Cern: Sabit, 'Bir' Yoktur, Devinim, 'Çok' Vardır
Selim Yalçıner
İsviçre'nin Fransa sınırı yakınlarındaki CERN'de yapılan deneyleri tüm gezegen biliyor:
Kuantum mekaniğinin en gelişkin yöntemler ve tekniklerle değerlendirildiği çalışmalar bunlar, atomaltı parçacıklarının çarpıştırılmasına dayanıyor, bu çarpışmalardan enerji sağlanması amaçlanıyor. Konu bu kadar basit değil tabii, örneğin bir parçacığın belirli bir 'an'da nerede, ne yönde ve ne hızda olduğunun saptanmasına çalışmaktan tutun, bu çalışmaların evren'in oluşumunun simulasyonunu sunup sunamayacağına ve 'madde' oluşturup oluşturamayacağına, 'karanlık madde'nın yapısını ortaya koyup koyamayacağına kadar çok geniş bir alana yayılıyor. Karmaşık olduğundan da, teorik fizikçileri ve felsefecileri uğraştırırken, teologların gizleyemedikleri bir endişe ile bu çalışmalara çok büyük dikkatle eğilmelerine ve ellerindeki 'metin'leri yeniden kuşku ve korkuyla gözden geçirmelerine yol açıyor, ayrıca da mistik eğilimleri harekete geçiriyor. CERN'de olanlar, diyalektiği; nesne (algılanabildiği kadarıyla), olgu ve süreçlere yaklaşmada araç olarak benimseyenleri ise felsefeleri bağlamında tümüyle doğruluyor, ancak bu doğrulamanın, diyalektiği benimseyenlerde görülmesi gereken heyecanı yaratamadığı, devinim'i kabul edenlerin çok küçük bir bölümünün bu çalışmalara ilgi göstermesinden anlaşılıyor. Cenevre yakınlarındaki CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu) radikal felsefecilerin de yoğun ilgisini çekiyor.
Konunun uzmanlarından özür dileyerek ve yanlışlarımız varsa bildirmelerini dileyerek Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu'nun çalışmalarını, kendi kaynaklarından, şöyle özetlemeye çalışalım: CERN'de 30 Mart 2010 günü yapılan son deneyde, yerin yüz metre derinliğinde ve 27 kilometre uzunluğundaki LHC, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda, proton ışınları 7 TeV hızıyla çarpıştırıldı, yerel saatle 13.06'da. Bu deney, evrenin (bizim bildiğimiz) oluşumunda başlangıç dönüşümü olarak gösterilen Big Bang'ın çok küçük ölçülerdeki bir simulasyonu olarak da bilim insanlarınca değerlendiriliyor. Karanlık madde, yeni güçler, yeni boyutlar ve Higgs Boson'u bu çalışmalarda araştırılıyor. Çarpışmanın olağanüstü yüksek hızda fotoğrafları çekilmiş durumda. Parçacık fizikçileri, teorik fizik açısından büyük önem taşıyan bu deneyde, bir parçacığın çok çok kısa, imkansız denebilecek bir 'an'da nerede, ne güçte ve ne yönde bulunduğunu bulmayı hedefliyorlar. Bir'i. O 'Bir', sürekli kendini gizliyor, 'şurada' denilen anda bir başka şey olduğu anlaşılıyor. Başlıkta, CERN: SABİT, "BİR" YOKTUR, DEVİNİM, "ÇOK" VARDIR demiştik, bu yerleşik bilimsel bilgi edinilmesi bağlamında dayanılan kolonların yıkıldığının geç de olsa kanıtlanması anlamına geliyor. Bilim, bugün hala, bir şeyin bilimsel olabilmesi için iki özelliğinin bulunması gerektiğini söylüyor: Ölçülebilir ve yinelenebilir olmasının. Günümüzde bilimsel çevrelerde genel kabul gören (CERN'deki deneylerin ise aksini gösterdiği) tutum bu. 'Bir şey, eğer ölçülebiliyor ve yinelenebiliyorsa, bilimseldir'. Oysa CERN'de ve yüz yıldan fazla bir süredir kuantum mekaniğinde, bu kural işlemiyor. Kuantum deneylerinde hiç bir ölçüm (onların istediği anlamda) yapılamıyor ve bir deney, bir kez daha yinelenemiyor. Buna biz, diyalektik diyoruz. Nasıl:
Diyalektik, bizim şu anda kullandığımız anlamda adını 150-200 yıl kadar önce almış olsa bile, kurallarının en azından bazılarıyla, binlerce yıldır düşünce yaşamını etkiliyor, felsefi alanda egemen çevrelerce görmezden gelinmeye çalışılan konuların da belki, başında yer alıyor. Tartışma, çatışma anlamında ise, uzun bir zamandır kullanıldığı açık. Bilinenleri yinelemekten şunu amaçlıyoruz, eğer diyalektiğin kurallarını kısaca ve hızla anımsarsak, parçacık deneylerine daha iyi yaklaşabileceğimizi ve bu çalışmaların getireceklerini daha olumlu değerlendirebileceğimizi umuyoruz. Diyalektiğin, bilindiği gibi, dört ana kuralı var, bunlar, şöyle:
Her şey devinir,
Her şey karşılıklı etkileşim içindedir,
Her şey çelişiktir,
Her şey nicelikten niteliğe uzanan değişim gösterir.
Görüldüğü gibi, Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu CERN'deki deneyler, yukarıdaki dört maddeyi her seferinde, kendi bağlamında ve o tekil deneyle sınırlı kalsa bile –ki öyle kalmak zorunda- doğruluyor.
Burada, binlerce yıl önce olduğu gibi, 150 yıl önce de 'her şey' teriminin kullanıldığına dikkat etmek de, diyalektiğin kurallarını sayarken, ayrıca önemlidir, çünkü bölümlendirmeyi aşmak, bu terimle mümkün olmaktadır.
Diyalektiğe karşı, ilkelerinin ilk dile getirildiği dönemden itibaren, efendi-köle ilişkisi bağlamında ve bu ilişkiyi tüm zamanlar için kalıcı kılma niyetinden kaynaklanan bir endişeyle, metafizik kullanıldı. 'Tarihin Sonu' metafiiziği de, yaşamakta olduğumuz bu dönemde, kapitalist uygarlığın sürekliliğinin kanıtlanması amacıyla, aynı endişeyle kullanılıyor. 'Bölümlendireyim, belki hakikaten bölerim!' düşüncesi bu, bildiğimiz bir düşünce. Bölümlendiremiyorsun, sınırlandıramıyorsun, bir şeyin adını koyup onu sabitleştiremiyorsun, çünkü o, o anda dönüşüyor. Dönüşecek te. Nitel dönüşüme uğrayacak, sabit kalmayacak. Kalacak olan tek şey, devinim, etkileşim, çelişme, değişme.
CERN'de olanlar, genel olarak da kuantum mekaniği, bize bugün için, bizim için ne vermektedir?
Öncelikle, 'Bir'in varlığını kabul eden felsefi yaklaşımların yanlışlığını. Bunu, Fransız Filozof,
Ecole Normale Superieure ve College International de Philosophie'de felsefe dersleri veren Prof. Alain Badiou, İngilizcesi "Being and Event" olan kitabında ayrıntılarıyla, matematik ve şiir'den örneklerle de anlatıyor. Piyasa ekonomisi ve parlamenter demokrasinin fetiş haline getirilmesinde ve haksızlıkların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, özgürlük kısıtlarının bizzat bireylere kabul ettirilmesinde, giderek bireylerin bunu istekle kabul etmelerinin sağlanmasında, "Bir"i başlangıç dayanağı kabul eden felsefenin ağırlığının bulunduğunu, oysa yaşamın, gezegenin, evrenin, giderek "her şey"in, "Çok"tan var olduğunu, bunun ontolojik gerçeğini açıklıyor, felsefenin ilgilenmesi gereken temel sorunları gösteriyor.
Badiou, "Bir"in olmadığını, "Çok"un olduğunu söylediğinde, benzeri yaklaşımları Alman Felsefeci Peter Sloterdijk ve Sloven Felsefeci Slavoj Zizek kendi bağlamlarında gösterdiklerinde ne oluyor, önce yerleşik, devlet kuramı oluşturan felsefeciler tarafından aforozlanıyorlar, sonra da Papalık tarafından. Evet, Papalık. Vatikan'daki. Alman Filozof Jürgen Habermas'la Papa 16. Benedikt'i yan yana, aynı safa düşüren nedir?
Var olan yapının 'kutsal'lığı. Bu 'kutsal'lık, Habermas tarafından başka bir bağlamda ve terimlerle, Papa 16. Benedikt tarafından başka bağlamda ve terimlerle vurgulanıyor, ancak varılan sonuç aynı: Bu yapı değişmesin. Ayrıştırma'yı kalıcı halde tutmayı amaçlayanlar panik halinde, söyledikleri doğrulananlar ise, felsefeleri bu gerçeği sunanlar.
CERN'de, Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu'nda ise, "Bir"in olmadığı, "Çok" üzerinden çalışmalara devam edilmesinin zorunluğu vurgulanıyor. CERN'deki bilim insanlarının aktamaya çalıştığımız sorunlarla ilgilenenleri kuşkusuz vardır, ancak onlar başka motivasyonlarla hareket ediyorlar, dertleri bir felsefenin yanlışlığının ortaya çıkarılması, doğru olan felsefenin saptanması değil, teorik çalışmaların gidebileceği süreçlerin araştırılması.
Biz, kuantum mekaniği ve CERN'deki deneylerden sevinmeliyiz; bu çalışmaların gerçeğini ancak bizim felsefemiz ortaya koyabiliyor, motivasyon kazanmalıyız bu araştırmalardan, ve "asla değişmez" diye sunulan yapıların, yanlışların üzerine üzerine giderken bu gelişmelerden yararlanmalıyız. Çünkü, değişim, bizim işimiz. Sözcüğü ağızlarından düşürmeyenlerin değil, sözcüğün gereğini varlıklarıyla yaşama geçirenlerin.
https://haber.sol.org.tr/yazarlar/selim-yalciner/cern-sabit-bir-yoktur-devinim-cok-vardir-26835