27 Ekim 2009 Salı

"Komplo"nun yeni adı "Gündem Mühendisliği" - Halid Özkul

KOMPLO”NUN YENİ ADI “GÜNDEM MÜHENDİSLİĞİ” FESATLA “KORKU İMPARATORLUĞU” YARATMAK


Batı siyasal edebiyatında, “fesat”ın karşılığı olabilecek kavram “konspirasyon”dur. Türkçe tam karşılığı olmadığı için “komplo” olarak kullandığımız, siyasal amaca araç olan operasyonal eylemin ‘oluşturulan’ kaynaklarından biridir. Bu kurumsal-kurgunun Orta Çağ Avrupası’ndaki üstadlarından biri Machiavelli’dir. Ama onun en iyi müridlerinin yaşadığı birkaç ülkeden biri olan Türkiye’de son yıllarda olanlar onun ruhuna fazlaca rahmet okutmuştur…


Özellikle gazeteci Hırant Dink’in katlettirilmesi (19 Ocak 2007- Nisan, Malatya ‘Zirve Kitapevi’ cinayeti) ile başlayan süreç [ki aslında Aralık 2002’de Necip Hablemitoğlu’nun (emniyetteki “F Tipi”ni kurcaladı) öldürülmesi ile başlatılmıştır – Haziran-Temmuz 2003, Ercan Arıklı (‘Nokta’- medya piri) ve Recep Yazıcıoğlu (yurtsever vali) trafik kazalarında öldüler! Ocak 2006, ilk organize ‘Glock’ tabanca kaçakçılığı (Denizli). Şubat, Rahip Santaro; Mayıs, ‘Danıştay’ cinayetleri. Temmuz, ülke çapında ‘Glock’ tabanca kaçakçılığı); 17 Haziran 2007 ile başlayan sera malı “Ergenekon” davası, TSK’ne önce havan toplu, sonra doğrudan medyatik saldırılar, Hakkâri bölgesinde “asimetrik” pusular, “bombalamalar”, “Devrimci Karargâh”, (Muhsin Yazıcıoğlu helikopteri kazası!), “Kürt Açılımı”, “Ermeni Açılımı”, “TİB(TİT)” gibi içinde her türlü entrika, desise, fesatı barındıran senaryolar; ABD’nin kesin emrindeki iktidar partisi AKP’nin, Türkiye halkının kitlesel olarak gittikçe daha da yoksullaşmasına karşın, bir avuç badem bıyıklı/sıkma-başlı karılı yeni-zenginlerin türemesi –eski oligarkların dolar milyonerliğinden milyarderliğine terfi etmesi- olarak yaşama damgasını vuran iktisadi başarı/sızlığı/nın açıkça tartışılmaması; toplum içindeki her türlü muhalefetin bastırılması dolayısıyla iktidarın süreğenliğini sağlayacak “korku imparatorluğu”nun yaratılmasını hedefleyen “komplo”nun parçalarıdır. Çünkü “komplo”nun başarısı “elektronik seçim hileleri” ile kazanılan seçimlerin süreğenliğinin de ön koşutudur. Klasik siyasi bir kavram olan “komplo”; Amerikan siyasi edebiyatında, global hegemonyayı hedefleyen Amerikan pragmatiği(faydacı eylemcili)ne uygun olarak önce “senaryo”, sonra “gündem mühendisliği” adı almıştır…


ABD’nin global hegemonyasını yaşama geçirmeyi amaçlayan “senaryo”yu üreten ve uygulayan bu “gündem mühendisliği” tamamen kaos kuramının bir ürünüdür. 1980’li yıllarda ABD’de ortaya atılan ve bir bilim dalı olarak kabul edilen kaos kuram ve eylemi oluşumları, başlangıçlarını kendi tayin ettiği fraktaller dizini bifürkasyon(dallanma) içinde türbülans edilmektedir. Bu zamanında TSK Genelkurmay Başkanı tarafından espri ile karışık açıklanmıştı. Kibernetik ise ABD’de 1950’lerin başında bilim dalı olarak kabul edilmiştir. Bu bilim dalının anti-militarist yaratıcısının 1960’ların ortalarında özel bir operasyonla ortadan kaldırılması ile CIA’nın denetimine geçmiştir. Bu iki bilim dalını bir araya getiren Amerikan istihbarat örgütlerinin “think-tank” kurumları olmuştur. Piyasaya “New American Democracy Project”(Yeni Amerikan Demokrasisi Projesi) olarak 1980’lerin ortalarında sürülmüştür. Ama bunun tam Türkçesinin; ileride iktisadi determinist zorunluluktan dolayı sosyal-emperyalistleşme sürecine girmek zorunda olan ABD’nin, Dünyanın mazlum emekçileri üzerinde “Yeniden Mandaterizm- Yeniden Faşizm”i uygulatacağı olduğunu, 1992’de yayımlanan “Yeni Dünya Düzeni” (Anahtar Yay.) adlı kitabımda açıklamıştım. Süreklilik esasına dayanan bu karşı-devrimci tezgâhı teşhir etmenin öneminin egemen burjuva unsurlar tarafından hafife alınması doğaldır. Çünkü sonuçta iktidar tahterevallisi üzerindeki mali oligarşinin taraflarının pazarlık payı vardır! Ama bu süreci sadece “yorumlamak” değil, “değiştirmek” zorunda olan (proleter ve burjuva olarak) demokratların devrimci duruşları bu “komplo”nun parçaları olan “fesat”(konspirasyon)larını da açıklamak-teşhir etmek görevini önlerine koyar. Ama sadece ülkemizde değil, nerede ise küresel tabanda bilimsel konularda tam bir cahil olan sözüm ona [kendini tanımlamada ‘devrimci’den çok muğlâk ‘solcu’luğu layık gören] “öncü” kadroların, yaşam savaşı içinde her türlü kültürel gereksinmeden uzaklaştırılarak sürüleştirilen işçi ve emekçi kitlelerini, mali-oligarşinin önderliğindeki burjuvazinin bu modern sınıf savaşı tarzına karşı nasıl bilinçlendirecekleri ise tam bir muammadır…


Rastlantı metafizik tutsağı “küçük adamlar” için “tanrısal” bir ceza veya sürprizdir! Bilim açısından ise; Rastlantı / Olabilirliklerin, zorunluluğu ortaya çıkaran dallanmaların ve fraktal dizini nesneleri olduğunu “kaos” bilimi tartışma ve eleştirileri ispatlamaktadır. “Suni” Denge’nin bilimsel açıklaması da burada yatmaktadır. (Bu ayrı bir yazı konusudur.) Burada genellikle sosyolojinin konusu olanlar; “olabilirlik” açınımında aydın kadronun militan unsurlarıdır. Genç deneyimsiz işçi ve emekçiler veya o sınıfların çocuklarıdırlar. Onun için olabilirlik ve zorunluluk sınıflararası uzlaşmaz çelişkinin hassas bir parçası olarak karşımızda dururlar. Burjuvazi açısından bu militan kadro; önceden tanımlanmalı, tanınmalı ve sonuçta aktif veya pasif ‘olay’larda etkisiz hale getirilmelidir. Ki bunu zaten ustaca burjuva –devlet terörü- “bilimsel”likleri içinde uygulamaktadırlar. Onun için olabilirlikle sınırlanan algılamak, anlamak yetmez; aşmak için kavramak zorunluluktur diyoruz ve bu oluşumu devrimci akıl-bilgi-bilinç eylemi (praxis) olarak görüyoruz. İlle de “ütopik” palavralara karşın bilim-bilimsellik diye boş yere diretmemiş, ustalar…


Burada Türkiye kamuoyuna açmak istediğim olgu; pek çok örneklerini 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi öncesi yaşamış olduğumuz “fesat”(konspirasyon) ve “kışkırtma”(provokasyon) tezgâhıdır. Gerçekten de söz konusu olan olgu ve olaylar oluşumu, daha önceden üzerinde düşünülmüş, planlanmış ve uygulamaya geçilmiş olduğu için karşı-devrimci bir “praxis”tir, tastamam! Ne ki artık 1995 yılı sonrası Birleşik Devletler Savunma Bakanlığı Pentagon’a bağlı ulusal Ordusunun “FM” olarak anılan “Sahra Talimnameleri”ne resmen geçmiş kuram ve eylem standart talimatlarından bahsediyoruz. (NATO’ya bağlı “müttefik” ordularda bunların ne kadarının tercüme edilerek uygulamaya konduğu ayrı bir ciddi araştırma konusudur!) 1980 yılında yeni doğmuş ya da daha sonra doğmuş gençler bu konu hakkında tam bir bilgisizlik içindedirler. Bu örneklerin yeni modelleri Kürt mikro-milliyetçi/ sosyal-şoven ayrılıkçı hareketinin asimetrik “kontra terör” gelişimi paralelinde önce “Kürt Özgürlük Fedaileri” ardından “Kürt Özgürlük Şahinleri” gibi emperyal-ziona bağlı “müteahhit para militer şirketler”ce yönlendirilen yuvalarla karşımıza çıkmıştır. Ki Soğuk Savaş döneminde bu yönlendirme NATO’ya bağlı ev sahibi ülkelerin istihbarat örgütlerinin genellikle “kontr- terör” merkezlerine kadar uzanmıştır. Ama benim üzerinde duracağım, son olarak piyasaya sürülmüş olan aynı “PKK kontra” okulunun “Türkiye” vizyonu olarak yutturulmak üzere hazırlanan “Devrimci Karargâh” tezgâhıdır. “PKK” kır çatışmaları dizaynıydı “son kullanma tarihi” doldu, “DK” gibi kontra imalatlar kent çatışmaları dizaynıdır…


Bu tür örgütler; “El Ka’ide” tipi internet-örgütleridir. İnternet bilimsel olarak bir tür “fraktal kibernetik” işlevidir- dallanmalı sürekli dizinsel şebekesidir. Kibernetik-kaos kuramının yaşama geçirilmesinde en önemli aracı-aracıdır. Bu tür çalışmalar kibernetik-kaos kuramının sosyolojik uygulamalarına paralel olarak 1990’lar sonrası başlatılmıştır. 1950’li yıllarda “beyin yıkama” faaliyetlerine ağırlık veren Pentagon ve CIA, bu çalışmalarını kimyasal düzeyde bırakarak –daha doğrusu bu yolla kitleye ulaşamayacağını fark ederek, hedefe yönelik operasyonun unsuru olarak bireysel düzeye indirmiştir, böylece Mançurya Candidate(Adayı) operasyonu doğmuştur-, kitlesel hedefli kibernetik psiko-manyetik çalışmalara ağırlık vermeye başladığı yıllara da denk düşer. Elektronik monitörde aradığını bulan emperyalist-zion istihbarat örgütlerinin en büyük başarısı “11 Eylül 2001”dir. Küçük-burjuvazinin metafizik/ idealist/ romantik/ melankolik-şizofren saplantılı unsurları bu örgütlerin daima en aranılır “Mançurya Adayları” olmuşlardır. Çok zeki mürekkep yalamış, üniversite diplomalı insanlar sürüsü, bu ordu-dışı dolaylı savaş-psikolojik savaşım-asimetrik çatışma senaryo-operasyonlarına, “komplo teorisi” demeye devam etsinler…


Devrimci Karargâh” (o nasıl oluyor ise) adlı meçhul örgüt adını, 6 Ağustos 2008 tarihinde TSK 1. Ordu, İstanbul-Selimiye Kışlasını hedef alan sözüm ona havan topu saldırısı ile duyurmuştur. Kendi internet sitesindeki ana sayfada “1 No”lu olarak açıklanan ama ilgili dosyada “4 Nolu Bülten” adı altında yayımlanan bildiri ile saldırı üstlenilmiştir. Örgütün internet sitesinde ilginç bir biçimde kendi tarihçesi de deşifre edilmektedir. (Güya propaganda yapılıyor!) Bu bilgilerden kaynaklanan medya ise derhal dolaylı kitlesel propaganda işlevini tamamlar. Örgütün temeli 1990’da Sarp Kuray’ın lideri olup feshettiği ’16 Haziran’ adlı örgüte dayandırılıyor. (Sarp Kuray’ın kişiliği de devrimci camiada çok tartışılmıştır. Cezaevine girmeden önce Aksiyon dergisine verdiği röportajda daha önce gelip önyargılı ve hatalı söylevlerinden dolayı “özür dilediği” Talat Turhan hakkında dezenformasyon yapmakta sakınca görmemesi, etik olarak kendini ele verdirmiştir!) Üyelerinin çoğunun Avrupa’da olduğu ve K.Irak’ta “PKK” kamplarında 20 üyesinin eğitildiği iddia ediliyor. Kaynak. 13.08.08. Milliyet Ferit Demir –Tunceli DHA. Ne hikmet ise ‘Tunceli’! 18.08.08. Aksiyon. Sayı:715. Gamze Polat. Bütün verinin bu örgütün internet sitesinden ‘kotarılmış bilgi’leri (kibernetikte ‘information’ diyoruz) okuyucusuna kendi bulmuş gibi sunuyor. Örgütün kendi bildirimi ise tam tipik bir “kaos” örneği. Nazilere ırkçı “üstün insan” (superman) ilhamını vermiş, akıl hastanesinde ölen aynı zamanda anarşist nihilizmin ilham perilerinden olan şizofren Nietzsche’nin hayranı olan örgüt “9 No”lu bildirisinde kendini deşifre ediyor, ‘16 Haziran’, ‘Bedrettin Hareketi’, ‘Dev Sol’, -bilumum marjinal küçük burjuva anarşist tayfası sıralanıyor-, örgüt teşekkül ettiriliyor. Doğal olarak ilham Nietzsche olunca küçük burjuva anarko-nihilist “intihar kültü” geliştirilmektedir. Oysaki insanlık tarihinin en kanlı ve en onurlu mücadelesini vermiş Vietnam Komünist Partisi, hapishanelerde görülen bu tür (açlık grevi ve intihar) konspiratör sızmalarına karşı kesin şu emri vermiştir: ’Vietnamlı devrimciler-yurtseverler-komünistler her ne şart altında olursa olsun yaşayarak direnmek zorundadırlar. İntihar eylemleri bu direnişe ihanettir. Partinin kararına karşı gelenler ajan muamelesi görecektir’. Açıktır, nettir. Keza “örgüt”ün bildirilerinde “Leninci Marksizm”, “Leninci Marksist bilim” gibi abuk-sabuk terimler, İBDA-C tarzı jargonla “Yahudi devleti” gibi nasyonalist sözcükler, kötü gramerli Türkçe cümleler açıkça Kürt mikro-milliyetçisi, sosyal şoven kontra terör örgütü ‘PKK’ (üstelik lider kadrosu anti-marxist olduğunu açıkça ilan etmiştir) ve liderinin propagandasının yapılması örgütün gerçek yüzünü sergilemektedir. Zaten “HPG Anakarargâh” deyimi bu örgütün “kontra” niteliğini açıkça ele vermektedir. Ama biz ipuçlarından nerelere varıldığını sergilemeye çalışalım…


Bu tezgâhla devrimci veya solcu eğilimli insanlardan (ki genellikle genç olmaları olasılıktır) 226 bin kişi tıklamıştır siteyi. Arzu edilen de budur. Niçin? 27 Nisan 2009 tarihinde kendisinin bu örgütün lideri olduğu iddia edilen Orhan Yılmazkaya(39) İstanbul-Bostancı’da kalmış olduğu apartman dairesinde “çatışma sonucu”(!) ölü ele geçirilmiştir. Aynı günün sabahı hükümete muhalefet eden iki büyük medya kurumundan Vatan grubunun “Gazetevatan.com” Yayın Yönetmeni Aylin Duruoğlu örgüt üyeliği iddiası ile gözaltına alınmış ardından tutuklanmıştır. “Türk Hamamı” (Çitlembik Yayınları. Aralık 2003) üzerine bir kitabı yayımlanmış olan Yılmazkaya’nın, Duruoğlu ile bir zamanlar bu nedenle kurmuş olduğu kısa kontak Duruoğlu’nu fraktal-komplonun kurbanlarından biri haline sokmuştur. Gözaltına alınıp üç gün sonra serbest bırakılanlardan biri de Ulaş Erdoğan’dır!


Çanakkaleli bir işçi ailenin çocuğu olarak 1970’de Almanya’da doğmuştur Orhan Yılmazkaya. 1994’te İstanbul SBF bitirmiş bu yıllarda Sosyalist İşçi Partisi-SİP üyesi olmuştur. Ama ardından kurulan TKP’ye katılmamıştır. 1999’da A.Öcalan’ın “büyük ağabeyler”i tarafından Kenya’da paketlenip Türkiye’ye teslim edilmesi üzerine ‘PKK’ bildirisini Radyo Umut’ta canlı yayında okumuş, böylece devletin sesini kısmak için uğraştığı radyonun bir yıl kapanmasını “gönüllü”(!) konspiratör olarak sağlamıştır. (Radyo ardından başkalarınca satın alınarak tamamen susturulmuştur.) Anlatıya göre, böylece bu romantik-nihilist 1999’da “Bedrettin Hareketi” örgütleyicisi olmuştur. Bu örgüt 2005’ten itibaren; 12 Mart 1970 döneminin gençliğini kışkırtmakta “9 Martçı” cuntacıların önemli adamlarından biri olan -Dr. H. Kıvılcımlı’ını deyimi ile “başımızın belası iki Mahir”lerden (Doktora her hal malum olmuştu ötekisi Mahir Kaynak’tı!)- Mahir Sayın’ın kurucuları arasında bulunduğu Sosyalist Demokrasi Partisi içinde de faaliyet yürütmeye başlamıştır…


Buradan tekrar çatışmaya dönersek, resmi ilama göre ‘çatışma’ sabah 5.30’da başlıyor. Sonuçta eylemci, başkomiser Semih Balaban (kaldırıldığı hastanede) ve izleyici bir genç ölmüştür, yedi kişi (kimlikleri meçhuldür) yaralanmıştır. Başkomiserin Yılmazkaya tarafından vurulduğu önce gerek İstanbul Valisi gerekse de İstanbul Emniyet Müdürü tarafından bizzat TV kameraları önünde canlı yayında açıklanmasına karşın ardından aynı zevat tarafından yanlışlıkla yanındaki arkadaşı tarafından vurulduğu açıklanmıştır. Nasıl olmuşsa polisler birbirini vurmuştur! Soruşturmanın sürdüğü belirtilmiş, ama gerisini getirmek medyaya nasip olmamıştır. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklamasına göre; gece 60 yere operasyon yapılmıştır ve eylemci “önceden izlenen önemli 3 kişiden biridir” de neden sağ yakalanmamıştır! Bu olay yıllar önce Dursun Karataş’ın “ajan provokatör” olduğunu açıklayan ‘Dev-Sol’ örgütünün devrimci yöneticisi Bedri Yağan ve arkadaşlarının katledilmesine benzemektedir. İlginçtir ki, ‘olay’ aynı semtte benzer şekilde gelişmiştir. Olayın bir ‘çatışma’ olduğuna gerek örgütün saf militanlarının gerekse de kamuoyunun inandırılması için, kurbanlardan biri olan Karataş’ın eşinin ağzından örgütün legal dergisine bir telefon konuşması yaptırılmış, ardından dairenin penceresinden örgüt bayrağı sallattırılmıştır. Gazetecilerin çekmiş olduğu fotoğraflar tarafımızdan incelendiğinde ve foto muhabirlerinin doğrulamaları ile cesetlerde görülmüş olan renk değişimi farklılıklarından bu devrimci genç insanların ayrı ayrı yerlerde infaz edilerek olay mahalline ‘monte’ edildiği anlaşılmıştır. Ayrıca %100 benzeri ses taklidi üretmek, günümüzde sadece 1000 dolarlık Bond çantası büyüklüğünde bir apareyin işlevidir. Diğer taraftan “bayrak gösterme” bandını çeken tek TV kanalı olan Star’dan çekim bandı istendiğinde, çekim bantlarına MİT tarafından el konulduğu açıklanmıştır! Katliama uğrayan gençlerin ailelerinin uyarılar üzerine açmış olduğu dava da sürüncemede bırakılmıştır. (Zaten olay mahallindeki komşular da gece-sabaha karşı bir silahlı çatışma olmadığını, polislerin doluşması sonrası kısa tarama sesleri duyduklarını açıklamışlardır!) Kısacası gençler katledilmişler ve bir mizansen ile mali-oligarşinin “korku imparatorluğu”nun bir kanlı sahnesi perdeye konmuştu… Burada benzer biçimde Yılmazkaya’nın sanki o anda yaşıyormuş gibi bir telsiz konuşması vardır. Çok sakin, sanki yıllardır bu apareye aşina biridir. Monoton konuşması eğer ilaç almadıysa şaşırtıcı derecede düzgündür! Eğitilmiş Papağan gibidir! Oysaki “örgüt”ün internet sitesindeki silahlar arasında “kelle” devşirmek için propaganda amaçlı verdiği pozlar vardır. Ama otururken sakin olarak kamera karşısındaki sesi ve anlatımı; çok doğal bir biçimde hiçbir heyecanlandırıcı yan etken olmadığı halde sık-sık Mehmet Ali Birand tarzı “e…”ler takıntısı içinde kesikli bir konuşmadır. Herhalde merhum, ölüme giderken özel “ses ve diksiyon” dersi almış değildir! Ayrıca elinde kalaşnikof gibi vurucu ve seri atış yapan bir makineli tüfek bulunan kimsenin neden dışarıya hedef gözeterek tabanca ile tek el ateş ettiği ayrıca bir muammadır. Aslında bunun senaryoyu sahneye koyanların “turkish repliği”dir desek daha doğru olur. Tabii bu insanı kurban verenler ne kadar “keskin devrimci” olduklarını ispat etmek için “9.Nolu” bildirilerine taa Latin Amerika’dan ama nedense şaibeli Kolombiya’dan “komutanın taziye defteri”ne mesaj atmayı da ihmal etmemişlerdir: FARC-La Coordinadora Continental Bolivariana’dan! Ama güya Filistin’de omuz omuza dövüştüklerini iddia ettikleri örgütlerden neden değil? Filistin neresi- Kolombiya neresi? Nedir bu ilgi? “Abu Nidal” usulü saf militan tavlama dümeni mi? Üstelik bu adresi sıkı takip ettiğinizde ilgili örgütün boş bir sitesi çıkıyor karşınıza adı var, kendi yok (NGO olarak kayıtlı site 14 Ağustos 2006’da yaratılmış, 36 kere tıklanmış, görünüşte aktif: www.conbolivar.com)!!!!! Araştırdığınızda gerçekten FARC’a bağlı bir örgüt var; ama aynı adla internette dolaşan ikinci bir sanal örgüt de var! Gerçek örgüt nerede ise bütün dünya ile ilgileniyor ama ilgilenmediği tek ülke: “Türkiye”! Sahtekârlığı ortaya çıkaran bir başka kanıt “Devrimci Karargâh” sitesinde sanki kendilerine iletilmiş havasında verilen 18/20.07.09 tarihli bildiri ise orijinal olarak Latin örgütü tarafından tam bir yıl önce 22 Temmuz 2008 tarihinde yayımlanmış bildiridir. Belli ki tercüme sitelerinden İspanyolcadan Türkçeye çevrilerek düzenlenmiştir. Bknz:

(http://www.abpnoticias.com/index.php?option=com_content&task=view&id=579&Itemid=209)


Tabii tezgâhı ele verenler hep “F Tipi” örgütün medya ayağı olmaktadır, acemi çaylaklar! Yazar kadrosunda, NATO-Staybehind’ın gerçek “Er-Gün/Ergenekon” kadrosundan olduğu aşikar olan ABD’de ‘MKULTRA- psikolojik hafıza denetimi ve yönlendirmesi’ üzerine eğitim görmüş uzman bir Em.Kur.Albay’ın “handler”lığında şizoid-şizofreni mahsulü kitaplar yazan, raporlu şizofrenlikten Harp Okulu’ndan atılma, ne hikmet ise, uzun zamandır ABD’de bulunan Aydoğan Vatandaş’ın bulunduğu Gasteci adlı internet sitesi “İşte yakalanan Devrimci Karargâh Örgütünün beyin takımı”(27.09.09) başlıklı haberinde aralarında Aylin Duruoğlu’nun da bulunduğu bir düzine insanı terörist olarak ilan etme yetkisini kendilerinde görmüşlerdir. Ama Asıl amaç haberin içeriğinde gizlenmiştir. Tezgâh imalatı “Karargâh Evleri” (ne hikmet ise bunların bir “karargâh” takıntısı olsa gerektir) krokisi yayımlanarak, Doğan Grubu ve Vatan gazetesi bu örgütlenme içinde gibi hedef gösterilmiştir. Aslında “komplo” senaristlerinin işbirlikçileri kendilerini ahmakça ifşa etmektedirler…


Devrimci Karargâh” iddianamesinin savcılık tarafından hazırlandığının açıklandığı, “Ermeni Açılımı” ve “Kürt Açılımı”nın gündeme oturacağı günlerde “örgüt” tekrar piyasaya sürüldü. 17 kişinin gözaltına alındığı açıklandı, 8 kişi tutuklandı. 10 Ekim 2009 tarihinde basına yansıyan bilgilere göre; Yılmazkaya’nın öldürülmesinden sonra örgüt liderliğine Ulaş Erdoğan getirilmişti. 1995’te MLKP’den ayrılmış, 1998’de ülkücülerle (burada yine hedefleme var; doğrusu BBP Nizam-ı Âlem Ocakçıları olacak. Çünkü Rus istihbarat örgütü FSB ülkücüleri değil, Saudi muhaberatı, CIA, MOSSAD, MI.6 ve Çeçen uyuşturucu mafiası ile bağlantılar kuran MİT’i suçladı. Suçlanan taşeron Türk örgüt ise adı geçen oluşumdu, MHP ve Ülkü Ocakları takımı değil) beraber Çeçenistan’a giderek burada eğitim almış ve Ruslara karşı savaşmıştı. İddiaya göre “örgüt”; Uçak kaçırıp 11 Eylül benzeri eylem yapacaktı, Zaman gazetesine saldıracaktı, Mehmet Ağar’a suikast yapacaktı, Tuzla’da bazı tersanelere saldırılar düzenleyecekti, İstanbul’un bazı semtlerinde lüks araçları benzinle yakacaktı. Erdoğan: “Ben bir eylem yapmadım. Oyaladım. Yapsaydım çok can yanacaktı. Bunu da ‘demokratik açılım’ı gerçekleştirmeyi engellemek için yapmamı istediler” diyordu. Erdoğan'ın Adliye’ye, ne hikmet ise, gözaltına alınanların getirildiği kapıdan değil, savcı ve yargıçların giriş yaptığı kapıdan sokulması da ilginçtir. Böylece foto-muhabirlerinden kaçırılmıştır. Yine basına sızan bilgiye göre: Kendisi gözaltına alınanlarla örgütsel değil insani ilişkiler kurduğunu, polisin üç-beş aydır kendisini takip ettiğini bildiğini ve polisin onun konuştuğu insanları gözaltına aldığını; ama asıl konuştuğu baş adamın gözaltına alınmadığını, Yunanistan’a gittiğini ve örgüt üyeleri ile orada görüştüğünü, talimatları yurtdışından Serdar Kaya’nın verdiğini, açıklamıştır. Bu bilgileri dışarıya taşıyan avukatı Rasim Öz’dür. Avukatı, müvekkilinin bu “örgüte üye olmaktan çok pişman olduğunu” ifade ettiğini de açıklamıştır. Buraya kadar olan enformasyon Türkiye kamuoyunun yaşamın gerçeklerini magazin haberi olarak algılayan sürünün dışında kalan insanlar tarafından elde edilebilendir. Bir de medyaya yansımamış, yansıtacak kapasitedeki gazete muhabirlerinin pek kalmadığı bir ülkedeki bilgidir. Enformasyon değil…


Erdoğan’ın avukatı Rasim Öz aynı zamanda DİSK’in avukatlarından biridir. Hem de ajan-provokatör ve provokasyon terimlerine hassas olan bir kişi olarak bilinir. Bu konularda keskin beyanatları vardır. Kendisi aynı zamanda İlerici Gençler Derneği-İGD’nin kurucu üyelerindendir. İlginçtir ki, bu davaya bulaştırılıp haksız yere tutuklanan gençlerden bazıları da İGD üyesidir. Üstelik Ulaş Erdoğan adlı “meçhul” şâhısı gençlere tanıştırarak, bu masum gençleri yakan kişi de aynı avukattır. İfadesine göre; ‘Bostancı olayında gözaltına alınıp, serbest bırakılan bu şahıs (U.Erdoğan) kendine sığınmış, o da acıyarak onu derneğe sokup gençlerle temas sağlamasına neden olmuştur’. Üstelik dernek yasal bir dernektir, illegal değildir. Buraya gelen gençlerin çoğu tarihi TKP fraksiyonları eğilimli gençlerdir. Siyasal konumları gereği anarşist ve terörist küçük burjuva ‘şiddet eğilimli’ romantik-nihilist görüşlere “kesinlikle” karşı olan gençlerdir. Çoğu işçi çocuğu veya bizzat işçidirler. Ailelerine yardım eden konumdadırlar. Ama avukat bey, bu konuda nedense basına hiçbir açıklama yapmamıştır. Anti-ajan provokatör, anti-konspiratör keskin demeçler vermiş olan avukat bey! Böylece bu tezgâhta kendisi de detaylarını açıklamak zorunda olduğu bir “gönüllü” rolü üstlenmiştir! Bu şahıs, aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının en büyük sendikalarından birinin hukuk avukatı olduğu için de ayrıca çok vahimdir!


Kendisini aklamak, kamuyu uyutmak için düzenlenmiş, emniyet istihbarat örgütünün ‘komedi türü’ kısa metrajlı “lider yakalama” videosu hakkında yorumumu atlıyorum. Buradan ben son şüpheliye dönüyorum. Ulaş Erdoğan adlı konspiratöre Elenistan’dan talimat veren kişiye, Serdar Kaya’ya. Bu ad büyük olasılıkla bir “kod” addır. Çünkü aynı adla Kürtçü edebiyatçılar vardır. Ama izi sürdüğümde karşıma www.derinsular.com adlı ilginç bir site çıktı. “Serdar Kaya”nın kendi deyimi ile sadece kendisinin yazarı olduğu site. Konumlandığı ülke Amerika Birleşik Devletleri Minneapolis’te oturan bu zat nedense fotoğraf ve kimlik olarak kendini gizlemeyi tercih etmektedir. Şunlara hayrandır: ABD, Huntington, neo-con’lar, Kürtler, Taraf gazetesi, Cengiz Çandar ve onun gibiler. Nefret ettikleri: Kemal Atatürk, resmi ideoloji, laiklik… CFR yayın organlarını kaçırmadan okuduğu bellidir. “Derin sular” tüm derinliklere düşmandır, özellikle ‘Türk derin devleti’ne ama nedense ABD derinlikleri hakkında hiç söz etmemektedir. Hakkını teslim etmek gerekirse çok iyi düzeyde bir entelektüel birikim sahibi olduğu belli olmaktadır. Türkiye’deki solcuların çoğunu cebinden çıkaracağından hiçbir şüphem yoktur. İdeolojisi ustaca Amerikan pragmatizminin ben-teki üzerinden liberalizme oturturken açık bir anti-komünizm yapmamaya gayret etmektedir. Tabii sık-sık yurtdışı ve yurtiçi (ABD) seyahat ettiği de anlaşılmaktadır. İletişimini profesyonelce iz bırakmadan formlar aracılığıyla yapmaktadır. Sitenin Google reklâmlarında casusluğa meraklı olanları tatmin edecek ilanlar da bulunmakta. İnternet üzerinde istihbarat servislerinin gözdeleri olan facebook, twitter, youtube, myspace üzerinden iletişim ağı kurulması tavsiye edilmektedir. Müslümanlara ustaca göz kırpılmaktadır, “F Tipi” unsurları “dereye götürüp su içirmeden geriye döndürecek” adam olduğuna iddiaya girerim. ["derinsular.com" sitesinin sahibi Sayın Serdar Kaya bana göndermiş olduğu e-postasında adın kendi gerçek adı olduğunu, hiçbir gizli servis veya yabancı örgütle ilgisinin bulunmadığını açıklayıp kendisi ile ilgili bölümün kaldırılmasını istediyse de; ben meçhul "Serdar Kaya"yı -ki yazıda adın "sahte" olduğu zaten belirtilmektedir- aramayı sürdürmekten yanayım. Fakat gerçek adın sahibi Sayın Serdar Kaya'nın siyasal görüşlerine katılmasam da neo-liberal yazıların düşün-kalite değerini Straus'unkinden (hatta Huntington'dan) yüksek bulduğum için tüm okuyucularımızın bu yazıları okuyarak, kendilerini sınamalarını arzu ettiğim için sitenin özetini veren paragrafı kaldırmayacağım. Sayın Kaya'nın fikir emeğine hürmetimizden dolayı bu eklemeyi uygun bulduk. Devrimci demokrat olmak budur. 22.12.09]


Sonuca gelirsek; artık kimse klasik Hollywood filmlerindeki gibi “Bond” tiplerle mücadele edileceği halisülasyonu görmesin. Artık Birleşik Devletler Ordusu Sahra Talimnamelerinde, Mao’dan Stalin’den alıntılar, diyalektik analizler yer almaktadır. Üstelik bu talimatlar materyalist ve deterministtir. Savaşı artık işçi ve emekçilerin çoğul olarak yaşadığı kentlerde kabul etmektedirler. Ona göre strateji ve taktikler önermektedirler. Çalışan sınıfların birliğini bozmak için etnik parçalanmayı hassasiyetle kurcalamaktadırlar. “Suni Denge”nin korunmasının ordu-dışı dolaylı savaş dedikleri psikolojik savaşımın en önemli ayracı olduğunu kavramışlardır. “Savaş” yerine, “çatışmalar” paradigması geliştirmişlerdir. Onun için asimetrik örgütleri bizzat kendileri kurmaktadırlar. Kibernetik-kaos üzerinden senaryolar ile bilimsel “gündem mühendisliği” ihtisas etmektedirler…


Bu durumda “mevcut olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”a takılırsanız, çakılırsınız, bir zaman sonra ağlayanınız bile kalmaz. Çünkü artık sınıflar mücadelesi kızışmıştır. Hem de görünmezlik pelerinine sımsıkı sarılmıştır. Coşku-duygu-iradeyi sadece ve sadece akıl-bilgi-bilinçle yönetmek zorundayız. Bunun da kaynağı bilimdir, bilimselliktir. Teoriler üretmektir, bunları pratiğe uygulamaktır, aşma için praxis(bilinçli eylem)i egemen kılmaktır. Zaman içi boş tabuları yıkma zamanıdır. Tek yol sürekli devrimdir!


Halid Özkul - 23. 10. 09

*************************************

Erkin ÖZALP'in aşağıda adresleri yer alan yazıları okunabilir...

http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/10/marx-ve-tarihsel-ilerleme-erkin-ozalp.html


http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/10/vatikan-ve-marx-erkin-ozalp.html


http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/10/marx-ve-felsefe-erkin-ozalp.html


http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/10/marx-ve-ben-marksist-degilim-erkin.html