26 Ekim 2009 Pazartesi

Marx ve felsefe - Erkin Özalp

Marx, felsefeyi mastürbasyona benzetmişti


Karl Marx, “Alman İdeolojisi” adlı çalışmasında, felsefe hakkında ne düşündüğünü yeterince açık bir şekilde ifade etmişti:

“Felsefe ile gerçek dünyanın incelenmesi arasındaki ilişki, mastürbasyon ile cinsel aşk arasındaki ilişki gibidir.” (*)


Bu ifadeyi beğenirsiniz, beğenmezsiniz, size kalmış...


Dilerseniz, bu cümlesine rağmen, Marx’ı bir “filozof” olarak da anabilirsiniz. “Felsefe hakkında böyle yazmış olsa bile, aslında kendisi de felsefe yapmıştı ve hatta dünyanın önemli filozoflarından biriydi” gibi şeyler de söyleyebilirsiniz. Ne de olsa, Marx hakkında konuşmak için Marksist olmak diye bir şart yok...


Ama Marksist olduklarını iddia edenlerin kalkıp da “Marx çok büyük bir filozoftu” türü laflar edebilmesi, en hafif deyimle, üzücüdür.


Marx’ın gençlik döneminde felsefeyle yakından ilgilenmiş ve bolca “felsefe yapmış” olduğu doğru. Ama özellikle Alman İdeolojisi ile birlikte bu alandan uzaklaşmış ve bir daha da geri dönmemişti.


Kesin bir tarih belirlemeye çalışmak saçma olur; ama Marx, “insanın kendi özüne yabancılaşması” türü kavramları bir kenara attıktan sonra, artık bir filozof (ya da iktisatçı veya tarihçi vb.) değil, işçi sınıfının iktidara gelmesi için mücadele eden bir devrimciydi. Bu açıdan bakıldığında, Lenin’in derdi ile Marx’ın derdi arasında herhangi bir ayrım bulunmaz.


“Akademik Marksizm” denen şeyin çok fazla Marksist olamamasının en önemli nedeni budur. Kapital’i yazarken bile, Marx’ın derdi, birtakım iktisadi kavramlar hakkında onlarca, hatta yüzlerce yıl sürecek tartışmaları başlatmak ya da kapitalist ekonomilerin işleyişleri hakkında pek incelikli “teknik analiz” çalışmalarının yapılmasını sağlamak değil, kapitalizmin iç çelişkilerini açığa çıkarmak ve kapitalist düzenin eleştirisini yapmaktı.


Nitekim, kapitalist düzenle mücadele etmek konusunda eline daha fazla olanak geçtiği anda, Kapital’i yazma işini bir yana bırakan birinden söz ediyoruz. Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltleri, Marx’ın ölümünden sonra, onun elyazmalarından yararlanan Engels tarafından yayına hazırlanmıştı.


Marksizmin burjuvazi tarafından daha başından itibaren ciddi bir tehdit olarak algılanmasının nedeni de buydu. Sorun, Marx’ın “yıkıcı fikirler”e sahip olması değil, dünyayı devrimci bir şekilde dönüştürme hedefini başka her şeyin önüne koymasıydı. Örneğin, “fikirlerinin yıkıcılığı” açısından bakıldığında, Nietzsche, Marx’ın ciddi bir rakibi sayılabilir. Ama Nietzsche’nin fikirlerinin uzun uzadıya tartışılması, hiçbir burjuvayı rahatsız etmez.


Akademinin üstlendiği en önemli rollerden biri, Marx’ı Nietzsche’ye benzetmek...


Peki, akademik olmayan Marksizmin durumu ne?


Ali Mert, son yazılarından birine, (öz)eleştirel bir değerlendirmeyle başlamıştı:


“Çok güzel, çok uzun, çok açıklayıcı… bazen de derinlere inmeyi başarabilen analizler yapıyoruz değil mi? Analiz yapmayı çok seviyoruz da analiz yapacağız derken çok vakit kaybediyoruz sanki. Zaman zaman da, özellikle ‘sular durulduğunda’ da, aynı analizi kim daha güzel formüle edecek oyunu oynuyoruz belki.” (http://www.haberveriyorum.net/yorum/ali-mert-a-gerici-b-dinci-c-murteci-d-yobaz-e-istifa)


Marx, bu yazının başındaki cümlede, felsefe ile “gerçek dünyanın incelenmesi” arasındaki ilişkiden söz ediyordu.


Aynı Marx, “gerçek dünyanın analiz edilmesi” ile “gerçek dünyanın devrimci bir şekilde dönüştürülmesi” arasındaki ilişkiyi neye benzetebilirdi?


Yine Alman İdeolojisi’nden (kalınlaştırmalar bana ait):


“Feuerbach’ın, insanların birbirleriyle ilişkileri hakkındaki tüm çıkarımı, insanların birbirlerine ihtiyaç duyduklarını ve birbirlerine her zaman ihtiyaç duymuş olduklarını kanıtlamakla sınırlı kalıyor. Söz konusu olgunun bilincini oluşturmak, yani, diğer teorisyenler gibi, yalnızca, mevcut olgulardan biri hakkında doğru bir bilinç üretmek istiyor; oysa gerçek komünistler açısından önemli olan, var olanların yıkılmasıdır. Ayrıca, Feuerbach’ın, tam da söz konusu olgunun bilincini yaratmaya çalışırken, yalnızca, teorisyen ve filozof olmaktan vazgeçmeyen bir teorisyenin ulaşabileceği noktaya kadar gittiğini tam olarak biliyoruz.” (**)



(*) “Philosophie und Studium der wirklichen Welt verhalten sich zueinander wie Onanie und Geschlechtsliebe.” (http://www.ml-werke.de/marxengels/me03_168.htm)


Philosophy and the study of the actual world have the same relation to one another as onanism and sexual love.” (http://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/german-ideology/ch03e.htm)


(**) “Feuerbachs ganze Deduktion in Beziehung auf das Verhältnis der Menschen zueinander geht nur dahin, zu beweisen, daß die Menschen einander nötig haben und immer gehabt haben. Er will das Bewußtsein über diese Tatsache etablieren, er will also, wie die übrigen Theoretiker, nur ein richtiges Bewußtsein über ein bestehendes Faktum hervorbringen, während es dem wirklichen Kommunisten darauf ankommt, dies Bestehende umzustürzen. Wir erkennen es übrigens vollständig an, daß Feuerbach, indem er das Bewußtsein gerade dieser Tatsache zu erzeugen strebt, so weit geht, wie ein Theoretiker überhaupt gehen kann, ohne aufzuhören, Theoretiker und Philosoph zu sein.”

(http://mlwerke.de/me/me03/me03_017.htm#I_I)


Feuerbach’s whole deduction with regard to the relation of men to one another goes only so far as to prove that men need and always have needed each other. He wants to establish consciousness of this fact, that is to say, like the other theorists, merely to produce a correct consciousness about an existing fact; whereas for the real communist it is a question of overthrowing the existing state of things. We thoroughly appreciate, moreover, that Feuerbach, in endeavouring to produce consciousness of just this fact, is going as far as a theorist possibly can, without ceasing to be a theorist and philosopher...”

(http://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/german-ideology/ch01b.htm)


16.09.09

Erkin Özalp


http://www.haberveriyorum.net/yorum/erkin-ozalp-marx-felsefeyi-masturbasyona-benzetmisti