16 Aralık 2009 Çarşamba

Kürt Sorununda Devrimci Tavır - İlker Belek

Kürt Sorununda Devrimci Tavır

Yazar ulusal hareketen komünist tavır almasını bekliyor. bilmeliki bu eşyanın tabiatına aykırı.asıl kendi rolününe bakmalı işçi sınıfı devrimci rolünü oynamadıkça bahsettiği kürt sorununda emekçi çözümü hayaldır bunda ısrar etmek ipe un sermektir. daha önemli olanı kürt halkına karşı devrimci görevlere sırt çevirmek için dayanak olarak kullanmak.”

Geçen haftaki yazıma gelen tek yorum buydu. Bu eleştiri hemen hemen aynı cümlelerle ve Lenin’den esinlenmiş olduğu açıkça belli olan bir tarzda, sıklıkla yöneltildiği için tartışmak istiyorum. Kapsamının bu köşeden çok daha geniş bir alanı gerektirdiğini bilerek.

* * *

Komünistlerin ulusal hareketi desteklemesi gerektiği yönündeki tez nereye dayandırılıyor, bilmiyorum. Ama, biz bu tür konularda tavır belirleyecek olduğumuzda esas olarak Marksist Leninist klasiklere bakarız. Ulusal sorun söz konusu olduğunda bu bakımdan elimizdeki tek kaynak Lenin'in yazdıklarıdır, bunlar da değişik çaptaki makalelerdir ve Sol Yayınları tarafından Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı başlığıyla Türkçeleştirilmişlerdir. Kitaba adını veren esas makale ise 1914 yılında kaleme alınmıştır ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı başlığını taşır.

Lenin'in ulusal sorundaki düşüncesi açısından, giriş bağlamında, iki önemli ilkenin öne çıkarılması gerekir:

Lenin ilk olarak ulusal sorunun ülkelere özel bir karakterinin olduğunu, yani özgül bağlamlı bir konu olduğunu belirtir. Örneğin yukarıda sözünü ettiğim uzun makalenin Sorunun Somut Tarihsel Konumu başlıklı alt bölümünün ilk paragrafında aynen şunu yazar: “Herhangi bir toplumsal sorun incelendiğinde, o sorunun, belirli tarihsel sınırlar içinde formüle edilmesi ve eğer özel olarak bir ülke söz konusuysa (örneğin belli bir ülke için ulusal sorun gibi) o ülkeyi öteki ülkelerden aynı tarihsel dönem içinde ayırdeden özelliklerin hesaba katılması, Marksist teorinin kesin bir gereğidir.”

Lenin'in Rusya koşullarında ulusların kaderini tayin hakkı ilkesini savunurken ele aldığı coğrafya Rusya ve Rusya'nın Batı ile komşu olan uluslarıdır. Nitekim, Luksemburg'un Avusturya örneği ile polemik geliştirirken, Rusya'nın özel koşullarına ilişkin olarak (yani Marksist teorinin kesin gereğini yerine getirirken) söyledikleri şunlardır: “Rusya bir tek ulusal merkezi olan devlettir… Bu ulusal devletin kendine özgü birinci özelliği … yabancı ırkların sınır bölgelerinde yaşamalarıdır… Üçüncüsü, birçok durumlarda sınır bölgesinde yaşayan ulusal toplulukların, sınırın ötesinde daha büyük bir ulusal bağımsızlıktan yararlanan yurttaşları vardır… Dördüncüsü yabancı ırkların yaşadığı sınır bölgelerinde kapitalizmin gelişmesi ve genel kültür düzeyi, merkeze kıyasla daha yüksektir.”

Lenin, bu özgül bağlamlı sorunda, Rusya'nın bu özelliklerine dayanarak ayrılma hakkı anlamına geldiğini hep vurguladığı ulusların kaderini tayin hakkını savunur. Sıralayalım: Rusya koşulları özel-özgül bağlamı içinde analiz edilir, Avrupa’da 19. yy da çözülmüş ulusal sorunun Rusya'da henüz çözülmediği ve Rusya'nın batısındaki ulusal sorunları çözülmemiş ırkların daha gelişkin bir kapitalistleşme aşamasında oldukları belirtilir ve sorunun çözümü için ayrılma hakkı önerilir. Rusya için somut durumun somut tahlilinden türetilen somut çözüm budur. Özel durum ve somutluk…

* * *

Ulusal sorunda Lenin'deki ikinci giriş vurgusu, şimdi belirttiğimiz gibi, kendi kaderini tayin hakkının ayrılma hakkı anlamına gelmesidir. Bugün Kürt hareketi açısından böyle bir talep zaten söz konusu değildir. Dolayısıyla Lenin referansıyla Türkiyeli komünistleri Türkiye'deki ulusal hareketi desteklemekle mecbur kılmanın hiçbir anlamı yoktur. Tam tersine, Lenin ayrılma hakkını tanımamayı en baştan liberal olarak niteler ve o dönemin özgül bağlamı içinde Rus Sosyal Demokratlarının devrimci konumunu en başından bu liberal pozisyondan ayrıştırır. Nerede? Özel koşulları olan Rusya'da.

* * *

Eğer Lenin'in yaptığı gibi Marksist teorinin kesin gereğini yerine getireceksek, Türkiye'de Lenin'in ulusal sorun hakkındaki öğretisini kendi özgül bağlamı içinde değerlendirmeli, öğrenmeli ve şu anki kendi özgül bağlamımıza ilişkin dersler çıkarmalı ve bu derslerin Türkiye için ancak ipucu olabileceğini de kabul etmeliyiz.

Bu bakımdan bize yol gösteren esas gerçek, yalnızca saptayarak geçiyorum, Lenin'in kitaptaki bütün makalelerinde ulusal sorunu sosyalizm ve devrim perspektifine içkinleştirilmiş bir tarzda ele almış olmasıdır. Yani Lenin'de devrim perspektifine bağlanmamış bir ulusal sorun yoktur. Örneğin hemen birkaç sayfa ileride şunu yazan da Lenin'dir: “Her ulusun ayrılma hakkı için evet ya da hayır biçiminde bir yanıt istemek, …, gerçekte bu saçmadır, böyle bir tutum, teoride metafizik bir anlayışı gösterir, pratikte ise proletaryanın burjuvazinin siyasetine boyun eğmesi anlamını taşır.” Demek ki proletaryanın tarihsel sınıfsal çıkarları ulusal soruna yaklaşım açısından belirleyicidir, aksi metafizik olur.

Fazla uzattım, son eklemeyi yapayım: Kürt hareketinin ülkemizdeki sosyalist-komünistleri kendi toplumsal çıkarlarına -a priori- tabi olarak görmesi uzun süredir patolojik bir olgu halini almıştır. Oysa ortak mücadele böyle örülmez.

Ulusal hareketten komünist tavır bekleme meselesine ise hiç değinememiş oldum.

İlker Belek

Yazıya yapılan yorumlardan ikisi:

mcag isimli üye (14.12.2009-12:50)

İlker Belek'in son yazısını ben de yorumlamıştım, fakat yayınlanmadı. Her neyse konu önemli. İ.Belek konuya Lenin'in izinde "Somut tarihsel Yöntem" gibi doğru bir yöntemle yaklaşıyor. Ancak bu yöntemin Türkiye koşullarına uygulanmasında bazı yanılsamaları var: 1) 20. yy. Çarlık Rusya'sı Avrupa'da 5. emperyalist devlet olarak, diğer görece tarihsel oluşmuş ulusları sömürgeleştirdiği halde Türkiye'de bugün ne görece oluşmuş tarihsel ve nesnel bir "Kürt ulusu" vardır ne de Türkiye emperyalist bir devlettir. Çünkü tüm Kürdistan'da egemen üretim biçimi kapitalizm değil, feodalizmdir. Lenin'göre "Ulus" kapitalizmin ortaya çıkardığı toplumsal bir formasyondur. Ayrıca 2) Genel geçerli nesnel bir "Azınlık" tanımı yoktur. Her ulus devletin kendi "Azınlıkları" ulus devletin kuruluş aşamasında yapılan tarihsel devletler arası"somut özel" sözleşmelerle belirlenir. T.C.nin kuruluşundaki Lozan antlaşmasıyla Kürtler "azınlık" değil "asli" vatandaş konumundadırlar. Sonuç olarak Kürtler tarihsel süreçte ne ulusturlar, ne de azınlık. Dolayısı ile "Kürt Sorunu" ne ulusal sorundur ne de azınlık sorunudur; bir DEMOKRASİ sorunudur. "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı" ve Azınlık "Grup hakkı" ilkelerinin Kürtler için nesnel geçerliliği yoktur. Ancak PKK öncülüğünde "Kürt" milliyetçi hareketi, emperyalizmin yedeğinde ZORLA, yani terörle Kürt ulusunu oluşturmaya çalışmaktadırlar. Türkiye "Sol"unun bütün yanılgısı bu yanlış teze dayanmaktadır.


cynic79 isimli üye (14.12.2009-14:35)

Öncelikle mcag'ın sosyolojik ve politik bağlamda değerlendirdiği "ulus olma" sorunu konusundaki aydınlatıcı acıklamasına katıldığımı belirtmeliyim.Bu hususa ek olarak bir Kürt halkından bahsederken bu yapının homojen bir politik yöneliminin olmadığı ve bu konumlanışının birçok etmence belirlendiğini görmek gerekir.Özellikle devletin doğu ve güneydoğudaki otorite zaafiyeti,bölge halkını bir yandan cemaatlerin ve toprak ağalarının güdümüne sokarken diğer yandan PKKnın şiddetine ve baskısına teslim etmektedir.Batı illerindeki Kürtlerin durumu da çok iç açıcı değildir.Kürtler belli güç odaklarınca devamlı biçimde manipüle edilmekte ve kullanılmaktadır ve en nihayetinde sömürü düzeninin sömürü nesnesi olmaktan öteye gidememektedir.Etnisite odaklı bir Kürt sorunu algısı ve bu gazı almaya yönelik açılım safsatası Kürtlerin kendi gerçekleriyle yüzleşmelerini ve çözüm arayışlarını ötelemektedir.Bu kader değişmelidir,evet..


mcag isimli üye (14.12.2009-17:44)

"Kürt Sorunu" denen sorun, aslında üç toplumsal sorundan oluşmaktadır:

    1) Aşiretlerin egemenliğindeki feodalizm

    2) Türk burjuvazisi tarafından "demokratik Kültürel hakların, özellikle kürtçeye karşı, zaman zaman asimilasyona varan gasbı (1925 Şark islahat planı ve 1980 askeri darbesinin kürtçeyi yasaklamaları)

    3) PKK'nin terörü. Her üç sorun da "sosyalist devrim" olmasına gerek kalmadan kapitalist koşullarda çözülebilecek sorunlardır.

    1) Demokratik bir toprak reformu ile topraksız ve az topraklı köylüler, marabalar hem toprak sahibi yapılmalı, hem de aşiretlerden bağımsız "özgür" vatandaşlar olmalıdırlar.

    2) Resmi dil olan türkçenin dışında konuşulan "tüm ana diller" anayasal güvence altına alınmalıdırlar ki hiç bir hükümet yasaklayamasın.

    3) Teröre, şiddete ve şantaja son verilerek demokratik hak ve özgürlükler genişletilmelidirler. Örneğin, seçim baraji %5'e indirilmeli, partiler ve seçim yasası demokratikleştirilmeli, "ayrılma hakkı" nın bile tartışılabileceği düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki her türlü engeller kaldırılmalıdır. Bütün bunlar burjuva demokrasisinin geliştirilmesi demektir. Peki ama sosyalistlerin bundan çıkarı ne? denebilir. Çünkü Sosyalistler

    1) Halkın her türlü sorununun yanındadırlar.

    2) İşçi sınıfı ve emekçi halk ancak DEMOKRASİ üzerinden SOSYALİST DEVRİM'in gerekliliğine kendi deneyimleriyle ikna edilebilir. Onların güvenini kazanmak için Sosyalistler en dürüst ve en samimi demokrat olmak zorundadırlar.


mcag isimli üye (14.12.2009-21:40)

Bir hak kullanılsın veya kullanılmasın bakidir. Bunda haklısınız. Evrensel hukukuka göre "Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı" sadece 'uluslaşmış; fakat bir biçimde sömürge veya bağımlı bir duruma düşen topluluklar' için geçerlidir. Tarihsel ve reel olarak "Kürt ulusu" oluşmamış ve sömürgeleşmemiştir. Sadece uluslaşma çabası vardır. Kürtler dört değişik ulus devlette dağınık yaşayan bir etnisedir. Bu nedenle Kürtlerin böyle bir hakkı yoktur.

Ayrıca siz hem "dogmatizmi, basmakalıp düşünceyi" eleştiriyor, hem de bir teorinin, hak veya ilkenin herkesçe farklı yorumlanmasına karşı çıkıyorsunuz. Başka türlü eleştiri, yorum ve tartışma nasıl olabilir ki?

Komünistler krizde olabilirler. Doğrudur. Ama doğru yolu bulmak için çaba harcıyorlar, bu nedenle de tartışıyorlar. Henüz son söz söylenmedi. Bu ne bir yıllık ne on yıllık ne de 100 yıllık bir olaydır! Köleci toplumun 2-3 bin yıllık, feodal toplumun en az bin yıllık, kapitalizmin 230-250 yıllık tarihine karşılık sosyalizmin şunun şurasında sadece 160 yıl teorik 70 pratik deneyimi var.

SoL portalda sizinle birlikte tartışmamız bile içimize kapanık olmadığımızın açık bir kanıtı değil mi?


mcag isimli üye (15.12.2009-17:32)

1)Alıntı yapmanın neden "tehlikeli bir hastalık" olduğunu anlamak olanaksız. Marksizm felsefesi, tarihi anlayışı, ekonomi politikası ile bir toplum bilimidir. Bu toplum bilimini K.Marks, F.Engels 19. yy. ortalarında kurmuş, 20. yy. Başlarında Lenin çağın koşullarına uyguluyarak geliştirmiştir. Bu nedenle Marksistler arasındaki tartışmalarında bazı tezleri, argümanları desteklemek amaçıyla bu bilimin kurucu ve geliştiriclerinden alıntı yapmaları çok doğaldır, hatta bir ihtiyaçtır. Bunun sakıncası nedir? anlamak mümkün değil.

2) Lenin'den alıntı yapılmasının nedeni ise "Ulusal Sorun" konusunu bilimsel olarak inceleyenin onun olmasıdır. Ayrıca burdaki tartışmalarda kimse kimseye bir şey buyurmuyor. Sadece tesbit yapılıyor. Tartışma konumuz Kürtler'in "ULUS" olup olmadığıdır. Bu durumda yapılması gereken, tarihsel olarak ULUS kavramının ifade ettiği toplumsal koşulları incelemektir. Lenin bir marksist olarak bu irdelemeyi yapmış ve ulusu tarif etmiştir: “Uluslar, toplumsal gelişimin burjuva çağının kaçınılmaz bir biçimi, bir ürünüdürler” (Toplu Eserler Alm. Baskı, Cilt 21, sayfa 61). Eğer ulus kapitalist toplumun bir ürünü ise o zaman Kürdistan'da egemen üretim biçimi kapitalizm mi değil mi ona bakmak gerekir. Objektif gerçekler ise Kürdistan'da kapitalizmin değil feodal aşiret toprak ağaların egemen olduğunu gösteriyor. O halde Kürtler henüz ulus olamamışlar. Zorla "ulus" olunmaz. Bu durumda UKKTH da kürtler için geçerli bir hak değildir. Saygılar.


cynic79 isimli üye (16.12.2009-00:31)

Ulusun kendi kaderini tayin dediğimiz olgu sosyalizme özgü bir kavram değildir öncelikle,bunu bir koyalım.Uluslaşma da sosyalist bir rejimi doğurmayabilir.sanırım siyasi tarih bu olguyu defalarca olumladı. Özetle sosyalizm ve kendi kaderini tayin arasındaki ilişki diyalektik değildir,daha doğrusu geçmiş pratikler bize gösterdi ki uluslaşma, sol eksenli bir yaklaşımın ürünü olmak zorunluluğu taşımaz.Ancak ne yazık ki yükselen Kürt milliyetçiliği akımı UKKTH kavramını bir Kürdistan temennisinin gerekçesi olarak kayıtsız ortaya atabilirken Kürt siyasetinin solun neresinde olduğunu,hedef koyduğu Kürdistanın sosyalizmin neresinden tutacağını hiç değerlendirmiyor,,,,yoksa sosyalizm onlar için Kürdistan sloganlarını meşru kılan bir paravandan başka birşey değil mi???tayin edilecek kaderin tayin edicileri kim??


http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilker-belek/kurt-sorununda-devrimci-tavir-21553