2 Eylül 2008 Salı

Eşitlikçi Kültü Ütopyası Üzerine - Halid Özkul

Eşitlikçi Kültü Ütopyası Üstüne

Büyük Aydınlanma 1789 Fransa Devrimine tekabül eder. Fransız burjuva devrimi kendini “eşitlik, hürriyet, kardeşlik” sloganı ve üç-renkli bayrağı ile sembolize etmiştir. “Eşitlik, hürriyet, kardeşlik” bir jironden (liberal-burjuva) sloganı olmasına karşın jakoben (devrimci küçük-burjuvazi) kanat tarafından da sahiplenilmiştir. Gözden kaçırılan önemli bir nokta şudur ki, Fransız devrimi içinde militan rol yüklenmiş fakat azınlıkta olan proletaryanın önderleri, mücadele içindeki sınıfsal ön-sezileri ile bu soyut kavramları reddetmişlerdir. Genç kapitalizmin, genç sınıf ürünü olarak proletaryanın önderleri genellikle Hıristiyan-komünizmine dayanan genetik ve mimetik bilgi birikimleri ile “mülkiyete dayanan” bir toplumda bu sloganların içi boşluğu ile dalga geçmişlerdir. (Gen.bil.i.bkz. Gizli Ordular-RT-CFR-BG-TC”) Buna karşın burjuva fehmi(entelektüel)lerden gelen ütopik sosyalistler bu sloganı kullanmayı adet edinmişlerdir. (Bunun bilimsel kaynağı “artı-değer” kuramının bilinmezliğidir.) Ta ki yüce-kendim(pîr)lerden devrimci bilim-insanları Marx-Engels zuhur edip, Bilimsel Sosyalizm(komünizm)in temellerini atıp, bu sloganları mahkûm edene kadar. Ama küçük-burjuvazinin dayandığı burjuva ideolojinin “kendisi için” sınıf bilincinden doğan, sınıfsal karşı-duruşların bir ifadesi olarak bu sloganların özellikle “eşitlik” ayağı, büyük bir direnç ve inat ile bilimsel komünist düşünce içine sızmaya diretmektedir. Çağcıl devrimci proletaryanın fehim(entelejantsia)leri ise aynı direnç ve inatla bu sızma duruşlarına karşı mücadele etmeye kararlıdır…

Bu sızma işçi sınıfının iktisadi mücadelesinin ifadeleri olan ve sendikaları tarafından yürütülen “ücret”ler konusundaki tartışmalarda kendini göstermektedir. Marx , Ücret, Fiyat ve Kâr yapıtında günümüzde hâlâ kavranamamış bu konunun iktisadi-siyasa bilimsel kaynağından açıklık getirmekte: “…farklı nitelikteki emek-güçlerinin üretim maliyetleri nasıl değişiyorsa, farklı sanayi dallarında kullanılan emek-güçlerinin değerlerinin de farklı olmak zorunda olduklarını belirteyim. Dolayısıyla ücretlerde eşitlik istemi, bir yanılgıya, hiçbir zaman yerine getirilemeyecek akla-aykırı bir isteğe dayanmaktadır. Bu istemin kaynağı, öncülleri kabul edip vargılardan kaçan hatalı ve yüzeysel radikalizmdir. Ücret sisteminde, emek-gücünün değeri, bütün öteki metaların değerleri gibi belirlenir. Ve değişik türden emek-güçleri nasıl ki farklı değerlere sahipse ya da üretimleri için farklı emek miktarı gerekiyorsa, emek pazarında da farklı fiyatlara sahip olmak zorundadırlar. Ücret sistemi altında, eşit ya da hatalı âdil ücret isteminde bulunmak, kölelik sistemi temeli üzerinde özgürlük istemekle aynı şeydir. Sorun sizin neyi haklı ya da âdil bulduğunuz değildir. Sorun şudur: Belli bir üretim sisteminde, zorunlu ve kaçınılmaz olan nedir?”(s.125) Aynı konu üzerinde 1880’de Britanya’da The Labour Standard ve 1884’te Almanya’da Zürcher Social-Demokrat’ta yayımlanan Engels’in “Adil Bir İşgünü Karşılığında Adil Bir Ücret” makalesinde ise şöyle denilmekteydi: “…İşçi, bütün emek-gücünü, yani bu işi sürekli bir biçimde yapabilecek durumda kalmak üzere sağlayabileceği kadarını kapitaliste verir. Bunun karşılığında, kapitalistten her gün aynı işi yeniden yapabilmesi için kendisine gerekli olduğu kadar –fazla değil- geçim aracı alır. Eşsiz bir âdillik!…Eğer kapitalist, işçi ile anlaşamazsa, bekleyebilir ve sermayesinden yiyerek yaşayabilir. İşçi ise bunu yapamaz. O, ancak ücretiyle yaşayabilir ve bu yüzdendir ki, en kötü koşullarda işi kabul etmesi gereklidir…sermayenin bu “âdil” ücretleri ne ile ödediğini araştıralım. Elbette ki, sermaye ile. Ama sermaye hiç bir değer üretmez. Toprak dışında biricik servet kaynağı emektir. Sermaye, birikmiş emeğin meyvesinden başka bir şey değildir. Bundan, işçilerin ücretlerinin emekle ödendikleri sonucu çıkar; işçi bizzat kendi emeğinin meyveleriyle ödüllendirilir…işçiler eski savaş naralarını gömsünler ve yerine daha iyisini, yani: ‘Üretim araçlarının: hammaddelerin, fabrikaların ve makinelerin emekçi halkın eline geçmesi!’ sloganını koysunlar.”(s.154-155)

Gerek
Marx, gerekse Engels diyalektik materyalist yöntemi ayakları üzerine oturtarak yaşama geçirdikleri için haklıdırlar. Hareketin, zıtların çelişkili birliği özellikle farkın olduğu bir yerde “eşitlik” olmaz. “…Fark’ın olduğu yerde Eşitlikten söz edilemez. Çünkü Eşitlik Fark’ı ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Oysa ki her Tekil, diğerinden Farklıdır; diğeri-değildir. Her Tekil, Değişim’e tabidir ve onunla özdeş olarak çıkar (doğar). Yoksa, İdealistlerin sandıkları gibi, soyut bir Eşitlikle değil. Her Tekil’i Tekil yapan sözkonusu Özdeşlikteki bu Farklılaştırabilme özelliğidir.” (Niçin Eşit İşe Eşit Ücret Değil? Aytunç Altındal. Süreç yay. 1984.s.17). Bu tekillik aynı zamanda bireyin emek-gücüdür. Uyanık burjuvaların “eşitlik” asparagasının asıl hedefi, ücreti asgaride “eşit”leyip artı-değer gasbını “eşit”ce yağmalamaktır. Tıpkı dünyanın ozon tabakasını yırtan burjuva duyumsuzluğunun, artı-değer yağmasının sinsi hesapları ile birden “sigara yasağı” havarisi “tatlı su perisi” kesilmesi gibi. Çünkü birincide gündeme gelecek olan çalışma saatlerinin azaltılması, ikincisinde ise beşer dakikadan bir saat artıya varan çalışma saatlerinin arttırılmasıdır. Bu da ödenmemiş emeğin/artı-değer/kârın extradan cebe indirilmesidir…

Bilimsel Toplumsallaşmış Toplumculuk (Komünizm) “eşitlik”ten değil HAKtan hareket eder. Hak eşitlik değil İHTİYAÇtır. Ustalarında belirttiği gibi “yetenekler bireysel ama ihtiyaçlar toplumsal niteliktedir”. Bunun için hedef olarak “HERKESİN YETENEĞİNDEN, HERKESİN İHTİYAÇINA GÖRELİK” benimsenmiştir. ‘Herkesin yeteneğinden, herkese eşitce’lik değil! “Yaşamda Eşitlik fikri toplumsal tarihsel işbölümünden doğan Yabancılaşma’nın ortaya çıkardığı sınıfsal nitelikte bir yanılsamadır…” (AA.age.s.24) Bunun için Marx, Proudhon’un eşitlikçi ütopyalarını Felsefenin Sefaleti yapıtında liğme-liğme çürütmüştür. …

Sayın Altındal, 24 Ocak kararlarının mimarı, 12 Eylûl kanlı faşist generaller rejiminin ekonomi danışmanı, ABD’nin sadık bendesi Turgut Özal’ın neo-liberal Friedman-Hayek çizgisinin uluslararası işçi sınıfına dayattığı “Eşit İşe Eşit Ücret” formülünün Türkiye işçi sınıfının önüne getirilmesi ve/fakat başta DİSK olmak üzere işçi sendikalarının konu hakkında bilgisizliği üzerine, 1984 yılında kaleme alarak yayımladığı ve işçi sınıfı sendikalarının direnişine bilgi-gücü sağladığı -ki başarılı olunmuştur- broşürünün “Sonuçlar” kısmında şöyle özetlemektedir:

Eşitlik fikrinin nesnelliği yoktur; dolayısıyla daima apriori (deney öncesi) kalmıştır ve de öyle kalacaktır. Toplumsal-tarih bunun kanıtıdır…

Eşitlik fikri, Utopist mükemmel/ideal düzen, toplum, ulus fikrinin uzantısı olan bir yanılsamadır…

Diyalektik materyalist mantıkla değerlendirildiğinde, Değişim kalıcı olduğuna göre Eşitlik değil, Equilibrium (istikrar/denge) vardır…

Diyalektik materyalist mantıkla değerlendirildiğinde Zıtların Çelişkili Birliği vardır…Toplumsal-tarih açısından bakıldığında sınıflararası mücadele esastır, eşitlik değil. Şöyle ki, 27 Mart 1921’de Tüm Rusya Taşıma İşçileri Kongresi’nde Lenin, “İşçi ve Köylülerin hükümranlığı ilelebed sürecektir” şeklinde bir pankartla karşılanınca, Kosolapov’un da belirttiği gibi, bunu alaya almış ve şunları söylemiştir: “Bu acaip pankartı görünce kendi kendime düşündüm: işte, en temel ve elementer şeyleri bile hâlâ birbirine karıştırır durumdayız. Eğer gerçekten de işçilerin ve köylülerin hükümdarlığı ilelebet sürerse biz sosyalizme hiçbir zaman sahip olamayız; çünkü o, sınıfların ilgasını öngörür ve işçiler ve köylüler bulundukça da farklı/değişik sınıflar bulunacak ve dolayısıyla da tam sosyalizm olmayacaktır”…

Eşitlik fikri, Subjektif İdealizm’in bir ürünüdür ve Yabancılaşma sorunsalıyla bağlantılıdır. Eşitsizlik de buna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Gerçekte Egemen sınıfın, Eşitlik dediği her olayda Fark ve onun idealist mantıkla rasyonalize edilmiş şekli vardır. Diğer bir anlatımla Eşitlik sağlansın diye Fark Standartlaştırılmakta –rasyonalizasyon dedikleri gerçekte budur- dolayısıyla Eşitsizlik ortadan kaldırılmış kabul edilmektedir…

İş, Ücret’e eşitlenemez. Maddi olan işçinin tüketmekte olduğu işgücüdür. Çalışma verimi buna bağlı olarak ortaya çıkar. İş, işgücü tüketilerek ortaya konulan Çalışma’nın –ki bu değer üreten ve niceliksel olarak sayılandır- Kullanım –değeri ve nitelik edinmesidir. Öyleyse İş ve Çalışma bir ve aynıymışlar gibi ele alınamazlar, İş olarak tanımlanamazlar. İşgücü ve Çalışma, NESNEL, Çalışma Verimi ve İş, GERÇEK’tir. Eşit İşe Eşit Ücret formülündeyse, Nesnelliği olmayan, otorite tarafından standartize edilmiş (tanımlanmış) iş, standartize edilmiş ücrete eşitlenmektedir. Bu da idealist Gerçekçilik anlayışının bir sonucudur...

Konu tarafımdan bir yıl öncesinden beri birkaç defa kaleme alındığı halde, 24 yıl sonra ABD’nin bir başka kolcuları tarafından “Eşit İşe Eşit Ücret” Türkiye işçi sınıfına kabul ettirilmiştir. Hem sırıtık yüzlerin mutluluğu ile. İşçi sınıfı ucuz politikaya kurban edildi. İşin en utanç verici yanı, buna borazancılık yapanlar arasında; adının başında “Devrimci” ibaresi olan işçi sendikasının, diğerinin adının içinde “Komünist” olan bir partinin (ve kadrolarının)olmasıdır. Bu traji-komikliğe karşın; bu yazıyı bir yıl önce yazdığım ve 25 yıldır işçi sınıfı partisi kuracağı iddiasındaki derginin, “resmi tarih”e karşı “mangalda kül bırakmayan” “anti-ekonomist” cengaver yazarlarının hiçbirinin, işçi sınıfı için önemini kavrayamamış olması da ayrı bir dramdır. (Bunun sebepleri tarafımdan bilinmektedir ve ayrı bir kapsamlı yazı konusudur.)

Türkiye fehim kadroları dağınık olarak bulunmaktadır. Bu kadroların bilgi birikimleri ve düzeyleri dünya ile karşılaştırıldığında tatmin edici (hatta bazıları artı değerli) düzeydedir. 1976 doğumlu, bizim gibi Resneli Niyazi-Che-Lenin çizgisinden gelip, Marx-Engels’i anca keşfetmiş değil; direkt Marx-Engels’le doğru olarak başlayan yeni bir genç kadro oluşmaktadır. (İzmirli Vefa Saygın Öğüt'le Güney Çeğin’in “Sosyo-Tarihsel Teorinin Sınıfla İmtihanı-İlişkisel Sosyolojik Perspektiften Yeni Bir Sınıf Kavrayışı Denemesi”. Duvar Kitapevi. İzmir.2007. nitelikli dikkate değer bir Marxist çalışmadır.) Bu nitelikleri biraraya toparlamak zorunluluğu vardır. Bunu da ancak “Bilimsel Komünist Parti” başarabilir. Böylece “işçi kurulları”nın zorlaması ile işçi sınıfı sendikacılığı rayına oturabilir. Çalışma saatlerinin azaltılması, kır-kent, kafa-kol ayrışıklığının ortadan kaldırılması için “Süreklli Devrim” hızlı treni perondan hareket edebilir…