1 Kasım 2009 Pazar

Anlamak, aşmak ve praksis - 3 - Murat Naroğlu

Anlamak, aşmak ve praksis – 3


Okumaya başladığınız yazıyla beraber “Anlamak, aşmak ve praksis” başlıklı çalışma dizimizi noktalıyoruz. Ekonomi ağırlıklı satırlarımızı yazarken yine Lefebvre'nin eserinden (Marx'ın Sosyolojisi) alıntılar yapacağız, bununla beraber başucumuzdaki diğer kaynak ise Francis Wheen'e ait olacak: Das Kapital (Karl Marks) – Biyografi... Bu eserlerin ışığında dilerseniz konumuza giriş yapalım.


Meta ve iki yan

İnsan emeğinin bir ürünü olan meta bilindiği üzere kullanım değeri (nitel yan) ve değişim değeri1 (nicel yan) olmak üzere iki özelliğe sahiptir. Kullanım değeri ile sınırlı kalmayıp bir pazara, değişime girdiği andan itibaren meta bambaşka bir hâl alır. Meta – para – meta olarak tanımlanan döngüde birincil amaç kullanım değeri iken ve para bir araçken, daha sonra para – meta – para olarak ifade edilen döngüyle değişim değeri etkisini arttırmış ve ikinci para ile ilk para arasında bir fark elde etmek birincil amaç haline gelmiştir. Marks, “başlangıçtaki değerin üzerindeki bu artış ya da fazlalığa ben 'artı-değer' diyorum” şeklinde yazmıştır. Farkı yaratırken kullanılan metalar ise öncelikle işgücü ve hammaddedir. Metaların, genel eşdeğer altınla değerlendirildiği zamanlardan sonra eşliği sağlayan para olmuştur. Kapitalist toplumda da üretim esas olarak paranın arttırılmasına, bunun daha sonra tekrar yatırıma dönüştürülmesine ve sermaye birikimi elde edilmesine yarar, P–M–P döngüsü de parayı sermayeye çevirir. Bir otomobil fabrikasının sürekli olarak üretim yapmasının ve başta reklamlar olmak üzere türlü yollarla ürün satmak istemesinin arkasında, insanlığın gerçekten o ürüne duyduğu ihtiyaçtan çok, ürünün satıldığı pazarın kârlılığı vardır.


Metanın değişim değeri edinmesi ve pazarda dolaşımından sonra süreç, Marks'ın metaforları kullanmasını gerektirecek kadar korkunçtur. Meta, türlü kıyafetlerle farklı kimliklere bürünür ve fetişleşmeye başlar. İnsan, artık ürettiğinin esiri durumundadır. Lefebvre'ye sorarsak: “Şey, kendi kaynaklarını ve doğuşunun sırrını saklayarak, yani insanlar-arası belli birtakım ilişkiler içinde, insanlar tarafından yaratılmış olduğunu maskeleyerek, insanı kendi şey'i haline getirmektedir.” (s. 46) İnsanın ele geçirilişi esnasında çevreyi artık sis kaplamış, bulutlar yoğunlaşmıştır; neler olduğunu anlamanın yolu çözümlemeden geçer. Marks tam da bunu yapmış ve kapitalizmin özünü açıklamıştır. Aldatıcı olanı açığa vurmuş, insanın yabancılaşmasını, ürettiğinin esiri olmasını bilimsel yoldan açıklamış ve şu sözü söylemiştir: “Görünen ile öz aynı olsaydı, bilime ne gerek kalırdı?”


Meta üzerine bu kadar yazmışken Lefebvre'nin metalar halkası üzerinden liberalizm açıklamasını es geçmek olmaz. Paranın ve metanın dolaşımın önündeki bütün engellerin kaldırılmasını amaçlayan liberalizme göre,, metalardan oluşan bir halka ve bu halkanın kendine göre bir dengesi vardır. Bu halkadan eksilen elemanların yerini, o elemanın eşdeğeri, bir başkası doldurur. Lefebvre “bırakınız yapsınlar" (laissez faire) görüşünün yanlışlığını şöyle açıklıyor: herkes örneği zanaatkâr olsaydı bu geçerli olurdu; ama emek, bu devreyi keser. Çünkü köle ve Ortaçağ toplumunda olduğu gibi kişi tamamen kendisini değil, emekgücünü (işgücünü değil, dikkat!!!) satarak bu devrededir. Bir meta olarak işgücü, devredeki diğer metalardan farklıdır; artı-değer de hesaba katılmalıdır. Sizlerin de bildiği üzere 1970'lerin neo-liberalizm çılgınları son kriz vakalarıyla beraber devletleştirmeden, kamulaştırmadan söz eder oldular, daha öte bir örneğe gerek yok sanırım. Liberalizmin dünyanın başına ne belalar açtığı ortadayken, bu coğrafyanın kimi şahsiyetleri ise ısrarla aynı bataklıkta debelenmeye devam ediyorlar. Konumuz dışı olduğu için bu kısmı şimdilik kapatalım. (Buharin'in “Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi” isimli eseri okunabilir)


Emeğin niteliği ve kapitalizm

Bilişim alanındaki gelişmelerle beraber sıklıkla yapılan tartışmalardan birisine dair bir şeyler yazarak bu kısmı noktalayalım. Bir süre önce “Paradigmalar”2 başlıklı makalede de belirttiğimiz gibi bilimsel/teknik gelişmeler emeğin niteliği üzerinde de dönüştürücü bir rol oynuyordu. Postkapitalizm savunucuları buradan hareketle işçi sınıfının tarihsel rolünü kaybettiğini, kapitalizm ve sosyalizm gibi üretim modellerinin geçmişte kaldığını dile getiriyorlardı. Bununla beraber, hem bu görüşün hem de sosyalizmin geçerliliğini yitirmediği görüşünün savunucularının emek üzerine yaptıkları incelemelerde oldukça farklı kategorilere ayrıldıklarını görmüştük. Örnek olsun, üretken/üretken olmayan emek, kullanım/değişim değeri üreten emek, özel mülkiyet sahibi olma/olmama, vb. noktalar üzerinde yürüyen ciddi bir tartışma olduğu açık. Marks'a yönelik bir okuma yaparken fark ettim ki emeğin maddi bakımdan üretici olanının temel alınıp, diğer iş ve fonksiyonların “hizmet” kategorisine sokulması Adam Smith'te de var. Bu ayrımı dar bir ekonomik kritere indirgediğiniz zaman üretici olmayan işleri yapanları kolaylıkla işçi sınıfının kapsamından çıkarabilirsiniz. Peki gerçekte her şey bu kadar basit mi? Bütünlüklü bir tablo çizdiğinizde dikkat etmeniz gereken pek çok faktör ortaya çıkıyor. Maddi anlamda birebir üretici olmasa da üretim için gerekli olan işleri yapanları burjuvaziye karşı savaş veren kesimlerden ayırmamak gerekiyor. Sanat, bir maden üretiminden ayrı görünebilir; ama esas amacı mal üretimi değil kâr üretimi olan bir kapitalist (mal, pazara çıkınca meta olur; barındırdığı toplumsal artı-değer ise kapitalist tarafından ele geçirilir), seyirciye “mal” vererek kazanç sağlayan bir tiyatro alanını görmezden gelir mi? Buradaki esas sorunlardan birisine Lefebvre dikkat çekiyor: “Üretici işle üretici olmayan iş arasındaki fark (bu fark formel bir ayrılmaya ulaşamaz), el emeği (maddî emek) ile fikrî emek arasındaki ayrımla çakışmamaktadır.” (s. 98) Bir adım daha atalım, Kapital'in üçüncü cildinde Marks şöyle diyor: “Üretici olmak için, işe bizzat karışmak gerekli değildir; kolektif emekçinin bir organı olmak ve orada bir fonksiyonu yerine getirmek yeterlidir.” “Kolektif emekçi”den kastedilenler kimlerdir? “Kapitalist toplumda “kolektif emekçi”, maddî malların ve özellikle kârın üretilmesini amaç edinen (vurgular bana ait, M. N.) temel organizasyonla birlikte üretim birliklerinin, kapitalist teşebbüslerin tümüdür.” (s. 99) Bütün bunları noktalayacak olan ise yine Marks'a ait parlak cümlelerdir, devamını okumanızı öneririm: “Bir filozof fikirler üretir, bir şair şiirler, bir rahip vaizler, bir profesör el kitapları, vb., bir câni de cürümler üretir... Câni sadece cürüm üretmez, ama aynı zamanda ceza hukukunu ve ceza hukuku konusunda ders veren profesörü de üretir.”


Kapital

Kapitalizm üzerine bu kadar yazıp da Kapital'e değinmemek olmazdı. Sürekli gelişen, çalışkan bir adamın Alman yayıncı Karl Leske'ye 1845 yaz sonuna söz verdiği; ancak Şubat 1867'de teslim ettiği ve hammaddesinin çoğunu British Museum'dan çıkarmış bir eser. Engels'in “bitir ve yayınla artık şu eseri, tam zamanı” şeklindeki serzenişlerini her seferinde geçiştiren bir devrimci bilim insanının şaheseri, kendi deyimiyle sanatsal bir bütün... İncelediği konuyu daha iyi kavramak için yabancı dil çalışan, matematikte uzmanlaşan, göksel cisimlerin hareketine kendisini veren bir mükemmeliyetçinin armağanıdır Kapital. Bu eser, tek bir dalla açıklanamayacak kadar bütünseldir, kapsamlıdır, polyalektiktir ve geleneksel bir iktisat eserinden çok daha fazlasıdır. Dar kategorilere girmez ve düşün yapısı ara caddelerle sınırlı olanların eleştirilerini parçalar. (örneğin Marks'ın bir iktisatçı olarak düşünülüp yüzeysel anlamda ekonomik determinizmle suçlanması) Kapital'de ekonomi politik (meta, para, artı-değer...), tarih (İngiliz burjuvazisi ve kapitalizmi) ve sosyoloji (burjuva ailesi, sınıflar, toplumlar) vardır. Wheen'in incelemesine bakarsak bu listeye edebiyatı, mitolojiyi, psikolojiyi, ironiyi, matematiği de eklemek lazım gelecektir.


Marks'ın bu yapıtında olağanüstü bir referans zenginliği vardır. İktisattan, siyasal ekonomiden önce uzun yıllar felsefe ve edebiyat çalışmalarında bulunmuş olması da kitabın bu yönden zenginleşmesine katkıda bulunmuştur. Tabii bir de hiç yitirmediği bir alışkanlığı, okuduğu kitaplardan alıntılar yapma huyunu vurgulamak gerekiyor. “1976'da Profesör S. S. Prawer, tamamen Marks'ın edebi referanslarına ilişkin 450 sayfalık bir kitap yazdı.” (Wheen, s. 70) Neler ve kimler yok ki... İncil, Shakespeare, Goethe, Balzac, Dante, Sofokles, Eflatun, Cervantes, şarkılar, komediler, efsaneler, dehşet hikâyeleri, İngiliz romantik romanları, vs. C. Frankel'e göre bu eser, “Gotik roman”, “Victoria dönemine ait bir melodram”, “kara mizah”, “Yunan trajedisi”, “yergisel bir ütopya”, Jonathan Swift'ten beri yazılmış en büyük ironistin yapıtı olarak da nitelenebilir; ama bu eseri okumamış olmakla övünenler bile vardır, örneğin bir dönemin İngiliz başbakanı Harold Wilson...


Kapital, Marks için fazlasıyla önemlidir. “Marks arkadaşlarından ve siyasal örgütlerden memnuniyetle kopabilirdi; fakat eserini bırakma imkânı yoktu.” (Wheen, s. 25) Komünist Birlik'in 1850'de dağılmasından beri siyasal gruplara mesafeli yaklaşıp tüm ricaları reddederken “teorik çalışmalarımın işçi sınıfına, şimdi en iyi günlerini yaşayan örgütlere karışmaktan daha yararlı olacağına sağlam bir biçimde inanmış” durumdadır. Fiziksel rahatsızlıkları eşliğinde eserini tamamlayıp bir yıldan fazla sürede “uzun doğum sancılarından sonra bebeği yalayarak temizledi”. En az sahip olduğu şeylerden biri olan para hakkında bunca cilt yazı yazmış bir adamın, eseri için söylediği ne ilginç sözlerdir bunlar. Fakat bir kutsal kitap değildir bu eser, onu dogmalaştırmak ve dondurmak, “Marks'ın dediği her şeyin doğru olduğunu ve demediği her şeyin de doğru olmadığını savunmaya başlamak” en başta Marks'a yapılacak bir haksızlıktır. Bugün için bilimsel komünistlerin önünde sade Kapital'i değil, Manifesto, Anti-Dühring gibi eserleri yeniden ele alıp güncelleştirmek, gerekirse devamını yazmak vardır. Örnek olsun bilgisayar bilimleri ve matematikte yapay zekânın varmış olduğu nokta, felsefesi ve ekonomik etkisi kendi başına Anti-Dühring'in kapsamına girer.


Yetişkin hayatının çoğunu sürgün ve siyasal yalıtılmışlıkta, kargaşa ve parasızlık içerisinde geçiren Marks, yaşamında ancak Kapital'in ilk cildini yayınlatabilmiştir. Engels'in kendi projelerini bir yana bırakarak yaptığı yoğun çalışmasıyla, notlar ve taslaklar birleştirilmiş, ikinci (1885) ve üçüncü (1894) ciltler basılmıştır. Artı-Değer Teorileri'ni dördüncü cilt olarak kabul edenler de vardır, Kautsky'nin derlemesiyle 1904'te yayınlanmıştır. Kapital zaten tamamlanmamış bir eserdir. Marks onu altı cilt olarak tasarlamıştır. Başlıklar ise şu şekilde düşünülmüştür:


1. Sermaye üzerine 2. Toprak mülkiyeti üzerine 3. Ücretli emek üzerine

4. Devlet üzerine 5. Uluslararası ticaret 6. Dünya pazarı



Bu yoğun çalışması süresince başta enetelektüel ve mali olmak üzere her açıdan Marks'a destek olan Engels'i anmamız gerekiyor. Kapital, Engels'in de kokusunu taşır. Kendisi, dostu Marks'a verdiği destek için şöyle der: “İnsanın bir dehayı nasıl kıskanabileceğini anlamıyorum; bu öylesine özel bir şey ki, buna sahip olmayan bizler, en baştan itibaren bunun erişilmez olduğunu biliriz; fakat böyle bir şeyi kıskanmak için insanın korkutucu ölçüde dar kafalı olması gerek.” (Wheen, s. 17)


Kapital'in ilk cildinin yayınlanmasından sonra yaşananlar ise başlı başına bir inceleme konusudur. Marks'ı kızdıracak bir suskunluk, siyasal düşmanlık ve kitabı okumaya gayret edenlerin beyin sancıları. En yakın arkadaşları bile, kitabı, hakkında iyi bir tanıtım yazısı yazabilecek derecede anlayamamışlardır. Engels takma adlarla yazılar yazmış, çevresinden de benzer şeyler istemiştir. Özellikle Kugelmann'a bel bağlayan Engels, onun yazdıklarını okuduktan sonra, “Kugelmann her gün daha da bönleşiyor” diye yazmıştır; ama bir taraftan da Marks'a sitem etmektedir. Kitabın zor, kafa karıştırıcı ve yorucu olduğunu, bilim insanlarının bile düşünmeye alışık olmadığı bir yönteme sahip olduğunu belirtmiştir. Kimi yerlerde tanıtım yazıları çıkar, işçilere ulaşır ve Marks, ilk 1000 nüshanın satılmasından sonra 1872'de yapılan ikinci baskıya önsözde şöyle yazar: Das Kapital'in Alman işçi sınıfının geniş çevrelerinde hızla kazandığı takdir emeğim için en iyi ödüldür.” Wheen ise bu konuda şüpheleri olduğunu, işçi çevrelerinin yeterince ilgilenemediğini belirtir.


1872 baharında Kapital'in Rusça çevirisi çıkar. Çarlık egemenleri, kitabın içeriğinin Rusya'ya uygulanamayacağını düşündükleri için rahattırlar; öte taraftan, bir kişi kültü oluşmasını engellemek için Marks'ın fotoğrafını kitaptan çıkarırlar. Baskında sonraki bir yıl içinde 3000 adedin büyük kısmı tükenir; Marks ise hem temkinli hem de hoşnuttur. Fransızca çeviri ise çok daha sorunlu bir yapıdadır. 1867'de başlanan çalışmalardan sonraki dört yıl içinde beş çevirmen değiştirilir; sonunda bir öğretmene onay verilir, her ne kadar Marks bundan da memnun olmasa da.

İngiltere'ye ise kesinlikle sessizlik ve suskunluk hakimdir, avukat Sir John Mac-Donnell 1875'te şöyle yazar: “Marks İngiltere'de uzun süredir yaşıyor ise de burada neredeyse adının bir gölgesi. İnsanlar ona hakaret edebilirler; fakat okumazlar.” Marks ise, “duygusuz bir taşkafalı olma özel yeteneğinin” her İngilizin doğuştan gelen hakkı olduğuna inanacak durumdadır ve yaşadığı süre içerisinde kitabın hiçbir İngilizce baskısının olmaması, Wheen'e göre, bu önyargıyı doğrular mahiyettedir. Britanyalı meraklılar Almanca, Rusça ve Fransızca baskıları okumak zorunda kalırlar.


Kapital, okuyanların fikirlerini değiştirecektir... Tanışmanızı dilerim. Bir İngiliz yatırım bankacısı 1997'de yayınlanan bir röportajında ne diyordu, hatırlayalım: “Wall Street'te ne kadar çok vakit geçirirsem, Marks'ın haklı olduğuna o kadar çok ikna oluyorum.”


Kent ile kırı, sanayi ile ticareti, kafa ile kol emeğini ayıran, işbölümünü yaygınlaştıran kapitalizmin ve bundan başka da sosyalizmin tarih olduğunu, teknokratların hakimiyetindeki yeni bir toplum içerisinde bulunduğumuzu iddia edenleri eleştiren Lefebvre, bu kesimin haklı olabilmesi için toplumsal ve teknik işbölümünün çakışması gerektiğini söylüyor. Robotların ve yapay zekâ kullanımının yaygınlaşıp, bolluk toplumunun olanaklarının daha da elverişli olduğu bir dünyada işbölümünü, yukarıda bahsi geçen ayrımları, ancak sosyalist bir yapılanma kaldırabilir. Önümüzdeki görev çok açık: sosyalist devrim...

1: Bir nesnenin değeri belirlenirken “nesnenin yapımında doğrudan harcanan emekle birlikte imalatta kullanılan makineleri üreten emek ve hammaddeleri elde etmekte harcanan emek” (Wheen, s.38) dikkate alınır. Marks'a ait bir hata bulma heveslileri, “o zaman ağır çalışan bir işçinin ürettiklerinin daha pahalı olması gerektiği” gibi bir görüşle meydana çıkabilirler; ancak Marks burada açıklamayı yapmış ve “toplumsal olarak gerekli emek-zamanını” kastettiğini (yani ortalama bir işçinin işi bitirmesi için gereken saatleri) eklemiştir.Mübadele (değişim) değeri, direk olarak bir ürünün yararlılığı ölçüsünde de belirlenmez. Böylesi bir durumda, Michael Jackson'ın cenaze törenine katılım fiyatının (son olarak 100 bin dolardı) ortalama bir vatandaşın evinde kahvaltıda tükettiği şeylerden bilmem kaç bin kat pahalı oluşunu açıklayamazdık. Bu noktada devreye, metaların üretildikten sonra pazarda kazandıkları garip bir sis bulutu girer ve meta, olduğundan kat be kat üstün bir değişim değerine erişir. Marks bu sis bulutunu “metafizik incelikler ve teolojik süsler” olarak da ifade etmiştir. Tam da “meta feşizmi” işte.


2: http://www.ivmedergisi.com/paradigmalar.html


Murat Naroğlu


Önceki yazılar:


http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/04/anlamak-asmak-ve-praksis-1-murat.html

http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/05/anlamak-asmak-ve-praksis-2-murat.html