11 Kasım 2010 Perşembe

Bilimsel Kitap Yazımı - Halid Özkul

BİLİMSEL KİTAP YAZMANIN ÖNEMİ, ZORLUĞU VE ZORUNLULUĞU

“İnsanlık tarihi yazının icadı ile başlamıştır” diye boş yere söylenmemiştir. Yazı geçmişten geleceğe en önemli insanlık mirası olan yazılı belgelerin yaratılmasına etken olmuştur. Yazının icadı ile insanların iletişim aracı olan lisanları da inkişaf etmeye başlamıştır, kelime hazineleri geliştikçe, gramer yetenekleri estetikleşmiş; böylece düşünme, yaratma ve üretme kapasiteleri de artmıştır. Tabii göçebe(barbar)lerin yerleşik düzene geçmelerini temsil eden tarım toplumuna geçilerek, kentlerin oluşturulması kaynağından. Kentin, yani uygarlığın dönüşmesinin yazıya geçişi ardından kâğıt görevi görecek yeni ürünlerin yaratılması sonucu kitaplar doğmaya başlamıştır. Tabii kütüphanelerde. Köleci ve feodal toplumda sadece zenginlerin elinde bir ayrıcalıktır kitap sahibi olmak. Fakat feodal toplumdan kapitalist topluma geçerken üst yapı örgütlenmelerinin gizli en önemli aracıdır kitaplar. Gerek pozitif bilimler, gerekse değişimsel ideler kâğıtlara dökülmüş, basılmış, çoğaltılmış ve okunmuştur. Statüko’nun konumunu sarsan kitaplar ise daima yasaklanmış ve yakılmıştır- yazarları da yok edilmeye çalışılmıştır. Ama bu kitaplar gizlice basılarak yine gizlice dağıtılmışlardır. Kapitalizmin gelişimi ile okulun zorunluluk olarak ezilen sınıflar içinde yaygınlaşması ile geniş kitleler kitap sahibi olabilmiştir. Böylece onların haklarını koruyabilmeleri için en büyük dayanak noktaları kitaplardan iletilen bilgiler olmuştur. Kitap, bilincin elle tutulur, gözle okunur ifadesi olur. Evet, köklü kentleşmiş sınıflı toplumların en önemli kültür aracı kitaplardır. Günümüzde gelişmiş kapitalist ülkelerde kitap sahibi olmak oranı ile geri bıraktırılmış ülkelerdeki kitap basım ve okuma oranı arasındaki uçurum ise bir paradox olarak kültür emperyalizminin ve onların işbirlikçilerinin başarısının izdüşümüdür. İşte bu kültür erozyonuna karşı savaşım vermek zorunda olan ülkeler aydınları kitap üretmek, özellikle “bilimsel” kitaplar üretmek zorunluluğundadırlar…

Maalesef ülkemizde son yıllarda bilinçli olarak bilimsel kitaplara ilgi azaltılmış, onun yerine aşk-meşk romanları, şiirleri, metafizik spekülasyon zırvaları ön raflara konulmuştur. Öyle ki siyasal düşüncenin bile bilimseli değil, en sansasyonel üflemeleri tercih edilmektedir. Bunlara karşın çağcıl şövalyeler olarak kalmakta inat eden devrimci düşünce sahibi fehim aydınlarda vardır. Bunlardan biri olduğunu ispatlayan Sayın Candan Badem’in “Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti” (Birzamanlar Yayıncılık. Haziran 2010) adlı çalışması gerçekten bilimsel sıfatını tam olarak hak eden bir çalışmadır. Kitabın arka kapağında yer alan açıklama şöyledir: “Bu kitapta, 93 Harbi olarak adlandırılan 1877–78 Osmanlı- Rus Savaşı sonunda Rusya’ya ilhak edilmiş olan ve 1918’e değin çarlık yönetiminde bir vilayet (Karsskaya oblast) oluşturan bugünkü Kars ve Ardahan illeri ile Erzurum’un Oltu, Olur, Şenkaya ve Narman ilçelerinin 1878–1914 yılları arasındaki öyküsü anlatılıyor. Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’da bulunan çarlık arşivleri ile başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden belgelere dayanan bu araştırma o dönemde Kars vilayetinde meydana gelen demografik, etnografik, ekonomik, idari, siyasal ve kültürel değişimler, göçler ve toprak sorunu üzerinde duruyor.” Bu öz açıklamaya karşın kitabın muhteviyatı çok zengindir…

İlkin Candan Badem’in hem İngilizce hem de Rusçaya almış olduğu eğitimden dolayı tastamam(perfect) vakıf olması, ayrıca bilimsel bakış ufkunun tarihsel materyalist diyalektik yönde olması kendisinin araştırmacı kimliğini güçlendiren önemli unsurlardır. Ne ki, kitabında gerici-faşist eğilimli biliminsanı müsvettesi düzmece prof. kariyerli kişilerin “çalışma”larını kanıtları ile yerle bir etmektedir…

Kitaptaki pek çok belge ülkemizin günümüzdeki sorunlarının köküne değinmek açısından somut veriler vermektedir. Örneğin 12 Eylul 1980 sürecinde devletin televizyonuna çıkan bir takım prof. bürokratlar Kars civarındaki ormanların Ruslar tarafından imha edildiğini anti-komünist havalarda açıklarlardı. Bunun müsebbibi olarak ta Rus sobalarını gösterirlerdi. Oysaki sonraki yıllarda, emperyalist I. Evrensel Paylaşım Savaşı sırasında Doğu cephesinde esir düşmüş Osmanlı subaylarının anıları yayımlandığında şöyle yazıldığını okudum: Ruslar fazla ağaç harcanmaması için çok özgün yapılmış sobalar kullanıyorlardı. Birkaç odunla bütün ev saatlerce sıcacık kalabiliyordu. Bunun belgesel kanıtları ise Badem’in kitabında vurgulanmış: Ormanları korumak için Müslüman ahali arasından gönüllü zaptiye bulamamışlar. Ayrıca Osmanlı döneminde bedava olan orman kullanımından dolayı yok olan ağaçların korunması için yaş ağaçların kesilmemesi yasağı ve ücretli kullanım getirilmiş… Yerel yönetimde Müslüman hukuk sistemine ve geleneksel cemaat yapılarına saygı göstermişler. Kürtlerin yerleşikliğe direnmeleri, eşkıyalık ile yaka silktirmeleri. Osmanlı idaresinin Kürt aşiret reislerine idari unvanlar vermesi. Nüfus sayımında Osmanlıların sadece yetişkin erkekleri saydıkları, kadın ve çocukları saymadıkları, buna karşın Rus nüfus sayımında herkesi saymaları önemli bir bilgi. Türk resmi tarih iddialarına karşın Rusların Ermenilerin işgal bölgesine göçlerine müsaade etmemeleri ve nedenleri belgeleri ile açıklanmış. Ayrıca Kürt aşiret eşkıyası ile Ermeni milliyetçileri arasındaki ilişkileri belgeleyen Kars askeri valisi Tümgeneral Aleksey Aleksandroviç Samoylov’un 24 Kasım 1903 tarihli raporundan alınmış pasajlar önemli veriler arasında…

Kitapta ufkumuzu açacak bilgilerden biri de şu. Rusya’da 1862’de yapılan toprak reformu nedeni ile çarlığa isyan bayrağı açıp Osmanlı devletine göç edenlerin pre-feodal aşiretler olduğunu anlıyoruz. Çünkü bu boylardan “Kabardinler, Osetinler, Çeçenler ve Abadzehlerin hala köleleri olduğunu görmek”(s.123) Rus Generali Frankini’yi şaşırtmıştır. Üstelik köleler Kafkasya’dan daha zor şartlarda yaşamaktadır. Demek ki Türk-İslam(Sünni) resmi tarihinin iddia ettiği gibi bir “İslam düşmanlığı” söz konusu değil. Söz konusu egemen sınıf olan köle sahibi aşiret reislerinin “emek-rant”ına halel gelmesi! Çünkü Badem açıklamış: “1857’den itibaren Osmanlı devletinde yasaklanmış olan sadece köle ticaretidir.”(s.124) Kölelik değil, çünkü şeriata göre meşruuydu. Ama işgalci Ruslar bunları azat edip, yardım parası ödemişler. Vay Moskoflar! Ayrıca 1858 Osmanlı arazi kanunu ve neden başarılamadığı başarılı bir biçimde açıklanmış kitapta. Tabii Rusların Osmanlı büyük toprak sahiplerinin hanedanlıklarını gözetip, korudukları da belirtilmiş. Çünkü bunların bazıları Hıristiyan olup çarlık Rusyasına biat edeceklerdi. Türkler, Ermeniler, Kürtler, Rumlar ve Ruslardan oluşan etnik toplulukların hangi meslekleri icra ettikleri, işgal sonrası kapitalist işletmelerin ve işçi sınıfının sayısının artışı gözlemlenmiş. Vergileri toplamak içinde Osmanlı mültezim (genellikle feodal aşiret reisleri) sistemi kaldırılıp öşürün devlet memurları eliyle toplanmasına geçilmiş…

Ayrıca Osmanlı döneminde olmayan kentsel gelişmeler park yapımı ve Kars-Tiflis demiryolunun yapımı; okur-yazarlığın Hıristiyan nüfus arasında yaygınlığına karşın büyük çoğunluk olan Müslümanların modern eğitim kurumlarından uzak durmaları ayrıntıları ile anlatılmış. Rumların azınlık olmasına karşın en yüksek okuryazar olmaları gb. Kitap baştan aşağı istatislik bilgileri ile desteklenmiş ve belgesel fotoğraflar eklenerek mükemmel bir “materyalist tarih” kitabı üretilmiş…

Sadece kâğıt kalitesi açısından değil bu dönemde böyle faydalı bir belgeyi basma “cesaret”i gösterdiği için Birzamanlar Yayıncılık şirketini de kutlamak gerekiyor. Böyle yayınevlerinin biz araştırmacı-yazarlara da nasip olmasını dilerken, bu belgesel kitabın satın alınıp okunmasının yurtseverce davranış olacağı kanaatindeyim. Ama yazmadan edemeyeceğim. Sayın Candan Badem, siyasi bir partimizin internet portalının yazarı olmasına karşılık, bu portalda yazı yazanlardan hiçbirinin bu kitabı alıp-okuyup-değerlendirmemesi siyasi bir etiksizliktir. Bu “guru” zihniyeti de aşılmadıkça Türkiye aydınları asla “devrimci” öncü olamayacaklardır. İçimizden çıkan böyle değerleri, bencil kıskançlıklarımızın üstünde tutup kamuoyunda yüceltmedikçe, kendi karanlıklarımızda boğulmaya mahkûmuz…

Prof. Sencer Divitçioğlu hocamızın yine mükemmel bir bilimsel araştırma kitabı olan “Kök Türkler” kitabından sonra aynı kalitede ikinci kitap diyebilirim. Kitabın tanıtımının açısından yapılan olumsuzluklara karşın kitabın yazarı olan arkadaşımı emeğinden dolayı gönülden kutlarım. Devrim, ilk önce kendi beyinlerimizde yapılmak zorundadır…

Halid Özkul

07. 11. 10