11 Kasım 2010 Perşembe

Bilimsel Kitap Yazımı - Halid Özkul

BİLİMSEL KİTAP YAZMANIN ÖNEMİ, ZORLUĞU VE ZORUNLULUĞU

“İnsanlık tarihi yazının icadı ile başlamıştır” diye boş yere söylenmemiştir. Yazı geçmişten geleceğe en önemli insanlık mirası olan yazılı belgelerin yaratılmasına etken olmuştur. Yazının icadı ile insanların iletişim aracı olan lisanları da inkişaf etmeye başlamıştır, kelime hazineleri geliştikçe, gramer yetenekleri estetikleşmiş; böylece düşünme, yaratma ve üretme kapasiteleri de artmıştır. Tabii göçebe(barbar)lerin yerleşik düzene geçmelerini temsil eden tarım toplumuna geçilerek, kentlerin oluşturulması kaynağından. Kentin, yani uygarlığın dönüşmesinin yazıya geçişi ardından kâğıt görevi görecek yeni ürünlerin yaratılması sonucu kitaplar doğmaya başlamıştır. Tabii kütüphanelerde. Köleci ve feodal toplumda sadece zenginlerin elinde bir ayrıcalıktır kitap sahibi olmak. Fakat feodal toplumdan kapitalist topluma geçerken üst yapı örgütlenmelerinin gizli en önemli aracıdır kitaplar. Gerek pozitif bilimler, gerekse değişimsel ideler kâğıtlara dökülmüş, basılmış, çoğaltılmış ve okunmuştur. Statüko’nun konumunu sarsan kitaplar ise daima yasaklanmış ve yakılmıştır- yazarları da yok edilmeye çalışılmıştır. Ama bu kitaplar gizlice basılarak yine gizlice dağıtılmışlardır. Kapitalizmin gelişimi ile okulun zorunluluk olarak ezilen sınıflar içinde yaygınlaşması ile geniş kitleler kitap sahibi olabilmiştir. Böylece onların haklarını koruyabilmeleri için en büyük dayanak noktaları kitaplardan iletilen bilgiler olmuştur. Kitap, bilincin elle tutulur, gözle okunur ifadesi olur. Evet, köklü kentleşmiş sınıflı toplumların en önemli kültür aracı kitaplardır. Günümüzde gelişmiş kapitalist ülkelerde kitap sahibi olmak oranı ile geri bıraktırılmış ülkelerdeki kitap basım ve okuma oranı arasındaki uçurum ise bir paradox olarak kültür emperyalizminin ve onların işbirlikçilerinin başarısının izdüşümüdür. İşte bu kültür erozyonuna karşı savaşım vermek zorunda olan ülkeler aydınları kitap üretmek, özellikle “bilimsel” kitaplar üretmek zorunluluğundadırlar…

Maalesef ülkemizde son yıllarda bilinçli olarak bilimsel kitaplara ilgi azaltılmış, onun yerine aşk-meşk romanları, şiirleri, metafizik spekülasyon zırvaları ön raflara konulmuştur. Öyle ki siyasal düşüncenin bile bilimseli değil, en sansasyonel üflemeleri tercih edilmektedir. Bunlara karşın çağcıl şövalyeler olarak kalmakta inat eden devrimci düşünce sahibi fehim aydınlarda vardır. Bunlardan biri olduğunu ispatlayan Sayın Candan Badem’in “Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti” (Birzamanlar Yayıncılık. Haziran 2010) adlı çalışması gerçekten bilimsel sıfatını tam olarak hak eden bir çalışmadır. Kitabın arka kapağında yer alan açıklama şöyledir: “Bu kitapta, 93 Harbi olarak adlandırılan 1877–78 Osmanlı- Rus Savaşı sonunda Rusya’ya ilhak edilmiş olan ve 1918’e değin çarlık yönetiminde bir vilayet (Karsskaya oblast) oluşturan bugünkü Kars ve Ardahan illeri ile Erzurum’un Oltu, Olur, Şenkaya ve Narman ilçelerinin 1878–1914 yılları arasındaki öyküsü anlatılıyor. Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’da bulunan çarlık arşivleri ile başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden belgelere dayanan bu araştırma o dönemde Kars vilayetinde meydana gelen demografik, etnografik, ekonomik, idari, siyasal ve kültürel değişimler, göçler ve toprak sorunu üzerinde duruyor.” Bu öz açıklamaya karşın kitabın muhteviyatı çok zengindir…

İlkin Candan Badem’in hem İngilizce hem de Rusçaya almış olduğu eğitimden dolayı tastamam(perfect) vakıf olması, ayrıca bilimsel bakış ufkunun tarihsel materyalist diyalektik yönde olması kendisinin araştırmacı kimliğini güçlendiren önemli unsurlardır. Ne ki, kitabında gerici-faşist eğilimli biliminsanı müsvettesi düzmece prof. kariyerli kişilerin “çalışma”larını kanıtları ile yerle bir etmektedir…

Kitaptaki pek çok belge ülkemizin günümüzdeki sorunlarının köküne değinmek açısından somut veriler vermektedir. Örneğin 12 Eylul 1980 sürecinde devletin televizyonuna çıkan bir takım prof. bürokratlar Kars civarındaki ormanların Ruslar tarafından imha edildiğini anti-komünist havalarda açıklarlardı. Bunun müsebbibi olarak ta Rus sobalarını gösterirlerdi. Oysaki sonraki yıllarda, emperyalist I. Evrensel Paylaşım Savaşı sırasında Doğu cephesinde esir düşmüş Osmanlı subaylarının anıları yayımlandığında şöyle yazıldığını okudum: Ruslar fazla ağaç harcanmaması için çok özgün yapılmış sobalar kullanıyorlardı. Birkaç odunla bütün ev saatlerce sıcacık kalabiliyordu. Bunun belgesel kanıtları ise Badem’in kitabında vurgulanmış: Ormanları korumak için Müslüman ahali arasından gönüllü zaptiye bulamamışlar. Ayrıca Osmanlı döneminde bedava olan orman kullanımından dolayı yok olan ağaçların korunması için yaş ağaçların kesilmemesi yasağı ve ücretli kullanım getirilmiş… Yerel yönetimde Müslüman hukuk sistemine ve geleneksel cemaat yapılarına saygı göstermişler. Kürtlerin yerleşikliğe direnmeleri, eşkıyalık ile yaka silktirmeleri. Osmanlı idaresinin Kürt aşiret reislerine idari unvanlar vermesi. Nüfus sayımında Osmanlıların sadece yetişkin erkekleri saydıkları, kadın ve çocukları saymadıkları, buna karşın Rus nüfus sayımında herkesi saymaları önemli bir bilgi. Türk resmi tarih iddialarına karşın Rusların Ermenilerin işgal bölgesine göçlerine müsaade etmemeleri ve nedenleri belgeleri ile açıklanmış. Ayrıca Kürt aşiret eşkıyası ile Ermeni milliyetçileri arasındaki ilişkileri belgeleyen Kars askeri valisi Tümgeneral Aleksey Aleksandroviç Samoylov’un 24 Kasım 1903 tarihli raporundan alınmış pasajlar önemli veriler arasında…

Kitapta ufkumuzu açacak bilgilerden biri de şu. Rusya’da 1862’de yapılan toprak reformu nedeni ile çarlığa isyan bayrağı açıp Osmanlı devletine göç edenlerin pre-feodal aşiretler olduğunu anlıyoruz. Çünkü bu boylardan “Kabardinler, Osetinler, Çeçenler ve Abadzehlerin hala köleleri olduğunu görmek”(s.123) Rus Generali Frankini’yi şaşırtmıştır. Üstelik köleler Kafkasya’dan daha zor şartlarda yaşamaktadır. Demek ki Türk-İslam(Sünni) resmi tarihinin iddia ettiği gibi bir “İslam düşmanlığı” söz konusu değil. Söz konusu egemen sınıf olan köle sahibi aşiret reislerinin “emek-rant”ına halel gelmesi! Çünkü Badem açıklamış: “1857’den itibaren Osmanlı devletinde yasaklanmış olan sadece köle ticaretidir.”(s.124) Kölelik değil, çünkü şeriata göre meşruuydu. Ama işgalci Ruslar bunları azat edip, yardım parası ödemişler. Vay Moskoflar! Ayrıca 1858 Osmanlı arazi kanunu ve neden başarılamadığı başarılı bir biçimde açıklanmış kitapta. Tabii Rusların Osmanlı büyük toprak sahiplerinin hanedanlıklarını gözetip, korudukları da belirtilmiş. Çünkü bunların bazıları Hıristiyan olup çarlık Rusyasına biat edeceklerdi. Türkler, Ermeniler, Kürtler, Rumlar ve Ruslardan oluşan etnik toplulukların hangi meslekleri icra ettikleri, işgal sonrası kapitalist işletmelerin ve işçi sınıfının sayısının artışı gözlemlenmiş. Vergileri toplamak içinde Osmanlı mültezim (genellikle feodal aşiret reisleri) sistemi kaldırılıp öşürün devlet memurları eliyle toplanmasına geçilmiş…

Ayrıca Osmanlı döneminde olmayan kentsel gelişmeler park yapımı ve Kars-Tiflis demiryolunun yapımı; okur-yazarlığın Hıristiyan nüfus arasında yaygınlığına karşın büyük çoğunluk olan Müslümanların modern eğitim kurumlarından uzak durmaları ayrıntıları ile anlatılmış. Rumların azınlık olmasına karşın en yüksek okuryazar olmaları gb. Kitap baştan aşağı istatislik bilgileri ile desteklenmiş ve belgesel fotoğraflar eklenerek mükemmel bir “materyalist tarih” kitabı üretilmiş…

Sadece kâğıt kalitesi açısından değil bu dönemde böyle faydalı bir belgeyi basma “cesaret”i gösterdiği için Birzamanlar Yayıncılık şirketini de kutlamak gerekiyor. Böyle yayınevlerinin biz araştırmacı-yazarlara da nasip olmasını dilerken, bu belgesel kitabın satın alınıp okunmasının yurtseverce davranış olacağı kanaatindeyim. Ama yazmadan edemeyeceğim. Sayın Candan Badem, siyasi bir partimizin internet portalının yazarı olmasına karşılık, bu portalda yazı yazanlardan hiçbirinin bu kitabı alıp-okuyup-değerlendirmemesi siyasi bir etiksizliktir. Bu “guru” zihniyeti de aşılmadıkça Türkiye aydınları asla “devrimci” öncü olamayacaklardır. İçimizden çıkan böyle değerleri, bencil kıskançlıklarımızın üstünde tutup kamuoyunda yüceltmedikçe, kendi karanlıklarımızda boğulmaya mahkûmuz…

Prof. Sencer Divitçioğlu hocamızın yine mükemmel bir bilimsel araştırma kitabı olan “Kök Türkler” kitabından sonra aynı kalitede ikinci kitap diyebilirim. Kitabın tanıtımının açısından yapılan olumsuzluklara karşın kitabın yazarı olan arkadaşımı emeğinden dolayı gönülden kutlarım. Devrim, ilk önce kendi beyinlerimizde yapılmak zorundadır…

Halid Özkul

07. 11. 10

23 Ekim 2010 Cumartesi

Salaklıkla Hainlik Çizgisi - Halid Özkul

SALAKLIKLA HAİNLİK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Anayasa profesörü Mümtaz Soysal hocanın veciz bir sözü vardır: “Salaklıkla hainlik arasındaki çizgi çok ince bir çizgidir ve o çizgi üzerinde dolaşanlardan söz ederken, ‘hangi akla hizmet ettiği belli’ deriz.” İlginçtir tıpkı 1980 öncesi gibi “cin olmadan adam çarpan”lar sadece dergi sayfalarında değil, internet çöplüğünde-bataklığında da cirit atıyor. Daha Marx-Engels’in 100 ciltlik Seçme Eserlerini Türkçeye tercüme edememiş bir siyasal hareket adına etraf ahkam kesenlerle dolu. Geçen gün e-posta kutuma mikro-Kürt milliyetçiliğini Lenin’e dayandırmak isteyen bir “solcu”nun Lenin’e ait 1920’lerden kalma malum UKKTH üzerine yazısı düştü. Ama 2010 yılındaki trajik-komediyi açıklayan tek bir cümle var ki şöyle yazmış büyük devrimci: "Zorunlu bir resmi dil ne demektir? Pratikte bu, Rusya nüfusunun azınlığını (lütfen, buraya dikkat! h.ö.) oluşturan Büyük Rusların dilinin, Rusya'nın tüm diğer nüfusuna dayatılması demektir."(Lenin) Şimdi soruyorum bre okuduğunu anlamaz salak; Türkler Anadolu'da AZINLIK mıdır? Alman-Türk-Kürt işbirliği ile kılıçtan geçirilen Ermeniler ve bir zamanlar çoğunluk olan Rumlar şimdi azınlık kalmış mıdır? Anadolu'da kesif Müslümanlaşma XVIII. yüzyılın başına rastlar, Anadolu'nun Hıristiyan halkı gerileme dönemine giren imparatorluğun ağır Osmanlı vergilerinden kurtulmak için önce görünüşte sonradan asimile olarak tamamen Müslüman olmuşlardır. Kürtlerin kitle olarak Anadolu'da (Kuzey Mezopotamya’da) göçerlikten yerleşikliğe geçişi ise XIX. yüzyılın sonlarına sarkar- o da kitlesel değil bazı aşiretlerin derebeyleri. Önceki yüzyıllarda ise Türkmen, Özbek, Kırgız, Peçenek, Kıpçak vbgb. Türkik göçebe etnik topluluklar daha yoğun Anadolu'nun Doğusuna ve Güneyine(doğusuna) göç etmişlerdir. İlginçtir ki bu boylar, kabileler ilk yüzyıllarda Hıristiyanlığın Ortodox ve Gregoryan mezhebini kabullenerek hem Rumlaşmışlar hem de Ermenileşmişlerdir (Bu kesim sonradan Alevi topluluklara katılmıştır). Göçebelikten yerleşikliğe –yani kentleşmeye/medeniyete- geçişte insan toplulukları Devlet (Arapçadan anlamı “delüt” yani saltanat. Batıdaki "state"in türkçe karşılığı yoktur. "statüko" denebilir asıl sözlük olarak "durum" karşılığıdır ama özel tanımlaması yapılmamıştır. Bu bile Türkiye'nin resmi lisanının bile daha “demokratik” yapısının oluşmadığını gösteren özgün bir kanıttır) yönetiminin egemen etno-ideolojik yapısına göre yerleşik kültürler içinde asimile olur- tabiî ki asıl belirleyici olan iktisadi alt yapıda üretim güçlerinin ilişkisidir. Buna karşın göçebe toplumlar, yüzyıllarca etno-folklorik yapılarını korurlar. Gerek Osmanlı, gerek Çarlık Rusyası Doğu Anadolu belgelerine baş vurulduğunda Kürtler hakkında kullanılan sosyolojik tanımlamalar tastamam göçebe doğu toplumlarına özgün vurgulardır. Sözün özü Lenin'in Rusyası ile Türkiye'nin Anadolusu apayrı sosyolojik özellikler gösterir. (Çarlık Rusyası daha 1850’lerde Toprak Reformunu başardığı halde daha T.C bile bu işi savsaklamıştır!) Ayrıca, Marx'ın üstüne basa basa yazdığı gibi "milli mesele" (veya UKKTH) LİBERAL bir ilkedir. Ne ki konunun gerçek uzmanı Avrupalı marxistler UKKTH'nın Rusya çizgisini tanımlarken "Wilson-Lenin" çizgisi tanımını kullanırlar ki tamamen doğrudur. XXI. yüzyılda tekelci kapitalizmin universal kozmopolit küresel boyutlarında Globalizmin iktisadi IV. Bunalım Dönemi'ne girdiği bir süreçte ENTERNASYONALİZM yerine hala Rosa Luxemburg'un deyimi ile "mezarlarından çıkartılmış ölü kadavraları" olan mikro-milliyetçiliklerin "ulus" olma halisilasyonlarını öne sürenler apaçık bir biçimde yerel ve evrensel tüm proletaryanın ve onun iktidarının baş düşmanlarıdırlar. Daha "Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi" kitaplarını kaleme alırken "HALKLARIN KARDEŞLİĞİ" sloganını gerici ve liberal olarak mahkûm eden MARX ve ENGELS, 1848-KOMÜNİST MANİFESTO'yu anımsatarak, sosyal-demokratların programlarında "BÜTÜN ÜLKELERİN PROLETERLERİ BİRLİĞİ" ve "YOLDAŞLIĞI" yerine küçük burjuva liberal sloganları kullanmalarını ağır bir biçimde eleştirmişlerdir. Marx-Engels'in İLKE yapıtları yerine, 1947'de CIA tarafından organize edilmiş kibernetik SOLCU-Troçkist-Maoist terminolojiye bağımlı kalanlar sonuçta ülke proletaryası yerine yerel feodal toprak ağalarının burjuvalaşma krizi olan sosyal-milliyetçi liberal ilkelere yönelmeleri sadece cehaletin utancıdır veya kısaca salaklıklarının. Şunu daima şiar edinmişiktir ki “Tek Yol Kesintisiz Devrim”dir. Gerisi yeniden(neo) mandater, yeniden(neo) faşist yeni-liberal ideolojilerin "renkli" savunularıdır. Bunun için; Yaşasın dünya proleter devrimcilerinin yoldaşlığı, kahrolsun liberal palavralar...

Halid Özkul
15.10.10

22 Eylül 2010 Çarşamba

CIA, Troçkistler ve Maocular - Halid Özkul

CIA, TROÇKİSTLER ve MAOCULAR

Daha önceki bu blogumuzda yayımlanan bir makalemde Çin Komünist Partisi lideri Mao’nun etrafındaki parti üyesi Amerikan yurttaşı Yahudilerin siyasal kimlikleri ve bunların zionist İzrael-Çin ilişkilerinde etkilerinden bahsetmiştim. Aynı şahıslar 1970’deki Çin-ABD (CIA) işbirliği sırasında etkin olmuşlardı. Önümüzdeki aylarda yayımlanacak kitaplarımda yeri geldikçe bu konuya değiniyorum. 21. 05. 2010 tarihinde emekli MİT Kontr Terör Dairesi Müdürlerinden Mehmet Eymür’ün atin.org adlı sitesinde yayımlanan ve kendine yüklenen suçlara karşı savunmasını içeren bir dilekçe yayımlandı. Bu dilekçe içinde “huylu-huyundan vazgeçmez” tabirini doğrulayacak dört bilgi kirletmesi olmasına karşın; uluslararası CIA faaliyetlerini içeren ve daha çok Maocu-Troçkist kulvardaki bilgiç “sol”cularımızı rahatsız edecek bilgiler yayımlanmıştı. Aynı dilekçe içinde yer alan Radikal gazetesi köşe yazarı Murat Yetkin’in yazısı altta veriyoruz. Makalede adı geçen kitabı doğrulayan bilgiler ise Avrupa merkezli Stalin Arşivi sitesinde iki yıl sonra yer almış ve Türkçe tercümesi de yayımlanmıştır. Tezlerimin doğrulanması olan bilgileri, devrimci komünist kitlenin dikkatine sunuyorum. Türkiye’de de bu karşı-devrimci şebekenin temsilcileri olmuştur ve halen faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bundan sonra bu ajan-provokatörlerin açıkça teşhir edilmeleri ve megolomanlıkları uğruna bunların oyunlarında kendilerini kullandırmış olanların özeleştirilerini açıkça yapmaları gereklidir. Yoksa bu görevi biz yapmak zorunda kalacağız…

Maocu partinin arkasında CIA mı vardı?

Murat Yetkin [Radikal- 17.02.2002]

Çin Komünist Partisi yanlısı siyasi partilerin 1960'larda ortaya çıkmasıyla birlikte, Amerikan gizli servislerinin bu partilere sızıp Moskova'ya karşı kullandığı iddiaları da yayılmaya başlamıştır. Bu iddialar, kendi ülkelerinde o zamana dek var olan sol akımları yeterince 'devrimci' bulmayan Pekin yanlılarınca hep reddedilmiş, 'komplo' olarak nitelenmiştir. Ancak yenilerde yayınlanan bir kitap, bu iddialara bir ölçüde geçerlilik kazandıracak cinsten.

'A Spy For All Seasons - Her Devrin Casusu' adlı kitabın yazarı Duane Clarridge. Yıllarca Amerikan istihbarat örgütü CIA’de çalıştıktan sonra emekli olmuş bir istihbaratçı. Sıradan biri olmadığını az sonra anlayacaksınız, ama ben şimdilik Nikaragua'daki Kontra hareketinin fikir babası ve perde gerisindeki uygulayıcısının o olduğunu söyleyeyim.

Clarridge, meslek hayatının nispeten başlarında, 1960–64 yılları arasında Hindistan'da çalışmış. CIA istasyon şefliğini Madras kentinden yürüttüğü döneme ilişkin olarak, anılarında ilginç bir bölüm var. Özetleyerek aktarıyorum: Moskova ve Pekin arasında 1958 yılında, Kruşçev'in Stalin'i reddetmesi, Mao'nun da sahiplenmesi üzerine başlayan gerilim, 1962'de sınır çatışmalarına dönüşmüştür. Bundan Hindistan da payını almakta, Çin sınırı sık sık tecavüze uğramaktadır. Moskova buna karşın kendi yörüngesindeki Hindistan Komünist Partisi (CPI) aracılığıyla, Nehru önderliğindeki Kongre Partisi hükümetini desteklemektedir. Çin'in buna yanıtı, Kalküta ağırlıklı ve Pekin yanlısı Hint Komünist Partisi Marksist/Leninist (CPIM/L) ayrışmasını kışkırtmak olur. CIA sorumlusu Clarridge'nin görevi, bu ayrımı körükleyerek Pekin yanlısı fraksiyonun güçlenmesini, dolayısıyla Moskova'nın etkisinin zayıflamasını sağlamaktır. Clarridge anılarında, işe güney eyaletlerinde basılan, Pekin eğilimli bir dergiden başladığını yazıyor. Çinliyi andıran bir başka ajan aracılığıyla yayıncıyla ilişkiye geçilip, Pekin'in dergi yayınlarını ne kadar takdir ettiği, doğru devrimci çizgiyi onların izlediği filan anlatılıyor. İstihbarat dilinde 'false flag-sahte bayrak' denilen bir teknikle CIA ajanları kendilerini Çin adına çalışıyor gibi tanıtıyorlar. Merkez tarafından kıymeti bilinmekten gururu okşanan yayıncı iki haftada Pekin'den sandığı, ama aslında CIA istasyonu tarafından kaleme alınan güya devrimci bildirileri, başyazı olarak basmaya gönüllü oluyor. Clarridge, anılarında, planının dergiyi ve etrafındaki hareketi 'Sürekli olarak daha sol bir çizgiye çekmek' olduğunu ve bunu başardığını yazıyor. Bütün yaptığı ise Mao'nun ÇKP resmi yayınlarındaki konuşmalarını alıp keskinleştirmek oluyor. Sonunda güneydeki Pekin yanlısı hareket, Moskova yanlısı partinin giderek güç kaybetmesinde bir etken haline geliyor. O derece rahatsızlığa yol açıyor ki, CPI destekli hükümet 1965'te CPIM/L'nin bütün yönetimini tutuklatıp hapse attırıyor. İçişleri Bakanı mecliste bu uygulamanın başlıca gerekçeleri arasında, haftalık derginin (aslında CIA tarafından kaleme alınan) tehlikeli devrimci yayınlarını gösteriyor. Dört yıl merkezde Hint masasını yöneten Clarridge'ye 1968'de, sol hareketin yükseldiği bir başka yerde dış görev talimatı gelir. Anılarında, İstanbul'a geldiği gün onlar Dolmabahçe'deki bir CIA evinde öğle yemeği yerken, dışarıda solcu öğrencilerin 6'ncı Filo'yu protesto edip, denizcileri denize döktüğünü yazıyor. Bu hele ki bir NATO üyesi ülkede, hele ki Boğazlar gibi Moskova için stratejik bir bölgede, kabullenilir bir şey değildir. Clarridge ise sol hareketlerle uğraşmak konusunda kendisini kanıtlamış bir uzmandır. Türkiye'de de Hindistan'daki gibi bir planı uygulayıp uygulamadığını anılarında bulamıyoruz. Ancak Türk solunun giderek keskinleşmeye ne zaman başladığı, Pekin yanlısı hareketlerin ne zaman ortaya çıkıp örgütlendiği, 1965'de Meclis'e Türkiye İşçi Partisi altında 15 milletvekili sokan Türk solunun bir daha belini doğrultamamasına yol açan 12 Mart 1971 darbesi koşullarına nasıl gelindiği kayıtlarda var. Clarridge İstanbul'dan sonra 3 yıl da Ankara'da görev yapıp 1973'te Türkiye'den ayrılıyor”.

Kimsenin “New York Entelektüelleri” ve yeni-muhafazakârlığın yaratılması
Denis Boneau

[www.facebook.com/topic.php?uid=115965110485&topic... İKTİDAR Tartışma Platformu- tercüme: Stalin Arşivi]

1945'ten itibaren, Amerikan ve İngiliz propaganda servisleri ağırlıklı olarak troçkist çevrelerden entelektüelleri "komünizmle yarışabilecek bir ideoloji imal etmek" üzere kendi saflarına devşirdiler. New York entelektüelleri olarak adlandırılan grup, başlarında Sidney Hook, Kültürel Soğuk Savaş'ın ileri cephe ajanlarına dönüşerek, CIA'in planladığı görevleri tutkulu biçimde ve başarıyla yerine getirdiler. Bu akımın başlıca teorisyenleri olan James Burnham ve Irving Kristol gibi isimler, günümüz Amerikan şahinlerinin yeni muhafazakâr retoriklerinin yaratıcıları olmuştur.
1945 yılında Sovyet stratejistleri Doğu Avrupa’da Halk Demokrasileri’nin dünya tarafından tanınmasını istediler. Bu amaçla gizli servislere dayanarak uluslararası bir barış kampanyası başlattılar. Hedefleri anglo-sakson ittifakıyla silahlı bir çatışmaya girmeksizin “savunma sahası”nın kontrolünü ellerinde tutmaktı. İngiltere’de ise hükümetler, özellikle
Clemet Attlee hükümeti, 1942–1945 arasında Moskova’yla kurulan ittifakı haklılaştıran savaş dönemi propagandasını terk etmeyi planlıyordu. Bu çerçeve içinde Şubat 1948’de, Attlee, Dış İşleri Ofisi’nin bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı’nı (IRD)[2] kurdu. Bu kuruluş, örtülü fonlarla beslenen ve komünistleri karalamak için sahte enformasyon üretmekle görevlendirilmiş gerçek bir “soğuk savaş bakanlığı”ydı…
İngiliz ve Amerikan gizli servisleri ayrıca, “Marksizm-Leninizm’le yarışabilecek, evrensel ve saygın bir öğreti” imal etmeye çalışıyorlardı. Bu amaçla, Sidney Hook, James Burnham, Irwing Kristol, Daniel Bell gibi isimlerden oluşan New Yok entelektüelleri denilen gruptan etkili bir kültürel savaşçılar topluluğu oluşturulacaktı.
İlk “belden aşağı vuruşlar”
New York entelektüellerinin komünist çevrelere sızmaları gerekmiyordu, zaten bu çevrelerin içindeydiler ve kendilerini troçkist militanlar olarak tanımlıyorlardı. CIA, Marksist felsefeci Sidney Hook gibi insanları kazanarak amerikan radikal sol hareketiyle ilgili işine yarayan bilgileri toplayabildi ve Moskova’nın desteklediği uluslararası toplantıları sabote edebildi.
Mart 1949’da New York’ta Waldorf Astoria otelinde “dünya barışı için bilimsel ve kültürel konferans” düzenlenecekti. Bu toplantıya komünist partili militanlar katılıyordu ve toplantı
Kominform tarafından gizli olarak destekleniyordu. Ancak otel tamamen CIA kontrolündeydi, hatta otelin ikinci katı bir CIA karargâhına dönüştürülmüştü. Tövbe etmiş eski-komünist rolünü oynayan Sidney Hook, birkaç gazeteciyle buluşarak onlara “Stalincilere karşı” “kendi” stratejisini açıklamaya koyulmuştu; Waldorf otelinin mektup sistemine sızacak ve sahte bildirileri içeri yayacaktı. Sidney Hook’un “Truva atı pozisyonundan” yararlanan CIA konferansın katılımcılarının politik bağlarını açık olarak ilan etmeye kadar varan bir medya zehirlemesi kampanyası başlattı, bu bakımdan senatör McCarthy’nin “cadı avı” kampanyasına öncülük etti. Hook büyük bir şevk ve azimle ajitatörler, muhbirler ve manipülatörlerden oluşan ekibini toplayarak bildiriler dağıttı ve çalışma gruplarının tüm düzenini bozdu… Eş zamanlı olarak otelin dışında onlarca aşırı sağ militan “Kominform tecavüzünü” protesto eden pankartlarla gösteri düzenliyordu. Operasyon tam bir başarı oldu, konferans fiyaskoya dönüştü. “Waldorf darbesi”nden gerekli dersleri çıkaran CIA ve İngiliz IRD’si Moskova’ya karşı gizli savaşta troçkistlere rol verilmesini sistematik hale getirmeye girişti, böylece bu yöntem SSCB’ye karşı “psikolojik savaşın” bir değişmezi haline geldi.[3]
Sidney Hook, New York entelektüelleri şebekesinin şefi
Brooklyn’in fakir bir mahallesinde doğan Sidney Hook, 1923 yılında Kolombiya üniversitesine kaydoldu, orada John Dewey’le karşılaştı, ilk görüşleri onun etkisinde oluştu. Doktorasını yaptıktan sonra Guggenheim vakfının bursu sayesinde Almanya’da okuyabildi ve Moskova’yı ziyaret edebildi. O dönemin birçok entelektüeli gibi Stalin’e ve Sovyet rejimine hayran kaldı. ABD’ye döndüğünde, New York Üniversitesi’nin felsefe bölümünde kariyerine başladı. 1972’de kendisini komünizmden yeni-muhafazakârlığa getiren bir entelektüel dönüşümün sonucunda Stanford üniversitesine geçinceye kadar buradaki görevini sürdürdü. Birinci dünya savaşından sonra bir komünist militanla evlendi ve Komünist Partiye yakın olan bir profesörler sendikasına üye oldu. Lenin’in kitaplarının çevrilmesi çalışmasına katıldı ve ilgi çeken bir kitap yayınladı: Karl Marks’ın Anlaşılmasına Doğru. Tipik bir sol entelektüel olarak, anarşist işçiler Sacco ve Vanzetti’nin idamlarına karşı düzenlenen gösterilere katıldı.
30’ların başında
Hook komünistlerden ayrıldı ve 1938 yılında kurulan Amerikan İşci Partisi içinde birleşmiş olan troçkistlerin klanına katıldı. Stalin tarafından uzaklaştırılan Troçki’nin masumiyetini kanıtlamayı amaçlayan “Moskova duruşmalarının gerçek yüzü hakkında soruşturma komisyonu”nu örgütledi.
1938 yılından itibaren devrimci idealle bağını kesin olarak kopardı. 1939’da Kültürel Özgürlük Komitesi’in kurdu, bu anti-stalinci örgütlenme savaştan sonra kurulan Kültürel Özgürlük Kongresi’nin[4] temellerinden biri olmuştur. CIA hesabına eski arkadaşlarını izlemeye başlamasıyla bir kopuş boyutlarını aşarak ihanet boyutuna ulaşan bu dönüşüm, kendisi için büyük bir politik ve mali fırsata dönüştü…
Bu ihbarcılık mantığı içinde Hook Wisconsin senatörü McCarthy’nin girişimini açıkça destekledi, “Aykırılığa Evet! Komploya Hayır!” ve “Kültürel katılığın tehlikeleri” diye iki makale yayınlandı, bunlarda McCarthy’yi eleştiriyor görüntüsü altında komünistlere yakın olan bürokratları, entelektüelleri ve politikacıları izleme ve ihbar etme faaliyetlerini teşvik eden görüşleri ileri sürüyordu. Hook daima McCarthy’yi desteklemediğini iddia etti, oysa doğal müttefiki felsefeci Hannah Arendt, Hook’un bu iddiasını yalanlamıştır. “Aykırılığa Evet! Komploya Hayır!”da “gerçekçi liberallerin” ideolojik konumlarını ele aldı ve “takip etme suçu” kavramını ortaya attı. Buradan Devletin liberal rejim görüntüsünü koruyarak “cadı avına” devam etmesi gerektiği sonucuna vardı. Bunun için yönetim, komünist memurları kriminalize etmek yerine, şüpheli olanları istifa etmeye zorlamalıydı. Eğitimciler söz konusu olduğunda komünist bir profesörün “gerçek bir mesleki sahtekarlık içinde olacağını” ileri sürdü.[5]
Sonradan Hook “cadı avı” uygulamalarını bir politik hata olarak değerlendirdi, ama bu kampanyanın faşist mantığı yüzünden değil, McCarthy fazla boşboğaz olduğu ve Sovyetler’in şiddetiyle Amerika’nınkini aynı kefeye koyduğu için. “Kültürel katılığın tehlikeleri” makalesinde kendisi komünistleri avlamak için daha gizli yöntemler önermişti: örneğin belli bir göreve atananlara bağlılık anketleri uygulanması gibi.
Hiç şüphe yok ki Sidney Hook gizli eylemi tercih ediyordu. Kültürel Özgürlük Kongresi gibi birçok Kültürel Soğuk Savaş operasyonlarıyla olan bağları onun “demokrasiyi”, ABD tarafından yönetilen NATO blokunun bir cephesi şeklinde anladığını göstermiştir. 1972 yılında New York’u terk etti ve ölümüne kadar Hoover Enstitüsü’nün[6] baş teorisyeni olarak çalıştı.
Gizli diplomasi çevreleriyle yatıp kalkarak yöneticilerin dikkate aldığı bir muhafazakâr ideolog haline geldi. 1985 yılında Ronal Reagan’dan -Frank Sinatra ve Jimmy Stewart’la aynı gün- Amerikanın en önemli sivil nişanı olan, Özgürlük Madalya’sını aldı. 1989 yılında öldü, Bush içten başsağlığı dileklerini Hook’un eşine iletti: “Bütün hayatı boyunca özgürlüğün cesur bir savunucusu oldu… Her ne kadar hayatta mutlak hiçbir şeyin olmadığını söylerdiyse de ironi onun kendi yaşamının aksini kanıtlamasını istedi, keza hayatta mutlak olan bir şey varsa o da Sidney Hook’un daima “entelektüel dürüstlük ve gerçek” adına savaşmış olduğudur.”

Troçkistler devşiriliyor
Sidney Hook’un “ihanetinin” sayesinde Waldrof kampanyasını başarılı olması troçkist kanadın bir fraksiyonunun bütün olarak devşirilmesi hareketinin başlangıç noktası oldu. CIA ve IRD daha geniş bir kampanya için dönek Marksistlerin işbirliğine daha çok güvenmeye başladı. Bu kampanyanın amacı IRD’nin ilk şefi olan Ralph Murray’ın ifadesiyle “komünizmle yarışacak bir ideoloji imal etmek”ti. Kültür Özgürlüğü Kongresi de bu operasyonun başlıca tanıtım aracı olacaktı.
CIA ve
IRD’nin taktiği ilk adım olarak troçkist militanları “döndürmek” ve sadakatlerini garantilemek biçiminde oluşuyordu. Bunun için tamamen batmak üzere olan bazı radikal dergileri “kurtarmak” amacıyla bunlara gizli ödeneklerden para sağlandı. Böylelikle örneğin New York entelektüellerinin ocağı, önce Ortodoks komünist sonradan ise Troçkist olan Partisan Review[7] birçok hibe aldı. 1952 yılında Time-Life dergileri imparatorluğunun şefi Henry Luce, Daniel Bell’e Partisan Review’in yok olmaması için 10.000 dolara varan yardım yaptı. Aynı sene, Partisan Review, konusu şöyle özetlenen bir konferans organize etti: “Amerika günümüzde Batı uygarlığının başlıca koruyucusu haline gelmiştir.” 1953’den başlayarak New York entelektüellerinin Kültür Özgürlüğü Kongresinde hâkim hale gelmesiyle Partisan Review Kültür Özgülüğü için Amerikan Kongresinin “festival ödeneği” adı altında Farfield vakfı tarafından CIA fonlarıyla beslenen bir sübvansiyon daha aldı. Aynı yöntemle Sol Levitas’ın New Leader dergisi de finansör Thomas Braden’in müdahalesiyle “kurtarıldı”… yine CIA’in parasıyla. CIA’in radikal soldan bazı grupların hizmetini nasıl sağladığı böylece anlaşılır hale geliyor.
Partisan Review’in “kurtarılışına” ek olarak CIA, İngiliz gizli servisleriyle işbirliği halinde bir anti-komünist dergi çıkarmaya yöneldi. Bu amaçla Kültür Özgürlüğü İçin Amerikan Komitesi icra kurulu başkanı Irving Kristol’u görevlendirdi. Kristol 1936’da City College’e girecek ve burada müstakbel soğuk savaş yoldaşları Daniel Bell ve Melvin Lasky’yle tanışacaktı. Kristol troçkist anti-stalinci kimliğiyle Enquiry dergisinde çalıştı. Savaştan sonra, ABD gizli servislerinin safına kazanılmış olarak New York’a Yahudi dergisi Commentary’yi yönetmeye gönderildi. Doğrudan Farfield (CIA) kredileriyle desteklenmiş olarak Josselson’un yönetiminde Encounter dergisini çıkarttı. Stephen Spender’le birlikte çıkaracağı “magazine X” ise Amerikan yeni-muhafazakâr ideolojisinin baş silahı olacaktı.
Kültür Özgürlüğü Kongresinde Komünizmle Savaş

New York entelektüelleri ve diğer dönek komünistler CIA tarafından
Kültür Özgürlüğü Kongresi’ni düzenlemek için görevlendirilmiş olan Josselson’la ilişkiye geçtiler. Amaç Arthur Koestler’in ifadesiyle Batı Avrupa’da Moskova’ya karşı bir “psikolojik savaş” cephesi yaratmaktı.
Arthur Koestler 1905 yılında Budapeşte’de doğdu. Uzun yıllar aktif bir komünist militandı. 1932 yılında Sovyetler Birliğini ziyaret etti. Enternasyonal kitaplarından birini finanse etti. Siyasi polise Rus kız arkadaşını ihbar ettikten sonra Moskova’yı terk etti ve Paris’e gitti. Savaş sırasında tutuklandı ve politik tutuklu olarak sürgüne gönderildi. Savaş bitti, Koestler Sıfır ve Sonsuz’u yazdı, hayatını ele aldı ve Stalinizm’i suçladı. James Burnham aracılığıyla New York entelektüelleriyle tanışması gizli kültürel operasyonların kararlaştırıldığı çevrelere katılabilmesini sağladı. CIA uzmanlarıyla uzun görüşmelerden sonra gizli servisin doğrudan emriyle bir ortak kitap çalışmasının yönetimini üstlendi. Karanlıkların Tanrısı (Andre Gide, Stephen Sender…) adını alacak olan kitap Sovyet rejiminin yoğun bir suçlanmasıydı. Arthur Koestler, Kültür Özgürlüğü Kongresi’nin örgütlenme kurulunda görevlendirildi.
Koestler, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin 1950’de arkadaşı Melvin Lasky tarafından düzenlenen Berlin toplantısından (Kongress für Kulturelle freiheit) sonra Özgür İnsanların Manifestosu’nu yazdı. Ona göre, “özgürlük saldırı altındaydı.”
Koestler’in CIA hizmetine kazanılmasında başrolü oynayan ise James Burnham’dır. Koestler’in hamisi James Burnham 1900 yılında Chicago’da doğdu. New York üniversitesinde profesörken birçok radikal yayına destek veriyordu ve Sosyalist İşçi Partisi’nin kuruluşuna katılmıştı. Birkaç sene sonra troçkistler arasındaki bölünmeyi örgütledi.[8] 1941’de Kültür Özgürlüğü Kongresi’nin gelecekteki manifestosu olacak olan The Managerial Revolution (Yönetici Devrimi) kitabını yayınladı, kitap 1947 yılında Ere des organisateurs (Düzenleyiciler Çağı) olarak Fransızcaya çevrildi. Burnham’ın dönüşü özellikle ilginçtir. Birkaç yıl içinde “perde arkası” şebekelerinin[9] şefi Franck Wisner ve yardımcısı Carmel Offie’yle karşılaştıktan sonra, “komünist barbarlığa” karşı tek savunma duvarı olarak gördüğü ABD’nin ateşli bir savunucusu haline gelmiştir.
“Şu anda Sibirya ve Kafkasya’da konuşlandırılmış ve Paris, Londra ve Roma’ya yönlendirilmiş olan bombalara karşıyım… ama Los Alamos’da konuşlandırılan bombaları destekliyorum… bunlar beş yıldır Batı Avrupa özgürlüklerinin koruyucusu –hem de tek koruyucusu- durumundadır” diye görüş belirtmişti. Perde arkası şebekesinin işlevinin ne olduğunu gayet iyi bildiği halde Burnham, Raymond Aron’un bu troçkizmden sağ muhafazakârlığa geçen yakın dostu, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin entelektüelleriyle CIA arasındaki başlıca aracı rolünü oynadı. 1950 yılında Melvin Lasky Marshall Planı fonlarından elde edilen paraları alırken neler döndüğünün pekâlâ farkındaydılar. Burnham, Kültür Özgürlüğü Kongresi sayesinde The Managerial Revolution (Yönetici Devrimi) kitabını tüm Batı Avrupa’da dağıtabiliyordu.

“Komünizmle yarışacak bir ideoloji”

Raymond Aron, Fransa’ya New York entelektüellerinin tezlerinin aktarılması işinde başrolü oynadı.[10] 1947’de Calmann-Lévy yayınevinden The Managerial Revolution kitabını yayınlamak için yardım istedi. Aynı anda Burnham ABD’de yeni kitabı olan Struggle For the World’ün (Dünya İçin Savaş) tanıtımı için çalışıyordu. Yönetici Devrimi profesör Georges Gurvitch tarafından yerinde olarak bir “teknokrasi”nin bir kutsallaştırılması olarak tanımlandı.
Sınıf mücadelesi terimleriyle yapılan analizi gözden düşürmeye çalışan Burnham yöneticilerin dünya ekonomisinin yeni efendileri olduğunu ilan etti. Ona göre Sovyetler Birliği, sosyalizmi gerçekleştirmekten uzak “teknisyenler”den oluşan yeni bir sınıf (bürokratik diktatörlük) tarafından yönetilen bir rejimdi. Batı Avrupa’da ve ABD’de yöneticiler parlamenterlerin ve geleneksel patronların zararına olarak iktidarı ele geçirmişti. Bu anlamda yönetici devrimi hem kapitalizmin hem de komünizmin yenilgisi anlamına geliyordu. Burnham’ın başlıca hedefi dünya çapında komünist bir toplumun iktidara gelişini öngören Marksist-leninist analiz ve bunun temeli olan tarihsel diyalektik. Aslında “kapitalizm yerini sosyalizme bırakmayacaktı”; belli bir dereceye kadar devletleştirilen üretim araçları, teknik yeterlilikleri sayesinde günümüz devletini yönetebilecek tek sınıf olan yöneticiler sınıfının elinde toplanacaktır.
Léon Blum, James Burnham’ın tezlerinin anti-marksist boyutunu çok iyi kavradı. Savaştan sonra, Washington’un müttefiki haline gelen bu eski Halk Cephesi adamı The Menagerial Revolution’un Fransızca çevirisine önsöz yazma önerisini hiç sıkılmadan kabul edecekti: “Eğer bu öneriyi getirenlerin dostluğundan emin olmasam, bir kötü niyetten kuşkulanabilirdim… şayet sosyalist okuyucunun zihninde bu kitap kadar büyük ve beklenmedik bir şok yaratacak başka bir eser yoktur.”[11] Raymond Aron gibi bir sponsorla ve önsözünü de Léon Blum yazınca, Yönetici Devrimi kitabının ciddi bir başarı yakalamasına şaşırmamak gerekir.
Sidney Hook’un yakın dostu onunla birlikte “cadı avını” destekleyen Daniel Bell de 1960 yılında İdeolojilerin Sonu kitabını yayınladı, bu kitap Commentary, Partisan Review, New Leader dergilerine yazdığı makalelerini ve Kültür Özgürlüğü Kongresindeki konuşmalarını bir araya getiriyordu. Kitabın Fransızca çevirisine, bütün hayatı boyunca sosyal bilimlerin amerikanlaştırılmış bir kavranışını dayatmak için Emile Durkheim ve Pierre Bourdieu gibi isimlerin temsil ettiği Fransız sosyolojisinin teorilerine karşı savaşmış olan Raymond Boudon önsöz yazdı.
İdeolojilerin Sonu isminden de anlaşıldığı gibi, New York entelektüellerinin en sevdikleri konuyu ele alıyordu, komünizmin bir ideal olarak ortadan kalkmasını. Daniel Bell, kitabının geniş olarak dağıtımını sağlayan Kültür Özgürlüğü Kongresinin aktif bir üyesi olarak yeni ideolojilerin mücadelesinin doğuşunu da ilan ediyordu: “İdeolojilerin Sonu’nda marksizmin bir ideoloji olarak çözülüşü teşhisi koyulmaktadır ancak bütün ideolojilerin sona ereceğini söylenmemektedir. Orada daha çok entelektüellerin ideolojilere daima ilgi gösterdiklerini ve yeni toplumsal hareketlerin yeni ideolojiler doğurmaya devam edeceğini söylüyorum, bu ister panarabizm olsun, isterse bir deri rengi veya ulusal kimlikle ilgili olsun.”[12]

Anti-komünizmden Yeni Muhafazakârlığa
Birçok çevreye sızma operasyonuna katılan New York entelektüelleri gerçek ideolojik konumlarını ancak sonraları, kitlesel olarak köşe başları zaten dönek Marksistler tarafından tutulmuş olan yeni muhafazakâr harekete katıldıklarında ortaya koydular. Irving Kristol 1947’den 52’ye kadar Commentary dergisini yönetti. Yeni muhafazakârlığın bir başka önde gelen ismi Norman Porodhetz Kültürel Özgürlük Kongresinin yarı resmi yayın organın 1960’dan 1995’e kadar başındaydı. Fransa’da Raymond Aron 1978 senesinde Commentaire (Commentary dergisinin Fransızca muadili) dergisini yarattı.[13] Irwing Kristol’un oğlu ise aşını yeni muhafazakâr Weekly Standard dergisini yönetmektedir.
Yaygın iddianın aksine Amerikan sağına troçkist bir sızma söz konusu değildir, tam tersine troçkist unsurların önce “Stalinizm”e karşı nesnel bir işbirliği, daha sonraları ise bunların entelektüel kapasitelerini liberal maskeli emperyalizmin hizmetine kazanılması söz konusudur. Burnham ve Shatchman, 1940 yılında Sosyalist İşçi Partisi’ni ve 4. Enternasyonal’i terk ederek kendi hizip partilerini kurdular. Max Shatchman kısa süre sonra Demokrat Parti’ye entrizm (sızma) politikası izlemeye başladı. Askeri-endüstriyel sermayenin çıkarlarını ateşli savunusundan dolayı “senatör Boeing” lakabını alan Demokrat şahin Henry Scoop Jackson’a katıldı. Partisini Demokrat Partinin içinde ABDli Sosyal Demokratlar (SD/USA) adı altında bir eğilim olarak yeniden örgütledi. 70’li yıllarda senatör Jackson kendi etrafına parlak yardımcılardan bir çevre oluşturdu: Paul Wolfowitz, Doug Feith, Richard Perle, Eliot Abrams bunların içindeydi.[14] Radikal sol söylemini daima koruyan Max Shatchman, SD/USA’i CIA’in radikal solu gözden düşürmekte uzmanlaşan bir organı ve anti-komünist sendikal örgütlenme AFL-CIO’nun başlıca danışma merci haline getirdi.[15] SD/USA’in politik bürosunda Jeanne Kirkpatrick gibi Reagan döneminin ikonlarından birisine dahi rastlayabiliyoruz. Tam bir türler karmaşası içinde, aşırı sağcı teorisyen Paul Wolfowitz radikal solun kongrelerine konuşmacı olarak katılıyordu. SD/USA’in başkanlığına getirilen Carl Gershamn, bugün National Endowment for Democracy’nin[16] icra kurulu başkanıdır. Başlıca istasyonları Commentary dergisi ve Özgür Dünya Komitesi olan bu partinin üyeleri Ronald Reagan seçilir seçilmez manipülasyon çalışmaları dolayısıyla sözcüğün geniş anlamında ödüllendirilmişlerdir.
New Yok entelektüelleri komünist solun bir eleştirisini geliştirmekle kalmadılar, son ürünü yeni muhafazakârlık olan aşırı sağ fikirlere “sol” bir kıyafet giydirme sanatını da onlar yarattılar. Böylelikledir ki, baba-oğul Kristollar ve onların dostları güvenle George W. Bush’u bile bir “idealist” olarak sunabiliyorlar ve onun dünyayı “demokratikleştirmeye” çabaladığını ileri sürebiliyorlar.

26 Ekim 2004
(Voltairenet.org)

[1]
Irwing Brown, Türkiye’de, Amerikan sendikacılığının getirilmesi ve Türk-İş’in kuruluşuna öncülük etmesi faaliyetleriyle tanınmaktadır. Bkz. Amerikan Sendikacılığı ve Türkiye, AFL-CIO’nun Türkiye Temsilcisi Irwing Brown’la Söyleşi, Dr. Kenan Öztürk (Stalin Arşivi’nin notu)
[2]
IRD hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ernie Trory, Soğuk Savaşın Kökenleri. (Stalin Arşivi’nin notu)
[3] Frances Stonor Saunders, Qui mène la danse ? La CIA et la Guerre froide culturelle, (Parayı Veren Düdüğü Çalar, CIA’in Kültürel Soğuk Savaşı, adıyla Türkçe yayınlandı) Denoël, 2003.
[4] « Quand la CIA finançait les intellectuels européens », (CIA Avrupalı entelektüelleri finanse ederken) Denis Boneau, Voltaire, 27 Kasım 2003.
[5] Bernard Genton, Une passion anticommuniste, Sidney Hook (1902-1989), (Sidney Hook, Antikomünist Tutku) IEP Strasbourg.
[6] « La Hoover Institution, archives réservées aux Républicains », (Hoover Enstitüsü, Cumhuriyetçilere özel arşivler) Voltaire, 26 octobre 2004.
[7] Terry Cooney, The rise of the New York Intellectuals, Partisan review and its circle, (New York Entelektüelleri, Partisan Review ve Çevresinin Yükselişi) University of Wisconsion press.
[8] James Burnham’ın istifa mektubu Marxists.org sitesinde bulunabilir. http://www.marxists.org/francais/trotsky/livres/defmarx/dmc3.htm
[9] « Stay-behind : les réseaux d’ingérence américains » (Perde arkası: Amerikan nüfuzu şebekeleri) Thierry Meyssan, Voltaire, 20 Ağustos 2001.
[10] « Raymond Aron, avocat de l’atlantisme », (Raymond Aron, Atlantikçiliğin savunucusu) Denis Boneau, Voltaire, 21 Ekim 2004.
[11] James Burnham, L’Ère des organisateurs, (Düzenleyiciler Çağı), Calmann-Lévy, 1947.
[12] Daniel Bell, La Fin des idéologies, (İdeolojilerin Sonu) Presses universitaires de France, 1997, s. 212.
[13] « La face cachée de la Fondation Saint-Simon », (Saint-Simon vakfının gizli yüzü), Denis Boneau, Voltaire, 10 Şubat.
[14] « Les racines historiques du néoconservatisme : une attaque diffamatoire contre le trotsksime », (Yenimuhafazakarlığın tarihsel kökenleri: troçkizme karşı karalama saldırısı) World socialist web site, 23 Mayıs 2003.
[15] « AFL-CIO ou AFL-CIA ? », (AFL-CIO mı AFL-CIA mi?), Paul Labarique, Voltaire, 2 Haziran 2004
[16] « La nébuleuse de l’ingérence démocratique » (Demokratik nüfuzun sisli örgütü) Thierry Meyssan, Voltaire, 22 janvier 2004 about 9 months ago