Ölümünün 55. Yıldönümünde Stalin : Tarih Onu Akladı!
Yıllar önce Mart ayı baskılarında, bir liberal-demokrat gazetenin birinde (galiba Melih Aşık’ın Milliyet’teki köşesinde) Stalin’in büyük kızı Svetlana’ya tebessümle “nanik” yaparken görüntülenmiş bir resmini basmışlardı. (Bende kesip saklamıştım. 31 Ocak 1981 gece yarısı, 12 Eylûl “kanlı” faşist-asker rejiminin işkenceci “siyasi polis”i tarafından gözaltına alındığımda, -vefat etmiş olan emekli muhasebeci babamdan bana yegâne miras kalmış, altın uçlu dolmakalemim ve daktilo makinem ile beraber- o da kayıplara karıştı, pek çok kayıplara karıştırılan ‘meçhul’ yoldaşlarımız gibi!) Fotoğrafın altına da “adını duyurdukça hâlâ korkudan titreten adam” diye yazmışlardı… Stalin, sosyal mücadeleler tarihinde en çok iftiraya uğramış proleter devrimci olarak Marx’ın önünde bulunur desem yalan olmaz! Pos bıyıklı koca Gürcüyü utanmazca Hitler’le denkleştirenler arasında sadece muhafazakâr ve liberal karşı-devrimci burjuvalar değil, bol miktarda küçük-burjuva “solcu” entel-dantel de bulunur…
Stalin’in doğal yollardan ölmediğini, KGB’nin şefi olan Abhazistan doğumlu Yahudi Beria denen zionist tarafından zehirletildiğini artık Sovyet belgelerine ve tanıklıklarına dayanarak biliyoruz. Mayıs 2000’de, Haziran 1953’te tutuklanarak kurşuna dizilen (infazları Aralık ayında açıklanmıştı) Lavrentiy Pavloviç Beria ve 6 arkadaşının affı için, ailelerinin maktullerin ‘Stalin döneminin kurbanı’ olarak ilân edilmeleri isteği, belgelerin incelenmesinden sonra kesinlikle reddedilmişti. Siyasi Temizlik Kurbanlarının İtibarlarının İadesi Dairesi Başkanı Askeri Savcı General Valeri Kondratov, “Beria ve arkadaşlarının suçu sabit görülmüş, itirafları alınmıştı. Yüzlerce insan Beria’nın emriyle öldürüldü. Bu dava kapanmıştır” demişti. Bu objektif bakıldığında Stalin’i kişi olarak aklayan bir açıklamaydı…
Stalin, 5 Mart 1953’te yaşama veda etti. Haber duyulunca onu son bir kez daha görmek için çırpınan kadın-erkek-yaşlı-genç Moskovalı proleterlerin yarattığı şok edici izdiham sırasında, -dile kolay- tam 1500 kişi ezilerek yaşamlarını yitirmişlerdi. Bu kitlesel-tepki korkusundan Parti bürokratları ancak yıllar sonra “Stalin Eleştirisi” yapabilmişlerdi! Aslında sadece bu sevgi boşalımı bile iftiralara verilen en dramatik ve “lirik” bir cevaptı…
Emperyal-zion tarafından Soğuk Savaş olarak adlandırılan anti-komünist Haçlı Seferleri sırasında “totaliter”, “diktatör”, “zalim”, “gaddar”, “kasap” adıyla denkleştirilen bir adamdı o. Ne var ki, Stalin’in hışmından kurtulmayı Beria’nın koruma şemsiye altında becermiş olan ‘zionist nomenkultura mafiası’ Sovyet toplumunu içten kemirdi ve 1990’da, maden işçisi ve sendikası lideri olan büyükbabası Sovyet Devrimi sürecinde anarşistlerle beraber bozgunculuktan tasfiye edilmiş (1919) olan torun Gorbaçov’un işbirliği ile SSCB tarihe gömüldü…
1992 Haziranında Moskova’yı ziyaret ettiğimde “Stalin Apartmanları”nı, Lenin’in Mozolesini ziyaret ettim (Nazım’ın mezarını da) ve “Lenin Müzesi”ni gezdim. Benden başka sadece altı kişi müzeyi ziyaret ediyordu. Bunlardan sadece ikisi gençti, diğerleri orta yaşlıydı. (Bu müze geçtiğimiz yıllarda kapatılmıştır.) “Stalin Apartmanları”, NewYork’taki Rockefeller’in ünlü Enterprise’ına nazire olarak aynı biçimde inşa edilmişti. Burada proleter aileler kalıyorlardı. Diğer apartmanlarda olduğu gibi her katta müstakil odalar vardı. Her katta ortak kullanıma açık banyo-tuvaletler-mutfak. Bedava kullanılan ortak telefon. Kalorifer ve daima akan sıcak su, tıpkı su gibi ücret ödenmeyen elektrik. Herkesin karnı toktu. Hafta sonları çok ucuz oldukları için ancak rezervasyonla yemek yenebilen güzel restoranlara gitmek ve özellikle de şık giyinip Bolşoy tiyatrosunda bale seyretmek, proleter aileler için ayrı bir zevkti. Çamaşırları genel temizlik merkezleri çok ucuza hem yıkıyor, hem de ütülüyordu. Kadınlar ev köleleri değillerdi. Çocuklar sokaklarda terk edilmiyordu. Evet, lüks yoktu, çünkü birilerinin artı-değeri, emeği, toplumsal üretim araçlarını gasp edip kişisel sermayesi haline getirip, kutsamalarına izin verilmiyordu! Namus cinayeti de, kapkaç, ırza tecavüz de çok uzaklarda kalmıştı, Batı’da! O yıllarda ABD’de insan kitleleri John Steinbeck’in “Gazap Üzümleri”nin gönüllü birer figüranıydı. Bütün kapitalist ülkelerde yoksul işçi kitlelerinin sefaleti, iktidar sorununu gündeme taşıdığı için, ulusal malî oligarşiler ve emrindeki burjuva bürokrasisi “savaş” kışkırtıcılığına soyunmuşlardı! Irkçılık-milliyetçilik, talancılığın ve sömürgeciliğin yolunu açmak için tırmandırılıyordu…
Yıllar ve yıllar geçti, küçük insanlar bir paket çikolata, bir kilo muz, bir naylon çorap ve bir bluejeane tav olup cehennemin kapılarını açtılar! Tekrar vahşi kapitalistleşen Rusya’nın 2005 Ocak’ında Emperyalist II. Yeniden Paylaşım Savaşı’nda kazanılan zaferin 60. yıldönümünde Belgorod kenti Gaziler Birliği’nin girişimi ile 9 Mayıs'ta bir “Stalin heykeli”açıldı. Sibirya’nın İsçim kentinde de daha önce karşı-devrimciler tarafından kaldırtılmış olunan bir “Stalin büstü” yeniden yerine konulmuştu. Bunlardan kısa bir zaman önce de Kırım’da “Stalin anıtı” dikildi…
Ataol Behramoğlu, 19 Şubat 2005 tarihli köşe yazısında anlatıyor: “Ünlü ‘Taganka’ tiyatrosunda M. Bulgakov’un ‘Teatral Roman’ından yapılmış uyarlamayı izledik. Bir oyuncunun ustalıkla canlandırdığı Stalin’le ve onun ‘Edebiyatçılar ruh mühendisidir’ sözüyle, çok fazla kabalaşmaksızın dalga geçiliyordu. Stalin’i canlandıran oyuncu sahnede ilk kez göründüğünde alkışlanan o muydu, yoksa Stalin miydi, anlayamadım. Çene çaldığımız bir taksi şoförü, ‘Bize yeni bir Stalin gerekli’ diyor ve Rusya’nın ‘tüm yeryüzünü satın alacak kadar’ zenginleşmiş yeni zenginlerine veryansın ediyordu. Bir başka konuşmada, Stalin’in, nüfusu yüz bini aşan her yerleşim birimine bir tiyatro ve bir konservatuar binası; bir milyonu aşan her kente ise mutlaka metro yaptırdığını öğrendik. Her gün yüz binlerce insan taşıyan Moskova metrosu, Stalin’in eseri…” Gerçekten de Moskova metrosu, muazzam heykelleri ve duvar rölyefleri ile metrodan çok halkın sanat saraylarını andırıyor. Gürcistan’dayken Stalin hakkında ne düşündüğünü sorduğum bir yaşlı “ton-ton” emekçi Ermeni teyzem bana, güzelim Anadolu-Ermeni şivesi ile “Stalin bizim babamızdı” demişti, “bu Gorbaçev bizim anamızı s…!”
SSCB yıkılınca karşı-devrimci burjuvalar boş durmamış özellikle zionistler anti-Stalinci propagandalarını güçlendirmek için Hollywood’u seferberliğe sokmuştu. Bu amaçla 1991’de eski bir Rus mültecisi olan Yahudi Andrei Konchalovsky’nin yönetmenliğinde, İtalyan-ABD-Rus ortak yapımı orijinal adı “İç Çember” (The Inner Circle - Türkiye’de Projeksiyoncu olarak tanıtıldı) olan bir film çevirtilmişti. Amaç hem anti-Stalinizmi işlemek, hem de dönemi aynı zamanda anti-semitik gösterip, zionist propaganda yapmaktı. Bunun için film daha çekilirken Türkiye dahil Batı’da medya kanalı ile psikolojik kamuoyu hazırlaması bile yapılmıştı. Fakat filmi seyrettiğiniz zaman Stalin’e hak veriyordunuz. Filmi “Stalin’in ruhu” çarpınca, film ortalıktan kaldırılmıştı. (Orwell’in “1983” filmi de Türkiye’de aynı akıbete uğradı, ilginç!)
Anti-Stalinciliğin günümüz kapitalist BDT’si içinde savunucularında biri de emperyal-zion ile işbirliği içinde olan karşı-devrimci burjuva Ermeni lobisi. Bu lobiye yakın gazetelerden Nezavisimaya, Aralık 2000’de birinci sayfada sür manşet “Stalin Türk ajanı mıydı?” diye soruyordu. Aynen şunları yazıyordu gazete: “Stalin, Türk Müsavat hareketinin ajanı gibi çalışıyordu. Sonunda ödül olarak Ermenistan’ı aldı… Atatürk, Ermenistan’ı Batı’nın elinden koparttı ve Komünistlere teslim etti. İngilizlerle arası iyi olan dönemin Ermeni yönetimi son ana kadar direndi. Aslında Nahçıvan, Ağrı, Karabağ bölgeleri Ermeni kontrolünde bulunuyordu. Hatta Gürcistan’ın Poti limanının da Ermenistan kontrolünde kalması gerekiyordu. Stalin ve Atatürk İngilizleri bölgeden kovma kararı alınca işler değişti. Komünist Moskva Kemalist Türkiye ile birlikte Ermenistan’ı birkaç ay içinde Sovyet Cumhuriyeti yaptı.” (Aslında buraya Azerbaycan’ı da eklemek gerekiyor - y.n.) Bu iddiaların hiç de yalan olmadığı ortaya çıkan son Sovyet belgeleri ispatlıyor. 21 Ocak 1924’te zaten komada olan Lenin’in vefatı ile ünlü “vasiyet”in hilafına iktidar mücadelesine girişen Stalin, parti genel sekreterliğindeki yerine pekiştiren önemli olaylardan biri olan Mançurya sorununda akıl hocasının, K. Atatürk olduğunu anlaşılıyordu. Ankara Sovyet Büyükelçisi aracılığıyla, Mançurya sorunu hakkında ne düşündüğü soruluyordu “Millî Mücadele”ye önderlik etmiş olan ‘küçük-burjuva’ Atatürk’e. Diplomatik kriptolar ile Sovyet hükümetinin konu hakkındaki resmi açıklamalarının birebir örtüşmesi, Kürdizmi mutlu kılmak için çırpınan Kürdist literatürün anti-resmi tarihçilerimizi üzecek belgelerden!.. Özel arşivimde bulunan 1935 baskılı “Sovyet Sporcuları Şehrimizde” kitapçığındaki 1924–25–1930–31–32–33–34–35 yıllarındaki süreklilik arz etmiş olan sportif ikili ilişkileri, “yoldaşlar” hitapları, Türk küçük-burjuvazisinin bayağı parendelerinden olarak nitelemenin ne kadar doğru olacağını yine ortaya konan belgeler belirleyecektir! Ne ki, Sorun Polemik dergisinin 22. 23. ve 24. sayılarındaki Suha Bulut arkadaşın bilgi bilimsel nitelikteki makaleleri, konuyu proleter devrimci duruşta kavramak isteyenler için açıklayıcı niteliktedir, benim görüşümce de…
Nezavisimaya, Stalin’le uğraşmayı bırakmamıştır. Şubat 2006’da BDT’de Stalinci dalganın yukarı ivme kazandığı bir dönemde, genç “vahşi kapitalist” Rusya’nın Devlet Tarih Müzesi’nde; RKP’nin 20. Kurultay’ında Kruşçev tarafından yapılan “Stalin’i ve tek adam sistemini kınayan” rapor ve konuşması üzerinde “50 yıl gizlidir” mührünün zamanı dolduğu için sergileniyordu. Lenin’in ünlü “vasiyet”ine dayanak yapılarak hazırlanmış rapor, nesnelliğin öznelliğe kurban edilmesinin alışılmış örneklerinden. Tabii raporun bayraktarlığını da karşı-devrimci burjuva Ermeni lobisinin gazetesi yapmaktaydı.
Bu saldırılara karşın tastamam aynı tarihlerde Rusya’da özelliklede gençler arasında yapılan son kamu yoklamalarında posbıyıklı koca Gürcü Josef Stalin’in 1917’den beri işbaşına gelen liderler arasında en sevileni çıkması hem Rusya, hem de Dünya burjuvalarını üzüntüye gark ediyordu! Aynı dönemde Stalin’i dönemini anlatan 200 kitap basılmış, pek çok ta film yapılmıştı. Bu yapıtların çoğunda ise Stalin övülüyordu. Kamuoyu yoklamasına katılanların %18’i onu “en iyi”, %50’si ise “iyi” ya da “oldukça iyi” olarak. Buna “iyi sayılır”larda eklenince ortaya %70’lik ‘birileri için’ bayağı korkulacak bir oran çıkmıştı. Stalin’i savunan gençler, “geri ve nüfusunun büyük bölümü cahil olan bir ülkeyi önemli bir güç haline getirmesinden”; en çok da onun “eşitlikçi uygulamalarına” hayranlık duyduklarını belirterek şöyle diyorlardı: “Stalin’in zamanında Roman Abramoviç (gasp ettiği paraları -daha doğrusu emeği- yurtdışında hayâsızca harcayan milyarder Rus Yahudi işadamı - y.n.) olabilir miydi?” Gençlerin cevabı üzerine başka söze gerek var mı?
Tabii burada “tek adam” otokratlığına soyunan “yeni burjuva” lider Putin’in eski bir KGB subayı olarak kitleler üzerinde yürütülen “psikolojik savaş” uzmanı olduğunu da unutmamak gerekir. Günümüz Rusya’sında adından başka hiçbir şeyi “Komünist” olmayan “Komünist Parti”ler enflasyonu içinde kitlelerin devrimci praxis yönünde bilinçlendirilmemiş olması, bu trajik ortamı yaratıyor. Rusların geleneksel melankolik-romantik olduğunu da eklersek sonuç hiç te umut verici değil. Asya Tipi Üretim Tarzı içinde geçmiş belleklerine R-Complex şartlandırmanın kodlanmış olduğu kitlelerin, bilimsel komünist devrimci praxis yönünde “siyasal kültür” birikimini sağlamalarının zorunluluğu karşımıza görev ve ilke olarak çıkmakta. Bu da ancak doğru bir kolektif siyasi önderlikle başarılabilir!
Peki kitleler Stalin’i neden unutmadı, “zorba” ve “zalim” olduğundan mı? Yoksa Mayakovsky’nin “demiryolu kadar düz, su kadar berrak, ekmek kadar kutsal” olarak idealize edilmiş ‘yeni insan’ında onu bulduklarını zannettikleri için mi?
İşte bu nesnel gerçekliği akıldan çıkarmadan; bütün günahları ve sevapları; yanlışları, hataları hatta galatları ve de doğruları ile tıpkı yoldaş Troçki gibi –işçi sınıfının– bizim insanımız olan, geçmişten geleceğe her şeye karşın –hiç olmazsa– onurlu bir devrimci insan örneği olan; Stalin yoldaşı proletek devrimci saygı ile selâmlıyorum…
Genç-yaşlı Rus proletaryasının sevgi dolu yüreğinde ve hınç dolu belleğinde tazeliğini koruyan sade ve onurlu bir insan olarak Stalin yoldaşın ölümsüz ruhu, bedeninin ölümünden 55 yıl geçmesine karşın “adını duydukça korkudan tir-tir titreyen burjuvalara”, posbıyıklarının ardından gülümseyerek “nanik” yapıyor!...