“Gerçekler Ayrıntıda Gizlidir” - II
“…Üzerinde Allah lafzına tekabül eden hilâl imgesi ile son derece ‘dini’ bir sembol olan bayrak…” (Nihal Bengisu Karaca. “Bahar Temizliği” Yeni Aktüel) Bir tam sayfa sahibi bu “tesettürlü” muhterem muhabir-hanımefendi; herhalde torpilli, veya bizde de –tesettürlü- var ya da “erguvani*”lerle bağlantılı olduğundan değil, “Türk basınında ‘ilke ve standart’(!) olan; akıl ve bilgi yaratıcı becerisi”nden dolayı o sayfayı işgal etmektedir!..[*Geniş bilgi için bkz. “Erguvaniler”, Tayfun Er. Duvar yay. 2007.]
Hiçbir köşe ve sayfa sahibi olamamış ben cahil kulunuzun bildiğim üzere; Müslüman peygamberinin bayrağının düz beyaz olduğu ve hiçbir simge taşımamasıdır. Ne ki, İslâm “tapınma aracı olabilecek” simgeleri ve tasvirleri yasaklamaktadır! Sonradan yine bu bayraklara (aralarında Kûreyş kabilesinin siyah bayrağı olmak üzere) diğer birkaç düz renkli kabile bayrakları katılmıştır. Bunun için en doğru İslâm ülkesi bayrağı Libya’nın düz simgesiz “Yeşil” bayrağıdır. Saûdi bayrağındaki ayet-i kerimin altına iliştirilmiş olan kılıçlar, Kûran’a aykırı bir düzen olan aşiret mutlakıyetini temsil eder.
Arapçada “alem”, öztürkçecilerimizin Fransızca “sembol”den yürüttükleri “simge” olarak sözlüklerde yazılmaktadır. Sosyetemiz “imaj”dan yürütme “imge”yi tercih eder. Ayrıca “alem” denilen bu simgeler Müslümanlara ait camii, medrese, tekke, türbe, imaret, kapalı çarşı kubbe, tonoz ve minarelerindeki tepe noktalarında metal alaşımdan dökülerek kullanılmıştır. Bu “alem”lerde ilk yüzyıllarda hilâlden başka şekiller kullanılmıştır.
Simgelerden “hilâl” ancak Osmanlılardan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. Arap dünyasına yayılması da Osmanlıların sayesinde olmuştur. Selçuklular ise alem olarak “çift başlı kartal”ı kullanmışlardır. “Çift başlı kartal”da yüzyıllardan beri Bizans’ın alemi olarak kullanılmaktaydı. Hâlâ da Ortodox Hıristiyan Balkan ve Slav ülkelerinin millî bayraklarında kullanılmaktadırlar. Kartal, Anadolu’nun eski simgelerindendi. Fakat en eskileri hilâl, yıldız ve arslandı. Yeniçerilerin XV. yüzyıldan sonra altında padişah ve büyük komutanların önderliğinde halka beraber toplandıkları sancaklar kullanmaya başlamışlardı ki, bunlara da “alem” adı verilmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda bu sancakların üstünde hilâl ve yıldız simgesi de kullanılmıştır. Bu simgeler güç ve egemenliği belirtmiştir. Bu Kutsallık(Kut), Savaşçılık(Küç), Üretgenlik(Ülüğ); Türk budununun din-berisi inançlarının kaynağından gelen simgelemelerdi. (Bunu kavrayabilmek için; bkz. “Kök Türkler”(Kut, Küç, Ülüğ)”, Sencer Divitçioğlu. Ada yay. 1987) Çünkü bu Oğuz din-berisi simgeler, Anadolu din-berisi simgelerle tarihsel materyalist kaynaklardan dolayı yüzde yüz çakışmaktaydılar.
Bizden bin yıl önce, binlerce kilometre gerimizde kalmış Orta-Asya steplerinin genetiğini göz ardı etmeden; kendileri, bin yıldır üzerine ayaklarını bastığı ülkeyi kavramamakta inatla direnenlere karşın; son arkeolojik bulgularla 15 bin yıllık uygarlıklar beşiği olan anayurdumuzun nesnel gerçekliğine eğilelim.
“Hilâl”, toprağın-üretimin-bereketin ve ana tanrıçanın (Kubaba-Afrodit-Sophia); “yıldız”, ışığın, gökyüzünün, bilginin ve erkek ilâhın (Apollon) simgesi olarak animist ana-erklik toplumdan, ataerkilik toplumun pagan tapınaklarına girmiştir. Daha sonra paganizmin diğer simgeleri gibi Hıristiyanlık içinde yer bulmuşlardır. Bunlar aynı zamanda kökenlerinde sınıflar çıkarlara tekabül eden gnostik ve ezoterik/içrek yapılanmaların “okültik” değerler biçtikleri simgeler olmuşlardır. Bu gruplara devlet erkini elinde tutanlar Hıristiyanlıkta “Hermetik”lik, İslâmda ise “Batınî”lik adı vermiştirler. (Bu konularda geniş açıklamalar için bkz. “Gizli Ordular-RT-CFR-BG-TC”, Halid Özkul. Sorun yay. 2005. s.352. dip not: 63. s.356. dip not: 74.) Amaç egemenlerin denetimindeki dini kullanarak aforozlamaktır. İsyancı reddiyecilerin simgelerini de ellerinden almaktır. Ama tapınakları-ibadethaneleri imâr eden kafalar ve bu yapımda çalışanlar kollar da bu hermetik-batınîlerdir. Simgelerini ustaca ve kurnazca yerleştirenler de, bu direnen akıl ve bilginin bilinçli eylemi(praxis)dir. Bunun bir başka örnekleri, Anadolu Aleviği, Ermeni Gregoryanlığı, Süryani Nasiriliğidir. Hitit kaya tapınaklarına, kayalara işlenmiş hilâl-yıldız ve arslanları oyanlar, her türlü tasvir ve heykeli oymayı yasaklamış olan bir din ile nasıl bağdaştırılabilindiği ayrı bir ÖSY sorusudur?
Buna çok bilen tavırla, “…Allah lafzına tekabül eden hilâl imgesi” derseniz, üstelik bilgiçliğinizin altını “son derece ‘dini’ bir sembol” diye çizerseniz; pardon miss, buradaki takiyeyi yemeyiz; “uzak at civcivler yesin!” deriz… Ne kadar “vatan-millet-sakarya-din-kitap” paradigmalarına sığınarak “resmi tarih” palavraları sıkarsanız-sıkın, bu bilimsel gerçeği değiştiremezseniz. Sadece kendinizi ve kahve sohbeti müritlerinizi kandırabilirsiniz. Kafayı örtmekle Müslümanlık olmaz, beynin güneş ışığına-aydınlığa ihtiyacı vardır!..
Ayrıca bayrak üzerine spekülasyonlara anarko-nihilist radikal solda diğer uçtan katılmakta. Örneğin, Batı Avrupa’da kapitalizmin şafağında doğan ulus-devletlerin, feodal devlet simgelerinin aristokrat mutlakıyeti sürdüren hanedanların armaları olması nedeni ile; burjuvazinin devrimler sürecinde oluşturmuş olduğu ulusal simgeler olarak bayrakları; ki genellikle Fransa’da olduğu gibi her bir renk, bir sınıfsal temsile tekabül eder. Ya da aristokrasi-burjuva ittifakının sağlandığı meşruti devlet biçimli kapitalist ülkelerde olduğu gibi din etmeninden hareketle “haç” biçimdeki ana simgenin yanında genellikle hanedanlığı temsil eden renklerle bezenmiş simgelerdir. Doğal ve haklı olarak işçi sınıfı temsilcileri bu simgeleri reddederler. Onun yerine Büyük Fransız İhtilâli sırasında Marsilyalı ekmekçi zanaatkârlar ile Parisli zanaatkâr, emekçi ve işçiler olan “sankülotların”, Marsilyalıların kırmızı Frigya külâhlarını mızrakların ve tüfeklerinin uçlarında bayrak olarak sallamaları nedeni ile bu sınıfın simgesi olarak kabul edilmiş olan (ki Fransız millî bayrağının ‘kırmızı’ bandına tekabül eden) “kızıl külah”ı kendi simgeleri olarak kabul etmişlerdir. (İkiyüzelli yıl önceki Thomas Münzer’in önderlik ettiği Alman köylü ayaklanmasında ise bu ak bayrak üzerindeki “tahta çarık”tır). Bu simgenin işçi sınıfının bayrağı olarak genel sembolü oluşu ise Fransa’daki sınıflar mücadelesinin sürecinde ilk olarak A.Blanqui tarafından “Kızıl Bayrak” olarak ilân edilmiş; ardından efsanevi “1870 Paris Komünü”nde katledilen 100 bine yakın işçi-emekçi-aydının kanı ile proletarya devrimleri çağının genel simgesi olarak tescil olmuştur.
Oysaki Türk milletini temsil eden millî bayrak, tamamen Batı kapitalizminin şafağında doğmuş olan örneklerden ayrı, tamamen bir bakıma “nev-i şahsına münhasır”dır. Burjuvazinin bilimsellik dışı “resmi tarih” masalları -asparas dini motifli palavraları- ne olursa olsun, bu özellik değişemez. Zaten Osmanlı döneminde sarayın bayrağı kendi imalatı “sancak-ı şerif”i olmuştur ve ümmeti temsil etmiştir. Özünde dini esaslıdır. Keza seküler sayılabilecek “tuğralı sancak” padişahı temsil etmiştir. 1923’ten sonra ‘Turkiya Cumhuriyet’ sembolü olarak kabul edilen bayrak ise; daha önceleri Osmanlı donanmasında –Batı Akdeniz Hermetizminin yuvası Magribi- korsan ve ora kökenli kaptan-ı derya ve de ardından donanma bayrağı olarak; çok daha sonra ise Osmanlı ordusunun “savaş sancağı” olarak kabul edilmiş bayraktır. Yani dini değil, gnostik-ezoterik-hermetik-batınî özellikleri itibari ile iktidarlara kafa tutanların sembolü olarak halka mal olmuş seküler bir bayraktır. Üzerinde 15 bin yıllık simgeleri ile kökenleri Anadolu’nun komün ruhunun ana-erkliliğe denk düşen en eski bayrak Türk bayrağıdır. (Hilâl-yıldızı Müslümanlığın simgesi olarak kabul edenler, kendilerini öyle avuta dursunlar.)
Tabii burada “Türk” kavramı ile milliyetçilik sevdasında olanları ya da “Türkiyelilik” gibi bilimdışı kavramları ilericilik-demokratlık adına savunanları irdelemek yine bu bakış acısı ile bağlantılıdır…Bu da ayrı bir trajik-yazım konusudur.