11 Ocak 2010 Pazartesi

Terziler Geldiler - Tayfun Er

Terziler Geldiler


O’nun ismi Fikri Sönmez idi, Terzi Fikri diye “ünlenmesinin” nedeni Tercüman (Can Yücel, Fatsa hakkındaki dezenformasyon ve yalanlarından dolayı bu kontr-cerideye “Tercüman-ı Hilafı Hakikat” diyordu) ve Hürriyet gazeteleriydi.

Fikri Sönmez Bu Şafaklarda

Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa‘ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa‘nın sırtından
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını

(Can Yücel)

"Mesleği terzilik olduğu için "Terzi Fikri" olarak Fikri Sönmez, 1979‘da bağımsız belediye başkanı seçildi. Belediyeyi, kurduğu halk meclisiyle birlikte yöneten Sönmez‘in, halkla birlikte yaptığı caddelerden birine de kendi adı verildi. Ancak caddenin adı daha sonra Kenan Evren Caddesi olarak değiştirdi. Şimdi Fatsalılar, o dönemde modern bir şehir haline getirdiği ilçedeki CHP‘lileri hatta AP ve MSP‘lileri bile yanına çekmeyi başaran, ancak tutuklanan ve idamla yargılanırken cezaevinde ölen Terzi Fikri‘ye itibarını iade etme hazırlığında. Fatsa‘da son seçimlerde solun tek adayı olan CHP ilçe yöneticisi Sinan Tuncay ile CHP‘li Belediye Meclis üyeleri, Kenan Evren Caddesi‘nin adının, Fikri Sönmez Caddesi olarak değiştirilmesini istedi. CHP ilçe yöneticisi Sinan Tuncay ile CHP‘li Belediye Meclis üyeleri, Fikri Sönmez döneminde halkın 3 ay süren çabasıyla yapılan en büyük caddenin isminin Kenan Evren olmasının büyük ayıp olduğunu söyleyerek şunları anlattı: Bu cadde, Fikri Sönmez Caddesi‘dir. Ancak darbenin ardından adı Kenan Evren Caddesi olarak değiştirilmiştir."(Sabah, 20.12.2009)

Tarihin yargısı ve tokadı güçlüdür. Sosyalizmin teyelcisinin diktiği rengârenk eşitlik ve özgürlük giysisi daha prova halindeyken bu topraklara çok yakıştığı anlaşıldığı için yırtılıp, yerine oligarşi tarafından giydirilen deli gömleği henüz parçalanmamışken bile bazen bir çığlık dalga dalga şöyle yankılanır: Ne Fikri Sönmez unutulur ne de onun fikirleri... Ne Fikri Sönmez bir anıdır ne de mücadele bitmiştir... Bitmemiştir çünkü IMF Başkanı‘na pabuç fırlatan "Gençlik Muhalefeti" üyesi Selçuk Özbek, kendisi Fikri‘nin fikrindedir, Fikri‘nin pabucunu dama atmak isteyenlere pabucun nereye atılacağını en güzel şekilde göstermiştir.

O‘nun ismi Fikri Sönmez idi, Terzi Fikri diye "ünlenmesinin" nedeni Tercüman (Can Yücel, Fatsa hakkındaki dezenformasyon ve yalanlarından dolayı bu kontr-cerideye "Tercüman-ı Hilafı Hakikat" diyordu) ve Hürriyet gazeteleriydi. Kendi ideolojik ve "insani" dünyalarında terzilik aşağılık bir meslek olarak görüldüğü için özellikle sürekli olarak terzi diye bahsediyorlardı. Bazen de bu söylem "Terzi Fikri Efendi" olarak daha da alçalıyordu. Fikri Sönmez bu aşağılama(!) için şöyle demişti: "Açıklamak isterim ki, ben otuz yıla yakındır geçimimi terzilik mesleğimle sağlamaktayım. Bana terzi olarak hitap edilmesi beni küçültmez, aksine yüceltir. Ben adı geçen (Tercüman) gazetenin yöneticileri gibi ülkemde Amerikan emperyalizminin borazanlığını yapıp da onlara kiralanmadım. Bu gazetenin terzileri küçük görmesi, şahsımda tüm sanatkârlara, milyonlarca emekçiye bir hakarettir."

Süleyman‘dan olma, 1938‘de Hatice‘den doğma, Fatsa İlçesi Bolaman Bucağı, Kabakdağı Köyü nüfusuna kayıtlı, ilkokuldan sonra ailesine katkıda bulunmak için terzi çıraklığına başlayan Fikri Sönmez... 1960‘ların ortasında TİP üyesi, sonra da TİP Fatsa İlçe Başkanı oluyor. Dev-Genç saflarında anti-emperyalizm mücadelesinde en önde yer alıyor, "Fındıkta Sömürüye Son" mitinglerinin örgütleyicisi ve hatibidir. Sol içindeki ayrışmada Mahir Çayan‘ın görüşlerini benimsiyor. Kızıldere‘deki katliamla son bulan Karadeniz‘e geçişte Mahirlere yardım ettiği için 20 ay cezaevinde yatıyor. Cezaevi sonrası yine terziliğe dönüyor. 1978-79 yıllarında bir kez daha "Fındıkta Sömürüye Son" mitinglerinin örgütleyicisi ve konuşmacısı oluyor.

1979‘da Fatsa Belediye Başkanı olan Nazmiye Komitoğlu‘nun ölümüyle tekrar bir seçim yapılması zorunlu olunca Fikri Sönmez de bağımsız olarak aday olur. Başvurulan bitim tarihinden 15 gün önce adaylığıyla ilgili her tür yasal prosedürü bitirir ve İlçe Seçim Kurulu‘na "Bir eksiklik var mı" diye de sorunca "Yok, her şey tamam" cevabını alır. Sürenin bitmesine 3 saat kala, 57.600 TL yatırması gerektiği iletilir.

"Ben Terzi adamım. Ben hayatım boyunca 57.600 lirayı bir arada görmüş değilim. Ki o dönemin parasıyla cidden görmüş değilim. Mümkün değil, yani o kadar parayı ben hiçbir arada taşımadım. (...) Ben o söylediğim 15 gün önceki müracaatım döneminde bu tür şey olabileceği düşüncesiyle kendi çevremden, arkadaşlarımdan ve imkânlarımdan zorlayarak, 50.000 lira para hazırlamıştım. Kalanı da döndüm o iki saat içinde tamamladım."

Fatsa‘da seçimi kaybedeceklerini anlayan CHP‘liler Başbakan Bülent Ecevit‘e çıkarlar ve Fatsa seçimini erteleterek, 14 Ekim‘deki diğer ilçe seçimlerinin olduğu tarihe aldırırlar. 14 Ekim için de adaylığı kesinleşince, seçimlerden 19 gün önce evinin önünde arabadan inerken yaylım ateşine tutulur ve iki kurşunla yaralı olarak kurtulur. Saldırganlar faşistlerdir ve Fikri Sönmez bunların isimlerini Kaymakam, Emniyet Amiri, Jandarma Bölük Komutanı ve Savcı‘ya söyler. Elbette saldırganlar yakalanmaz, arkasından bir saldırı daha yapılır. Saldırılar Fikri Sönmez‘in konuşma yaptığı kahvehaneye de yapılır ve bir kişi orada öldürülür. Seçimlerden dört gün önce MSP Yozgat Milletvekili Hüseyin Erdal (daha sonra da RP‘den milletvekili seçildi) yanında pek çok silahlı eylemden aranan dört kişiyle birlikte, Fikri Sönmez‘in terzi dükkânının yakınında, altı bomba, bir saatli bomba, dinamit lokumları ve patlayıcı yapımında kullanılan malzemelerle birlikte yakalanır.

Ve her tür baskıya rağmen, AP Adayı‘nın 850, CHP Adayı‘nın 1150 oy aldığı seçimi Fikri Sönmez 3096 oyla, ikisinin toplamından daha çok olmayı bırakın, toplamlarının yüzde ellisinden de fazla oy alarak kazanır.

"Sorguya başlarken siz sordunuz bana ‘Siyasi düşünceniz nedir?‘ dediniz. Devrimci olduğumu söyledim. Onu yalnız bu salonda değil, yirmi sene önce de söyledim, dışarıda da söyledim. Sorgulamalarda da söyledim. Savcılıkta da söyledim, polis ifadesinde de söyledim. Halkıma açıkladım devrimci olduğumu."

"Ben ne yaptımsa halkım için ve halkla birlikte yaptım"

Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı.
(T. Uyar)

Belediye Başkanı olur olmaz, kanalizasyon müteahhidin köstebek çukuruna dönüştürüp bıraktığı yollar "Çamura Son Kampanyası" ile halkın onayı, desteğiyle halledilmiştir. Açık kalan çukurlar, sivrisinek, kurbağa ve mikrop yuvası olmuş, ilçenin içinde bir yerden bir yere ambulans bile gidemeyecek durumdadır. Feminizm sözcüğünün doğru dürüst bilinmediği bir dönemde kocalarından dayak yiyen kadınların sorunları çözülmekte, en büyük suçlardan birisi sayılan Fatsa Halk Kültür Şenliği düzenlenmekte, kahvehanelerde kumar oynayan insanlar sosyal etkinliklere katılmakta, fındık üreticilerinin emeğini alması sağlanmakta ve bu üreticiler tüccarın elinde borç köleliğinden kurtarılmakta, karaborsadan ülkenin inlediği dönemde karaborsa durdurulmaktadır. İlçe 11 birime ayrılmıştır. Bu birimleri temsil eden komitelere üyeler seçimle (gizli oy, açık sayım) yapılıyordu. Bu komitelere AP‘li, CHP‘li, MSP‘li ve değişik görüşte olan kişiler de üye olabiliyordu. Komite üyeleri, halkın sorunlarını takip ediyor, belediyeyi denetliyor ve dağıtımlarda görev alıyorlardı. Ancak bu da yetmezdi, ayrıca bütün halkın katılımının da sağlandığı bir büyük meclis düzenli olarak belediyede toplanıyordu.

Bütün kararlar halkla birlikte tartışılarak alınmaktadır. Bunun bizzat doğrulayıcısı Kenan Evren‘dir. "Orada Terzi Fikri diye biri çıkmış. Komite kurmuş. Fatsa‘yı o komite yönetiyor. Ne yapılıp, yapılmayacağının kararını halk veriyor" diyerek 12 Eylül‘den sonra meydanlarda Fikri Sönmez‘i ve Fatsa‘yı aklınca kötülüyordu. Bu durumun yani ne yapılıp yapılmayacağının kararını halkın vermesi en kötü şey olarak anlatılıyordu. Kenan Evren o kürsülerden 12 Eylül‘ün haklılığına da Fatsa‘yı örnek gösteriyor ve aynen şöyle diyordu: "Biz gelmeseydik, o Fatsa‘dakiler gelecekti." Demirel ise "Bırakırsanız böyle 1000 tane Fatsa çıkar" diye endişesini belirtiyor ve daha da ötesine geçerek, Çorum‘da faşistlerin insanları diri diri yakmasının hemen ardından "Çorum‘u bırakın Fatsa‘ya bakın" diyordu.

Fatsa‘yı gören Yazgülü Aldoğan "Giderken neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Merak ediyorduk açıkçası... Müthiş bir huzur iklimi vardı. Asayişlik bir sorun yoktu. Tam tersine gece şenlikler bittiği zaman mesela biz, bir toplantıdan çıkıp deniz kenarında oturup bir şeyler yiyip içiyorduk, tekrar otelimize dönüyorduk. Gecenin 1‘inde 2‘sinde kentin içinde dolaşıyor ve en ufak rahatsızlık ve korku duymuyorduk" diye yazıyordu. Ülkede gece sokağa çıkmak çok tehlikeliyken, Fatsa‘da huzur, güven ve paylaşım vardı. Bir başka tanık Ünsal Oskay "Fatsa, çözülmez sanılan toplumsal sorunların insanlara kendi yaşamlarına ilişkin kararları kendilerinin almaları hakkı tanındığında çözümlenebileceğinin umudunu sergiliyor. Fatsalılara yaşadığımız çağ adına teşekkür etmek istiyorum" diye yazmıştı.

Elbette oligarşi için asıl en büyük endişe sözün, kararın ve yetkinin halka geçmesindeydi. Fikri Sönmez‘in de savunduğu sosyalizm hareketine göre örgütlenmesi gerekenin bizzat halkın kendisiydi. Halka esas gücün kendilerinde olduğunu gösterip, sorunların da ancak kendilerinin müdahil olduğu bir durumda çözülebileceği savunuluyordu. Kanalizasyon sorunu varsa bu sorun devrim sonrasına ertelenip orada çözülür demektense, bu soruna hemen el atıp sorunu yaşayanların da katılmasıyla çözüm aranıyordu. Sorunların iktidar sonrasına ertelenmeden halkın kendi özgücüyle, katılımıyla şimdiden çözülebileceğini gösterip, halkı kendi gücüne inandırmak ve vaat edileni bugünden örneklerle yaşamak... Yani devrim yapamazsınız, devrim olabilirsiniz ancak deniyordu. Fikri Sönmez‘in çağrısı yerini bulmuş; halk yumruk, kasaba ise yıldız olmuş ve buluşmuşlardı Fatsa‘da...

"Fatsa Belediyesinin iki tane meclisten encümen üyesi vardır. Bunlar, Cumhuriyet Halk Partisi çoğunluğunda olduğu için mecliste Cumhuriyet Halk Partili iki tane üye temsil ediyordu. Bunlardan Cevat Biricik isminde encümen üyesinde de karaborsa yağ yakalanmıştı. Bir tek Cevat Biricik hakkımda karalamalara yönelmiştir. Kendisi, belediye ilgilileri tarafından mağazasında 110 koli yağ yakalattığında, belediye zabıta memurlarına şöyle diyor; ‘Ben Cumhuriyet Halk Partisi‘nin ileri gelen bir insanıyım, ben bunları esasında karaborsa için getirmemiştim. Köylerdeki bakkallara dağıtacaktım. Ben, reis beyle görüşürüm, siz bu malları müsadere etmeyin‘, şeklinde bir talepte bulunuyor. Memurlara ben daha önce tembih ettiğim için, memurlar bu konuda herhangi bir ‘geri adım atmayacaklarını, belediye reisinin makamında olduğunu, kendisine telefonla durumun bildirilmesini‘ istiyorlar. Cevat Biricik, telefon ederek benden bu işin idare edilmesini istemişti. Ancak, ben tekrar görevlileri telefona istedim. Ve malın derhal müsadere edilip, belediyeye getirilmesini istedim. Bu konuda encümen toplantısında Cevat Biricik‘e para cezası kesildi. (...) Bir gün Cem Sineması sahibi yanıma gelerek, belediye memurlarından birinin gelip dairesindeki ‘makbuzları mühürlemek için rüşvet istediğini‘ söyledi. Ben birden şaşırdım. ‘Yanlışınız var‘ dedim. ‘Burada kimse kalkıp sizden rüşvet isteyemez‘. Adam ‘İsterseniz çağırın memuru, benden rüşvet istedi. Hatta rüşveti vermediğim için, makbuzları mühürleyemeyeceğini‘ söyledi. Ben bunun üzerine adı geçen memuru çağırdım. Memur geldi. Ben, ‘Siz Hasan beyden makbuzları mühürleme karşılığında rüşvet istemişsiniz‘ dedim. Memur hiç inkâr etmedi. ‘Doğrudur, istedim‘ dedi: ‘Nasıl istersiniz? Bu ne cürettir, bu konuda benim yıllardır mücadelem vardır, rüşvete, haksız kazanca haksızlığı, karaborsaya karşı. Böyle bir belediye başkanı döneminde, siz kalkıp nasıl sinemacıdan rüşvet istersiniz?‘ diye söylediğimde, ‘bana kendisi yasal olarak biletleri getirmedi, 7,5 liralık biletleri getirerek mühürletmeye kalktı. Oysa ki, biletler boy boy 7,5-10-12,5. Neyse o günkü koşullardaki fiyatlar ona göre bastırıp getirmesi gerekiyordu. Bu, 300.000 tane 7,5 liralık bilet getirdi. Ondan sonra bu biletleri 10-12,5 liradan da satacaktı. Bu belediyenin kasasından para çalmaktır. Eskiden biz, öyle yapıyorduk. Bunların her birini bir rakı parasına yahut akşam ziyafetine mühürlerdim. Reis ne alırdı bilemezdim. Bu işler böyle yürürdü eskiden beri‘ dedi. ‘Ve şimdi de gelmiş aynı teklifi yapıyor, ben kendisine yeni belediye reisi bunu kabul etmez, belki şimdi yaparız anlayamaz, işin acemisidir. Ama, gelecekte anlar, benim emekli olmama kısa bir zaman kaldı. Beni işimden eder, size de hakaret edebilir, gel bundan vazgeçelim, dediysem de, ‘eskiden oluyordu da şimdi niçin olmuyor? Ben gider bu işi reise ayarlatırım‘ dedi. Ben de ‘gidin siz reise ayarlattırın, gelin ben yine rakı parasını almadan bu mühürü vurmam, reis isterse Fikri Sönmez olsun‘ dedim diyor‘ ve gene söylüyorum Reis Bey‘ dedi, ‘siz bunu mühürleyin deyin bana ben rakı parası almadan biletleri mühürlemem‘ dedi. (...) Eğer, sömürüye, soyguna, karaborsaya karşı olmak vatan hainliği ise, ben vatan hainiyim! Eğer, faşizme, emperyalizme karşı olmak vatan hainliği ise, ben vatan hainiyim! Eğer, Fatsa‘da sömürüyü engellemek için tefeci-tüccarların etkinliğini kırmak, karaborsaya, kaçak inşaatlara, yolsuzluğa, rüşvete karşı mücadele etmek, devletin etkinliğini kırmak ise, ben Fatsa‘da devletin etkinliğini kırdım. Belediye başkanı olduğum dönemde halkın alın terinden oluşan belediye gelirlerini ve imkânlarını çıkar çevrelerine peşkeş çekseydim, kendi zimmetime geçirseydim, altıma son model araba alıp, Bodrum‘da yazlık kat satın alsaydım, halkın parasıyla her gece bir eğlence yerlerinde sabahlasaydım, ne ‘vatan haini‘ ilan edilecektim, ne de bu davada sanık olacaktım. Kimilerine göre vatan hainliğinin kıstası halka hizmet etmek, sömürüye soyguna karşı halktan yana tavır koymak ise, ben her zaman vatan hainiyim!"

"Milliyetçi Ağbimiz" Ordu Valisi Yapılıyor

Bu sosyalizm denemesinin yayılmasından korkuluyor ve düğmeye basılıyordu. Demirel, Reşat Akkaya‘yı Ordu Valisi olarak atayarak operasyonun işaretini veriyordu. Reşat Akaya, 2007‘de öldüğünde bir ülkücü sitede aynen şöyle yazıldı: "Milliyetçi ağbilerimizden Eski Vali Reşat Akaya vefat etti." Bu sitenin girişinde ise şöyle yazıyor: "Ergenekon Yurdun Adı/ Börteçine Kurdun Adı/ Dört Yüz Sene Durdun/ Çık Ey! Mızrağın Adı" Boşuna demiyorlar "milliyetçi ağbimiz" diye elbette. Reşat Akaya, "Yeni Düşünce"nin yazarlarındandı. MHP kapalıyken yerine kurulan MÇP‘nin Genel Başkanlığı için adı bile önerilmişti. Emniyet müdürlüğü yaptığı yerlerde yaptıkları bütün basın tarafından yazılmıştı. Devletin valisi olarak isteklerini İçişleri Bakanlığı‘na değil de hiçbir resmi hüviyeti olmayan, hükümet üyesi olmayan Türkeş‘e yazıyordu. Altı maddelik istek listesinde neler yoktu ki... 1977‘den Akkaya‘nın vali olduğu 20 Nisan 1980‘e kadar olan dönemde toplam 34 öldürme varken, beş aylık valilik döneminde 134 öldürme olayı olmuştur.

"Mahkeme tutanaklarında, Vali, bize polis elbisesi giydirdi, ben aranıyordum. Vali beni istetti.‘ şeklinde açıklamalar vardır. Adam, adam öldürmekten aranıyor, Vali makamına çağırıyor, polis elbisesi giydiriyor, Aybastı‘ya operasyona gönderiyor. Gölköy‘e operasyona gönderiyor. Ama, devletin etkinliğini, devletin şerefini, haysiyetini yok eden Fatsa Belediye Başkanı‘dır! Vali Reşat Akkaya o dönemde, Samsun‘dan, Ordu‘ya geçmekte olan Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren‘e ‘Paşam Fatsa‘dan geçerken yüksekten uçun helikopterle, sebebine gelince Fatsa‘da Dev-Yol militanları ateş edip sizi düşürebilir‘, demiştir. Ki, Kenan Evren bunu birçok konuşmalarında da, bu durumun yetkililer tarafından kendisine bildirildiğini açıklamıştır. Reşat Akkaya, Fatsa‘yı canavar göstermek peşindedir. Kendi yapacaklarına haklılık kazandırmak için bu tür bir propagandayı geliştirdi. Daha sonraki günlerde yine Nokta Operasyonu‘ndan bir-iki gün önce Hürriyet Gazetesi‘nde başlık çıkıyor, ‘Fatsa kuşatıldı‘ diye. Tüm bu haberlerin kaynağı, Vali Reşat Akkaya ve adamlarıdır. Maksatlı yapmışlardır. Yani Fatsa‘yı basında Türkiye‘ye hedef göstermişlerdir. Onun dışında ‘İki astsubay kaçırıldı‘ diye gazetelerde manşet atmıştır. Ve her şey Fatsa‘nın aleyhine hazırlanmıştır."

Faşizm Erken İndi Fatsa‘ya

Bugün bile gözümün önünde Hürriyet‘in "Fatsa‘da iki astsubay kaçırıldı" manşeti daha doğrusu yalanı. Hürriyet, Hergün ve Tercüman, Fatsa‘ya yapılacakları meşrulaştırmak için psikolojik savaş yürütüyorlardı. Demirel‘in en son olarak "Fatsa‘nın hakkından gelmeye mecburuz" demeciyle operasyon tarihi de 9 Temmuz olarak belirlenmişti. Hürriyet, acar gazete pozuyla, 9 Temmuz‘da "Fatsa‘da Nokta Operasyonu" manşetiyle çıkıyordu. Operasyon nasılsa iki gün sonraya ertelenmişti, ama Hürriyet nasılsa başlayacak diye atlatma(!) haber pozuyla işlevini açığa çıkarıyordu. Hürriyet aynı gün, barikatlarda militanların nöbet tuttuğunu ve Fikri Sönmez‘in "elli-altmış ölü vermeden girilemeyeceği söylediği" yalanını da uydurarak yapılacak katliamı meşru kılmaya çalışıyordu.

"Nihayet maskeli-maskesiz binlerce muhbir, faşist, eli kanlı katillerle beraber, devlet güçleri, Fatsa‘ya ‘Nokta Operasyonu‘ düzenlemiştir. ‘Nokta Operasyonu‘nun kısa tarifi budur. İlk etapta Belediye Başkanı başta olmak üzere, 300‘den fazla Fatsa‘lının gözaltına alındığını gazeteler yazmıştır. Yapılan arama, taramalarda 22 tane silah ele geçmiştir, bunun 17 tanesinin de ruhsatlı olduğu daha sonra tespit edilmiştir. Samimiyetle söylüyorum, 4 tane jandarmayla Bolaman Köprüsünde durun bir pazartesi günü, yani Fatsa‘nın haftası günü, 50 tane tabanca alırsınız. Durdurun arabaları o gelen köylülerden 50 tane tabanca alırsınız. Operasyona lüzum yok. Bölgemizdeki silah merakı, hepinizce malumdur. Herkes silah taşır, orada. 4 tane jandarmayla durun, 50 tane silah alırsınız. Ama onbinlerce polis, jandarma, komando birliği, muhbir, maskeli, maskesiz militanlarla beraber yapılan operasyonlarda maalesef 22 tane tabanca ele geçiyor ve bu tabancaların 17 tanesi de ruhsatlı çıkıyor."

Maskeli faşist muhbirler önden gidiyor ve yer gösteriyorlardı. Kimdi bu muhbirler, birkaç örnek verelim. Aybastı, Bozcalı ve Uzundere katliamlarından dolayı idam cezası alan A.Ç.; Aybastı katliamından idam cezası alan E.A ve böyle onlarca katil. İsim isim saptanan bu maskeli faşist muhbirlerin saptanan sayıları Fatsa Merkez‘de 27, Çamaş‘ta 14, Ilıca‘da 3, Elekçi‘de 10, Bağlarca Yöresi‘nde 10, Eskiköy Yöresi‘nde 4, Yalıköy‘de 4‘tür. Fatsa‘da maskeli olan muhbirlere, Aybastı‘da subay ve polis üniformaları giydirilmişti. Binlerce asker, polis, kariyer, panzer ortada dolaşırken sadece Fatsa merkezde 8 devrimci güpegündüz faşistlerce öldürüldü. Yüzlerce insan sokak ortasında dövüldü, iş yerleri ve evleri yakıldı, yağmalandı ve kurşunlandı. Yağmalanan TÖB-DER Binası Fatsa Emniyet Müdürlüğü‘nün karşısındaydı. Sadece devrimciler mi? Çamaş‘ta bahçesinde ot otlatırken öldürülen Adalet Partili vatandaş bile TRT‘den "Gölköy ilçesi Devrimci Yol sorumlusu öldürüldü" diye veriliyordu. Kayaköyü‘ndeki 10 yaşındaki bir kız çocuğu da öldürülenler arasındaydı. 10 Binden fazla insan işkenceden geçirildi. Öylesine işkencelerdi ki 1983 yılında, yani üç yıl sonra bile Amasya Askeri Hastanesi‘nde üzerine hâlâ işkence izleri taşıyan 69 kişiye rapor verilmişti. Katliamlar ise 12 Eylül sonrası da devam ediyordu mesela, Sadi Ekiz Çullu Tepesi‘nde 30 Ekim günü halkın gözleri önünde kurşuna dizilmişti.

12 Eylül Adaleti, önce Fatsa‘ya uğramıştı. Bu öylesine bir adalet ki yazıya sığmaz, filmini yapsan gerçek üstü sanılır. Bir örnek vermek yeterli olacaktır: 811 Sanıklı Fatsa Devrimci Yol İddianamesi‘ni yazan Askeri Savcı, SSCB‘nin çıkartma yapabilmesi için devrimcilerin Fatsa‘yı üs olarak seçtiklerini de iddia etmişti.

Nazlı Ilıcak‘ın Kaleminden İddianamenin Temeli

"Fatsa‘da devlet yok diyorlar, ona da cevap vereceğim. (...) Bu, Tercüman Gazetesi‘nin 11 temmuz 1980‘den sonra "Fatsa Komünü" diye, Nazlı Ilıcak tarafından 10-15 gün süren yazıdaki değerlendirmelerden alıntıdır. Aynısıdır. Tercüman Gazetesi, o komün meseleleri, bu tür baskı, zor, İttihat ve Terakki meseleleri tamamen Tercüman Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak‘ın ve Kemal Önder‘in kaleminden ve benzeri Tercüman yazarlarının kaleminden o günlerde yayınlanmış ve propagandası geliştirilmiştir. Sonradan bunlar da iddianameye temel teşkil etmiştir."

Tercüman‘ın, dolayısıyla Güneri Cıvaoğlu‘nun ve Nazlı Ilıcak‘ın Fatsa‘ya özel bir ilgisi(!) vardı. Devletin ne yapmak istediği, dezenformasyon ve psikolojik savaş unsuru olarak ne malzeme kullandığı bu gazeteden ve bu "kalemlerden" anlaşılıyordu. Fatsa için yazdıkları, tıpkı 1 Mayıs 1977 sonrası için yazdıkları gerçekler(!) gibiydi. Fatsa için yaptıkları, 1 Mayıs için yaptıkları bilinmeden anlaşılamaz. 12 Eylül‘ün kıvılcımı 1 Mayıs 1977‘de yakılmıştı ve 2 Mayıs 1977‘de bu "gazete"de olaylar akıllara durgunluk verici yalanlarla şöyle aktarılmıştı: "Maocular birden ateş etmeye başlamışlardır. Maocuların ateşine mitinge katılan DİSK‘çi işçiler de cevap verince ortalık ana-baba gününe dönmüştür. İlk silahın patlamasından sonra, Taksim Meydanı‘nı çevreleyen gruplar da ateşe başlamış, bunu kalabalığın ortasından ateşlenen silahlar takip etmiştir. Silah sesleri ve dinamit lokumlarıyla bir anda savaş alanına dönen meydanı dolduran onbinlerce kişi kendini yerlere atmıştır. (...) Ancak gruplar halinde barikatlara saldıran ve ara sokaklara dağılan solcular çatışmalarını ve karşılıklı kurşun yağdırmalarını buralarda da sürdürmüşlerdir. Binlerce merminin yağdığı Taksim Meydanında bombalar ve dinamitler de patlamaya başlayınca olaylar çığırından çıkmış ve solcu gruplar sokaklarda arabaları da devirip barikatlar kurmaya başlamışlardır. Bu arada bir çok arabayı da yakmayan başlayan militanlar yaralıları hastanelere taşıyan cankurtaranlara ve polis araçlarına da ateş açmışlardır." Darbeler ve medya ilişkisi, Tercüman ve 12 Eylül bağı anlaşılmadan anlaşılamaz.

Tercüman‘ın ve Nazlı Ilıcak‘ın Fatsa‘ya olan özel kini 12 Eylül sonrasında da sürmüş ve 1982‘de dava başlamadan 15 gün önce bu kez daha da fazla sayıda köşe yazarı, muhabiri ve röportajcısıyla Fatsa‘ya ve Fikri Sönmez‘e karşı topyekûn saldırıya geçmişti. "Terzi Fikri ve Yoldaşları Yargılanıyor" manşetinden sonra Askeri Savcı bile dayanamamış ve "Bazı gazeteler bu davada yargılanan bir sanığın mesleğini isminin önüne koyarak küçültücü haber yazmaktadır" diyerek yasalara aykırı bu yayınların durdurulmasını istemiş, ancak elbette 12 Eylül, gelmesine destek olan ve geldikten de destekleyen bu fedakâr yoldaşlarını korumuştu.

Veda Baladı

Fikri Sönmez, Amasya Cezaevi‘nde direnişin en önünde yer alanlardandı. Direnişi kırmak için Suluova Et Balık Kurumu‘na işkenceye götürülen 25 kişiden birisi oldu. Üç ay boyunca yapılan işkencelere rağmen burada da direndi. 4 Mayıs 1985‘te kalp krizi geçirdiğinde saatlerce hastaneye götürülmedi. Mezar taşında "Ben ne yaptımsa halkım için ve halkla birlikte yaptım" yazıyor. Devrimciler, Venüs‘ten gelirler ve yıldızlara giderler. O yıldızlara da yumruk olmuş yürekleriyle tutundukları için hiç düşmez, hep gökyüzünde kalırlar... Yıldızlar en çok geldikleri yerin semalarında net görünür; oligarşinin korkusu olarak hâlâ bir hayalet gibi bu ülkenin üzerinde Fatsa ve Fikri ve de fikri dolaşıyor. Ama yıldızlar evrenseldir de, o yüzden yeryüzünün neresinde bir ezilen varsa onlar için de o yıldızlar bir kutup yıldızı gibi yol gösteriyor ve o yolu aydınlatıyor hâlâ...

"Yıllardan bu yana söylediğim gibi, ben devrimciyim. Neden devrimci olduğumu, hangi eylemler içinde bulunduğumu anlattım. Bundan dolayı beton duvarlara, demir parmaklıklara mecbur edildiğim için, hiç ama hiç üzüntü duymuyorum. Aksine gurur duyuyorum. Vatansever olduğumu burada söylediğim gibi, 25 seneden bu yana her yerde söyledim. Bunun için kavgalara girdim. İşkence gördüm, zindanlara atıldım, elbette ki bunlar doğaldı. (...) Hakkımdaki bütün suçlamalara karşın, bugüne kadar tüm yaptıklarımdan onur duymaktayım. Halkıma karşı görevimi yerine getirmenin gönül rahatlığı içerisindeyim. Ve inanıyorum ki, yakın tarihte kimlerin vatan haini, kimlerin yurtsever olduğu ispatlanacaktır. Böylece herkes yerli yerine oturtulacaktır. Tüm yaptıklarımdan dolayı tarih beni suçlamayacak, beraat ettirecektir."


Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya göğü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinçle haykırtan.
Başın yaraşırdı düşüncemize ve
gözlerine saygıyla bakardık...
(T. Uyar, Terziler Geldiler)

Tayfun Er

03.01.2010



http://www.yenidendevrim.org/genel/bizden_detay.php?kod=2255&tipi=23