'İktidar tek parti hakimiyetini TSK ile ittifak halinde kuruyor'
68 kuşağının liderlerinden Ertuğru Kürkçü’ye göre Türkiye 1930-1960 arasındaki statükoya geri dönüyor. Kürkçü, “Çıkış yolu halkın, yoksulun, emekçinin, kadının, gencin siyasete girerek çürümüş partilere karşı kendi seçeneğini yaratması” diyor.
68 kuşağının liderlerinden ve Eski DEV-GENÇ Başkanı Ertuğrul Kürkçü’ye göre Türkiye 1930-1960 arasındaki statükoya geri dönüyor. Bianet haber portalının koordinatörlüğünü yapan Kürkçü, Başbakan Erdoğan’ın kendisini milletin tamamının yerine koymaktan ve politik farklılıkları hastalık saymaktan kurtulamadığını vurguluyor. “Çıkış yolu halkın, yoksulun, emekçinin, kadının, gencin siyasete girerek çürümüş partilere karşı kendi seçeneğini yaratması” diyen Kürkçü’nün sorularımıza yanıtları.
Türkiye nereye doğru ilerliyor?
Mart 2008’de Bianet’te şunları yazmıştım: “AKP hükümeti iktidar olanaklarını, özellikle dış politika alanında ısrarlı bir biçimde kullanarak, ’Kürt Sorunu’na ilişkin yaklaşımını Washington arabuluculuğuyla Genelkurmay’a benimsetmeyi başardı. Yeni bir denge oluşuncaya kadar Silahlı Kuvvetler ile hükümet artık el ele yürüyecekler. Bu ordunun gücüyle paranın ve dinin gücünün halkın tepesinde birleşmesi demek. Geçmişte bu güçler arasında belli bir gerilimin mevcudiyeti, kırılgan da olsa bir denge olanağı sunuyordu. Bu aralıktan işçi hareketi ve öteki ezilenlerin toplumsal muhalefeti uç verebiliyordu. Oysa şimdi bütün çatlakların en aşağıdan muhtarlıklar düzeyinden başlayarak Siyasal İslam’ın oluşturduğu dokuyla sıvanacağı bir sürece evriliyoruz. Bir kez daha 1930-45 ve 1950-60 arasındaki statükoya farklı koşullarda iade oluyoruz. Bir tek parti devleti kuruluyor tepemizde.”
Geçmişteki statükoya nasıl dönüyoruz?
CHP ve DP’nin parti olarak devlet organlarıyla özdeşleşmeleri, valilerin hükümet partisinin organı gibi çalışması ve idarenin tamamen hükümetle kaynaşmasını kastediyorum. Bu, hükümetten farklı düşünen vatandaşların, bu devletin kendilerinin de haklarının güvencesi olabileceği duygusunu ortadan kaldırıyor. AKP 12 Eylül Anayasası’nın sunduğu manivelayla yürütmeyi bütün öteki güçlerin tepesine koyuyor. Doğrusu, bu anayasa yürürlükte kaldıkça parlamentoda çoğunluk olan her parti de bu tek parti devletini kurabilir.
Hükümete bu derece yakın kamu görevlileri var mı?
Belediyeler tamamen böyleler. Esas olarak İçişleri Bakanlığı teşkilatı bu yönde çok hızlı bir evrim geçirdi. Geçtiğimiz seçimlerde Tunceli Valisi’nde simgelenen ve herkesin gözüne batan davranışları hatırlayalım. Her ilde valilerin, emniyet müdürlerinin AKP temsilcileri gibi davrandığına dair çok fazla belirti var.
Bahsettiğiniz ordu ve hükümet ilişkisi nasıl yaşanıyor?
Tek parti hakimiyetini AKP “her şeye rağmen” değil, TSK ile ittifak halinde kuruyor. Silahlı Kuvvetler’in özellikle “Kürt Sorunu” bağlamında hükümetle kurduğu ittifak AKP’ye bu inisiyatifi sağlıyor.
Karargah aramaları, tutuklanan ve gözaltına alınan emekli paşalar, orduyla ilgili yapılan açıklamaları nereye koyuyorsunuz?
Ordu yekpare değil. Silahlı kuvvetler yeniden NATO bünyesinde istikrarlı bir konuma yerleşmek için kendisi de “Ergenekon” temizliğine katılıyor. Dolayısıyla hükümete bu kovuşturmalar için yol vermek zorunda. Böyle olmasa hiçbir hükümet bu kapıdan içeri giremezdi.
Ordu bütün yaşananlar için yol verdi yani.
Aynen öyle. AKP, TSK’nin kendisine tanıdığını düşündüğü marjı zaman zaman fiilen aşıyor, birtakım sürtüşmeler doğuyor olabilir ama Yaşar Büyükanıt bunu açıkça “TSK bir suç örgütü değildir ama suçlular varsa bunları veririz” diyerek ortaya koymuştu. Aynı çizgi bugün devam ediyor. TSK yüksek komuta kademesinin genel düzenlemeler bakımından hükümetle mutabık olduğu kanaatindeyim.
CHP’nin bu süreçte suçu var mı ve ne yapmalı?
CHP solundan zorlanmadıkça hiçbir şey yapamaz. Daha soldan ve güçlü itirazlar ve rekabet belki CHP’yi kendine getirebilir. Kendi raporlarını AKP’ye terk etmezlerse ne yapacakları hakkında bir fikirleri olacaktır. Bir parti böyle bir duruma düşer mi? AKP hegemonyasında Baykal’ın CHP’sinin başrolü oynadığını söylemek yersiz olmaz. Parlamentoda özgürlüğün, çoğulculuğun, barışçılığın, hak savunuculuğunun yerine, baskıcılığın, tekçiliğin, savaşın, katliamcılığın sözcülüğünü yaparak MHP ile milliyetçilik yarışına girdi.
İktidar nasıl davranıyor?
AKP fırsat varken bütün karşıtlarını dize getirme çabasında. Erdoğan kendisini milletin tamamının yerine koymaktan, farklılıkları hastalık saymaktan kurtulamadı; onun kişisel mağrurluk ve nobranlığı partisine, hükümetine, polisine, bürokrasisine, belediyelerine de sirayet etti. AKP’nin başka bir meşru güçle dengelenmedikçe, otoriterlik yönünde seyredeceği apaçık. AKP “garip gureba ” ve “fakir fukara” ile aynı dünyayı paylaşmıyordu. Aynı hissiyat alemini de paylaşmıyor artık.
Hangi farklılıkları kastediyorsunuz?
Hükümet emekçilerin talep ve itirazlarını ve politik muhalefeti bir hastalık, anormallik sayıyor. Erdoğan’ın politik farklılıkların meşruluğuna hiçbir inancı yok. Kürtlerin haklarından bahsediyor ama Kürtlerin hakları için siyaset yapan partiyi ve Alevilerin haklarının Alevilerce dillendirilmesini gayri meşru görüyor. Başbakan Türkiye’deki etnisitelerin tamamını, dinleri, mezhepleri ve meşrepleri kendisinin temsil ettiğini düşünüyor ve inanıyor. Bir tek adam partisinde bu daha da büyük bir problem.
Bu durum nasıl düzelir?
Yoksulların, ezilenlerin, kadınların, Alevilerin, Kürtlerin, emekçilerle neo -liberalizmle mücadele programını esas alan bir üçüncü kutupta buluşması AKP karşısında şimdi öngörülemeyecek ölçüde güçlü bir muhalefet odağı oluşturabilir. Tek çıkış yolu halkın, yoksulun, emekçinin, kadının, gencin siyasete girerek çürümüş partilere karşı kendi seçeneğini yaratmasıdır.
İlker Akgüngör - Vatan Haber Merkezi