendisine 1 kez eklersek, 2 katını elde ederiz. Bir tezi kendisine kendi kez eklersek, karesini almış oluruz. Reel birim bir kategorinin karesi yine birdir, yani kendisidir. ‘Kare kök eksi bir’ demek olan ‘i’nin karesi ise eksi birdir, dolayısıyla iyalektikte bir tezi kendisine kendi kez eklersek, karşıtını elde ederiz. Bu durum, (A + A’ = E), yani ‘bir tezin karşıtıyla kendisinin birleşimi tümel kümedir’ durumunu önesüren Aristo’nun analitik diyalektiğini değiller, (A = A’) durumunu önesüren Lao Tzu’nun sentetik diyalektiğine bir tao daha ekler. Artı: İyalektikte tek bükümlü bir Möbiüs şeridindeki gibi yol alırız, yani bir tur yol almak ters yöne varmak demek olur. Söylemsel mantık-geometri-fizik eşlenikliği bakış açısıyla, fizikte bunun karşılığı ‘spin 2’dir, yani bir nesne 2 turdan sonra başlangıç durumuna gelir. Ek: ‘Spin 0’ nolektik alanına bir örnek sağlar ama henüz onu tasarlayamıyoruz.

Bu durumda, gerçek ve sanal sayılardan oluşan karmaşık sayılar (z = a + ib) gibi, reel ve imajiner tezlerden / kategorilerden oluşan monolektiklerden ve diyalektiklerden oluşan kompleks poliyalektiklerin başlangıcını tasarlamış oluruz.

Analitik ve sentetik, pozitif ve negatif, düzüne ve tersine reel poliyalektikler olabildiği gibi; analitik ve sentetik, pozitif ve negatif, düzüne ve tersine imajiner artı kompleks poliyalektikler de olabilir. Böylelikle kompleks poliyalektikleri geliştirmiş oluruz.

Buraya kadar hala poliyalektiğin aritmetiğindeyiz. Bundan sonra poliyalektiğin cebri, kalkulusu (‘analitik diyalektik’ ile karıştırmamak için ‘analiz’ denmiyor) ve topolojisi tasarlanabilir ki bu da ileri kompleks poliyalektik olur. Sonuncusu (topolojisi), politezli durumların etkileşimine ve akışkanlar devimseline modeller getirebilir ve tarihe uygulanabilecek, gerçeği benzetişime şimdilik en yakın mantıksal model olur.

Açılım

Kişilik bir kategoridir. İlk tanımıyla duygulardan ve davranışlardan oluşur. Bilisel-bilişsel kategori eklenirse, düşünce ve davranışsızlık durumuna, yani 2 değillemeye varırız. Bu durum şöyle açıklanabilir: Sevginin karşıtı nefret değil, acıdır. Acının karşıtı nefret veya sevgi değil bilgidir. Bu durumda bilgi (düşünce) kendisi üzerinden geçilerek (‘yaşayarak’ da diyebiliriz) sevgiye (duyguya) 2 kez karşıt olmaktadır. Bu durumda düşünce, reel sayılan duyguya bakılırak sanal, duygu da reel sayıldığında düşünceye bakılarak sanal kabul edilebilir. Birinci sanallık, normallik tarafından ‘delilik’ sayılıp, zihne epeyi zulüm etme düzeyinde çıkarsama davranış demektir.

Kimlik de bir kategoridir. Rollerin ve statülerin toplamından oluşur. Bu pozisyondur. Negasyon bunları kendi tanım kümeleri üzerinden geçerek değiller. Kimliksizlik; resmi eğitim, mesai ve emeklilikten oluşan bir birleşim empoze eden standart biyografilerin tersine; okuldışı eğitim, mesaisizlik, asla emekli olmama gibi astandart nekrografiler yaşamak demektir. Entelejensiyalık kimliksel bir statüdür ve statik bir pozisyondur, diğer iktidar seçkinlerine (ordu, işadamı, siyasetçi, medyatör) bağlanır. Entellektüellik dinamiktir ve negasyondur, bunlardan çözülür, uzaklaşır, ayrılır, kopar. Bu durumda entellektüel, reel konum sayılan entelejansiyaya bakarak sanal ve diğerinin karşıtı bir tez-kategori, entelejensiya da entellektüele bakarak sanal ve diğerinin karşıtı bir tez-kategori olur.

Gerçek yaşamda da, tıpkı matematikte kompleks sayıların gerçek ve sanal bileşenleri olması gibi, entellektüel ve entelejensiya toplam bir denklemde biraraya gelir. Diğer iktidar seçkinlerininkiler de katılarak, bu denklemlerin cebri, kalkulusu ve topolojisi tasarlanabilir. Bunun dışında ‘normal-deli’ çatışması gibi, ‘entellektüel-entelejensiya’ çatışmasının da gerçek yaşamda hayli sert yaşandığını belirtmek gerek. Yani çatışma kuramsal olduğu denli, edimseldir de. İki kategori arasındaki savaşlar ve barışlar herhangi bir yerzamandaki düşünce azınlıklarının praksis haritasını çizer.

İyalektik-Poliyalektik Açılımları

Kompleks bir iyalektik-poliyalektik açılımında tezler ve antitezler, tam olmayan (hatta henüz tanımlanmamış veya boş küme) kategoriler ve karşıtlıklarına kendiliğinden varabilen altbütünler dizisi olarak tasarlanabilir. Tarihte sıkça görülen, hesaba katılmayan yeni etkenlerin / değişkenlerin denkleme (= kültüre) girmesi ve tezlerin kendi antitezlerini üretmesi ancak böylesi bir açılımda mümkün olacaktır.

Örnekseme: Bir: ABD’nin kendi tezi olmayan bir biçimde aile kurumunu tasfiyesi, şöyle açımlanabilir: ABD liberalizmi, paraseverliğini aile kurumunun sağ kalamayacağı (özgürlüğün tanımının bile boş küme olduğu) bir kinizme taşıdı, bu kinizm de aile kurumunun yanısıra pek çok normatifliği yıktı, anımsayalım: artık eşcinseller çocuk sahibi olmakta veya isteyen sağır çocuk doğurabilmekte. Burada devreye giren yeni etken, özgürlüğün dekadant yanı.

İki: Keza, İngiltere’nin ve Osmanlı’nın uymayıp ihlal ettiği ve sonlarını getiren ‘yönetemeyeceğin denli genişleme’ ilkesini, ABD ‘2 cephede savaş’ veya ‘askeri strateji 2000’ tezleri ile ihlal etti ve yıkılacak ama bu 2100’de de gerçekleşebilir 2150’de de, 11 Eylül 2001 ilk kanıtı verdi. Burada devreye giren yeni etken ‘Davut’un Golyat’ı yenebilmesi’ türünden bir çığ etkisi. Daha önce kimse ABD’ye kafa tutmaya cesaret edemiyordu, şimdi herkes cesaret ediyor. Sonucu er veya geç birisi alacak.

Kompleks sayıların grafiği benzeri reel denklemerden farklı örüntüler çizer. Örneğin, sürekli grafik veren reel denklemlerden farklı olarak kompleks bir fonksiyonun denklemi, limitte belirli yerlerde yoğunlaşan süreksiz bölgeleri noktalayarak çizer ki bu herhangi bir kültürel moddan bir diğerine geçişte çokça görülür: Bir önceki giderek zayıflayan bir biçimde süreksizleşirken, yenisi giderek güçlenen bir biçimde süreklileşir. Alfabenin bulunması ile yerleşmesi, buhar makinasının icadı ile yaygınlaşması arasında geçen süreler ve bunların kültürel oluşumları benzer örüntüler çizer. Bu örüntü, suda ters yöne yol alan ve farklı dalga uzunluğundaki artı farklı frekanstaki iki dalga kümesinin girişim saçaklarına benzer: Belli bölgelerde bir süre için yalnızca salınım vardır, ondan sonra yeni oluşum belirginleşir.

Tarihin tekerrür ettiği tezinin burada irdelenmesi uygun kaçar: Bir kompleks sayılar kümesi olan ‘Mandelbrot Kümesi’nde en makro form en mikro formlarda da benzer biçimde yinelenir ama ayrıntılarda farklıdır ve aralarda yine benzer formların ölçeğinde ana forma hiç mi hiç benzemeyen oluşumlar izlenir. O nedenle, tarihte de tekerrürler ve beş benzemezlikler yanyana / dipdibe gözlenir. Örnekse, kent oluşumu 12.000 yıldır bütün kültürlerde üç aşağı beş yukarı benzer biçimlerde var ama 20. Yüzyıl’ın 10 milyondan kalabalık büyükkent oluşumunun bazı özellikleri henüz biricik durumda, örnekse nüfus yoğunluğu yüzünden kültürel etkileşimi tüm dünya yüzündeki yoğunluğu bir kilometre kareye sığdırarak traihsel bir başkalaşım yaratmıştır. İleride bunlar 100 milyonluk veya 1 milyarlık oluşumlara da gidebilir, gitmeyebilir de, çünkü bu büyükkent oluşumlarındaki etkileşimler insan türünün sonunu hazırlayabilir. 2000’in 10 milyondan kalabalık 15 kentinin yeni Einstein’lar yaratıp yaratmayacağı 2050’de belli olmuş olacak ama yeni Frankenstein’lar ve Hitler’ler yarattığı çoktan kanıtlandı bile.

Çıkış

Buradan çıkış yaparsak, tarihin aritmetiğinden çıkıp, cebri, kalkulusu ve topolojisi alanına girmiş oluruz. O metinler de yazılmış durumda. Yalnızca, söylemsel çeviri için bir arayüz-bağlantı metni gerekli. Artı, 1’er sayfalık dizi 10’ar sayfaya seyreltilmek ve çözünürlüğü büyütülmek durumunda. Artı, metinlerin sonlarına reel ve kompleks poliyalektik örneklemeler eklenmek durumunda.

Yalnızca giriş tümcelerini verelim:

Cebir: Cebir, sayılardan denklemlere (parametrelere / değişkenlere) geçiş olduğuna göre, tarihin cebri herhangi bir demografik veri tabanını (örneğin nüfus artışlarını) grafikleyip tümevarımla denklemlemektir.

Kalkulus: Tarihin kalkulusu, türevin ve tümlevin eldeki bu denklemlere uygulanması demek olacaktır. İrdeleme, türevle eğilimleri (örneğin nüfus artışlarını) ve tümlevle panoramaları (örneğin yaşamış tüm insanların sayısını) verecektir.

Topoloji: Tarihin topolojisinde, halka bir şamandıra ve kulplu bir fincanın birbirine olduğu gibi, tüm kent oluşumları da birbirine topolojik olarak eşdeğer yüzeylerdir; çünkü sözü geçen cisimler kauçuktan yapılırsa, iki biçim kopmadan veya yırtılmadan birinden diğerine dönüştürülebilir, kentler de bir formdan bir forma (çoğunluk) parçalanmaksızın geçmişlerdir, buna en iyi örnek İstanbul’un son 100 yıllık tarihçesidir, proto-feodalden bilgi toplumuna 3-5 aşama.

http://www.oocities.com/reha_ulku/Poliyalektik.htm