6 Aralık 2009 Pazar

Mameki (Dersim) Üstüne - Halid Özkul


MAMEKİ (DERSİM) ÜSTÜNE


Murat Naroğlu arkadaşımızın Hatti-Ermenicesinden gelen yuvarlama ile “Mameki” denen, Dersim üzerine akılcı polemik yazısı, bazı akl-ı evvellerin tepkisini çekmiş, o da aynı bilimsel-akılcılıkla özetle cevap vermiş. Ben de onu desteklemek için birkaç konuda fikir jimnastiği yapmayı denedim. Umarım faydalı olur…


1980 sonrası Marxist sosyalizmden ricat günlerinde Murat Belge ve “bebe-ruhi” şürekâsı tarafından post-modern moda haline getirilen “resmi tarih” eleştirilerinin müritleri olan; 1980 öncesinin genellikle Maocu kontra örgütlerin kılıç artıklarının, kıymeti kendinden menkul “guru” bozuntusu “mikro-pan-kürtçüleri”nin etkisindeki, “Mançurya Kobayı” düzeyindeki (ki Kürtçülük boyutunda “Mankurt”laşırlar) sürüyle uğraşmak bayağı insani sinir sağlamlığı ve siyasi direngenlik isteyen eylem tarzıdır. O solcu zırvalamalara, bir CIA “master mind”ı olan Prof. Dr. Vamık Volkan’ın Yahudi ortağıyla verdiği ad “politik psikoloji”dir. “Politik Psikoloji” psikolojik savaşın asimetrik çatışmaları içinde en önemli yönlendirici unsuru teşkil eder. Kaynağıdır desek yanılmayız. Bunun tek pan-zehiri ise bilimsel devrimci “siyasal kültür”dür. Konumuza dönersek:


1- “Milli Mesele” özünde “köylü meselesi” yani “toprak meselesidir. Pre-kapitalist dönemde çimlenen “iç pazar” meselesinin vahşi rekabetçi kapitalizm için halledilmesinin ilk adımıdır. Günümüzde “Ulus-devlet” süreci içinde olan ülkelerde bunun tutulup tekrar serbest piyasaya sürülmesi bir “ulus” veya “ulusal” meselenin halledilmesi için değildir. Bunu daha XX. yy.ın başında Rosa Luxemburg çok doğru yorumlamıştır. ‘Mezarlarından fırlamış tarihsiz kadavralar’ açıklaması ile “mikro-milliyetçilik” olarak kavramlaştırmıştır. Ancak tekelci kapitalizmin emperyalist (ABD/İzrael) veya sosyal-emperyalist (AB/Japonya) politikaların “böl-yönet” unsuru olarak hep hizmette kalmıştır. İnsanlık tarihinin tekerleğini ekonomik-politik olarak geriye döndürme eğilimi ve faaliyeti söz konusu olduğu için bu dangalaklığa gericilik ve karşı-devrimcilik demek daha doğru olacaktır…


2- Asimilasyona karşı çıkmak bir tarz-ı siyaset olarak “ırkçılık”tır. Çünkü tarihte de belgelendiği gibi hali hazırda Yakın-Doğu’da devam eder tarzda ancak Naziler ve işbirlikçileri Zionistler asimilasyona karşı çıkmışlardır. (Keza ABD’de, geçmişte Güney Afrika’da vbgb.) Çünkü ekonomi-politik olarak kapitalizm (ve özellikle tekelci evresi) zaten üniversalcı ve kozmopolittir. Bu onun ideolojik karakteridir. Çünkü dış pazarın entegrasyonu bunu zorunlu kılar. Ne ki, Marx, Kapital’leri yazmadan önce ve yazarken bunu vurgulamıştır. Asimilasyon nesnel gerçekçi bir ZORUNLULUKtur. (Bunu kavramak için Marx(Engels)’ın “Bilimsel Sosyalizm/Komünizm”i biçimlendirirken ekonomik altyapıya dayanarak, üst yapısal olarak vurguladığı “Kültür Devrimi” ve “Enternasyonal” ilkeleri özümsemiş olmak yeterlidir!) Zaten insanlığın antropo-sosyal gelişimi bilimsel ifade olarak iktisadi-siyasi-toplumsal-tarihsel-enerjik-uzaysal bir süreci takip eder. Özellikle “iş gücü göçleri”. Diğer taraftan tarihsel bir “göçler kavşağı ve durağı” olan Anadolu’dan birkaç milyon yıldır, yüz binlerce etnik topluluk geçmiş ya da halklar yerleşmiştir. Bunlardan bazıları sonradan “imparatorluk” adı verilen köleci ve feodal devletler kurmuşlardır. Bunların içinde on binlerce lisan konuşulmuştur ve tıpkı temsil ettikleri devlet gibi yok olmuştur. Ama insanlar orada kalarak yenileri ileri asimile olmuşlardır. Bu olgu mimetik olarak folkloreden başlayarak ideolojiyi şekillendirmiş ve evrensel kültürün parçası olan alt-kültürleri yaratmıştır.

Bilimsel sosyalist “siyasal kültür” ufkundan sınıflı insan topluluklarının tüm etnolojik verilerinin korunması ve yaşatılması bir etnik gereklilik değil, insanlığı bağlayan bir tarihsel zorunluluktur…


3- Sonuç olarak nesnel gerçekçi iktisadi alt yapıdan kaynaklanan bir üst yapısal sanallığı ifade eden “Türk” tanımını tıpkı “pan-türkist” faşistler gibi yorumlamak, algılamak gerekliliği, “mikro-pan-kürdist” milliyetçiliğin anti-bilimsel tanımlama çarpıklığının “zorunlu” tezahürüdür. Eğer burjuva devrimlerin zorunluluğunda tezahür eden “ulus-devlet” ve bu devrimin sosyal ifadesi olan “yurttaş”ı olarak “ideolojik” kimliğini veren “Türk”lüğü kendi sürecinde burjuvazi tanımlayamıyor ise onun doğru tanımını yapmak, “demokrat” ve “devrimci” bir görevdir.

Sentezle devrim olmaz, devrim aşmaktır. Ama senteze varılmadan da aşmak söz konusu olamaz…


4-Diyalektik olarak her devrimci hareket, karşı-devrimci karakteri de içinde taşır veya tam tersi… Hangi tarafın iktidar olacağını mezoskopik geniş açınımdaki unsurların belirlediği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bunun için Marx(Engels), sadece burjuvazi ve proletarya olarak iki sınıftan bahsetmez, özellikle ara sınıfların açınımını büyük bir titizlikle yapar. Bu mezoskopik çok geçişlilik snopsisleri polyalektik karakterleri belirleyen esas unsurlardır. Buna siyasal disiplinde sınıflararası ittifaklar adı verilir. Yani devrimcinin mi yoksa karşı-devrimcinin mi ağır bastıracağını tayin eden olgu; iki azınlık kutup önderliğinden hangisinin mezoskopik çoğunluğu yanına çekeceğini doğru olarak yönetmesi ile belirlenir. Türkiye’de 5 milyonluk ABD/İzrael/AB yandaşı mikro-milliyetçilik ile 15 milyonluk “anti-emperyalist” ulus-devletçilik (özgün adı ile Kemalist) mezoskopi içinde “doğru cevab”ı bulmak sosyalist devrimin ilk adımıdır…


5- 1990’da sadece “Halk Cumhuriyetleri” bloğu ve SSCB tarih sahnesinden çekilmemiştir. Bu aynı zamanda küresel tekelci kapitalizmin (emperyalizm ve sosyal emperyalizm politikalarıyla) dünyayı tek “serbest pazar-piyasa” ilan etmesidir. Bu aynı zamanda kapitalist ekonomi politik olarak klasik “ulus-devlet” ideolojisinin de “sonu”nun ilanı olmuştur. Ama bu emperyalist politikalar olarak var olan “ulus-devlet”lerin sosyalist birliktelikler olarak bloklaşması değil, aksine var olan “ulus-devlet”lerin “mikro-milliyetçilik”ler aracılığıyla daha da parçalanmalarını ön görmektedir. Amaç yeni Vietnamların (Laos-Kamboçya ile beraber düşünün) ortaya çıkmamasıdır. Nerede emperyalist ve sosyal emperyalist devletlerin coğrafi-stratejik çıkarları (enerji alanları veya taşıma yolları) söz konusu ise orada bu taktik uygulanmıştır (Yugoslavya- Irak- Afganistan- Pakistan- İran- Türkiye- Çin). Amaç, her zaman geçerli olmuş olan “böl-yönet”tir. Daha doğrusu; “böl-sattır-tükettir-yönet”tir! Bu küresel mali-oligarşilerin yeni pragmatik gerekirliliğidir. Bunu kavrayamazsanız, bu karşı-devrimci sürecin ‘solcu’ parçası olursunuz. Zaten aşiretten de “ulus-devlet” değil, ancak emperyalizmin karakolu görevinde “eşkıya-devlet” yaratabilirsiniz. Ne ki Asya Tipi Üretim Tarzının bir olgusu olarak tüm Asya (hatta Afrika’da –ki onun için kıtanın tüm pre-komünist devrimcileri “Afrikalı”lıkı öne çıkarırlar) kıtasında tarihsel olarak belirlenmiş “ulus-devlet” sınırları arasında parçalanmış on binlerce “aşiret” yapıları vardır. Doğal olarak sömürgeci emperyalistler de bunlardan faydalanmıştır. 40 yıl önce Vietnam’da önce Fransızlar sonra Japonlar ardından Amerikalılar bu aşiretlerden faydalanmak istemişlerdi.

Ama sosyalist sistem içinde aşiret yapıları devrimci sınıf iktidarının zorunlu siyasetiyle parçalanarak yok edildiğinde bu eski etnik unsurlar komşu “ulus-devlet”lerdeki etnik benzerleri için devrimci bir rolde üstlenirler. Bu rol aynı zamanda emperyalizmin bölgedeki tezgâhlarını bozan bir içerik taşır. İşte tüm burjuva “resmi ideoloji”lere karşı verilen somut bir devrimci siyasal kültür bilinçli eylemi(praxis) budur. Romantik anti-“resmi ideoloji” mastürbasyonu değil…


6- “Emperyalizm desteği ile kurulan… Türkiye Cumhuriyeti” tezi ‘hikmeti kendinden menkul’ anti-“resmi-tarihçi” radikal solcu/sosyalist (kripto-anarşist) “teorisyen”lerimizin icadıdır. Antik Maocu, Robert Kolej kökenli, ABD üniversitelerinden masterlı-Harvardlı çetenin uydurmasıdır. Eğer o yılların Anglo-Sakson mali oligarşisinin temsilcisi güncel “Economist” dergilerinin Türkiye yorumlarını okusalar SSCB ile Türkiye’nin aynı kefede tartıldığını göreceklerdir…


7- Sosyolojik olarak araştırılır ise DTP’nin omurgasını teşkil eden bütün “büyükbaş”larının Kürt feodal kökenli büyük toprak sahibi aşiret mensupları ve liderleri oldukları görülecektir. “Toprak Devrimi” veya “Toprak Reformu” dendi mi nutukları tutulan bu “sayın” zatlar, nedense Batılılarca çok “demokrat” bulunmaktadırlar! Gerek Kuzey Irak, gerekse de Güney Doğu Anadolu’daki petrol ve sudan kaynaklanan büyük rant yağmasından bir aslan payı kapmak için emperyalistlerin maşalığına soyundukları körleri bile gördürmüştür. Bizim solcu avanakların dışında…


8- Yıllardır pek çok kereler bu konuda yazdım, Türkiye’de “sorun”lar ile “mesele”lerde karıştırılmaktadır. Daha tek ulusal lisan üzerinde nerede ise 85 yıldır süren kaos sona ermemişken, lisanların engellenmesinden bahsetmek tam bir dramadır ve kör-kütük cahilliğidir. “Anlama”ya çalışmıyoruz, “algılamak(idrak)” ile yetiniyoruz. Oysaki konuları öncelikle iyi anlamamız gerekiyor, çünkü “bilgi” sahibi olmak için “oku”yarak “araştırma”ya başlamalıyız. Ancak bu eylemsellikle anlayarak “kavrama”ya doğru yol alırız. Hâlbuki ‘kıymeti kendinden menkul’ pek çok zat okumayı eylemden saymıyor; okuyanı, teori üretmeye çalışarak “kafa” eylemi yapan devrimcileri “aşırı teorisyencilik” ile suçluyor, kendi cahilliğini saklamaya çalışıyor. Bu tastamam Gorki’nin deyimi ile “müjik-köylü kafası”dır. Üç aşağı beş yukarı bir başka tür ‘etnik’ kafadır, bunlar. Zaten saatleri orada –etnisitede- durmuştur, bir de utanmadan işçi sınıfının devrimci davasından bahsederler, hatta ona öncülük etmekten! Zaten ancak kavranan “mesele”(problem) ve “sorun-hadise”nin(affair) aşılması ondan sonra mümkün olabilir. Teori üretmeden ne pratik, hele hele praxis hiç olmaz! “Kürt Sorunu” demedik, bilinçli olarak “Mesele” dedik. Ama gerçekten de doğru kavranmadığı için “Sorun” oldu, öyle de halletmek zorundayız, artık! “Mesele”nin ‘formüllü’ çözüm yolları vardır, basittir, asıl hedefin içinde- doğrultusunda halledilir, çünkü içeridendir. Ama bu “sorun”(hadise) haline dönüştürülmüş ise iş çetrefillidir. Dışsal olguların müdahalesi vardır. Ama zaman sürecinde içsel tuzağa düşmeler ve işbirlikleri bunu daha da derinleştirir, ipin ucunu dışarıya verir. Bunun için emperyalist ülkelerde hadiselerin(sorunların) “Affair”(iş) başlığı altında enstitüler boyutunda kurcalanması boş değildir. Buralarda burs alanlar da bu işin içindedir…


9- Anti-”resmi-tarih/ideoloji”lerin emperyalizme, dolayısıyla işbirlikçi mali oligark Türk burjuvazisine en büyük hizmeti verdiğinin altını çiziyorum. CIA imalatı olan ‘sol’ jargonu “bilimsel sosyalist/komünist terminoloji”nin yerine geçirmişlerdir. ‘Sol’ jargonu eleştirmeyen, eleştirir görünüp kullanmaya devam edenleri de aynı kalıba döküyorum…


10- Devrimcilerin hapishanelerde açlık grevlerinde katledilmelerinde, intihar eylemlerine göndermelerinde parmağı olan bütün şahıslar için devrimci komünist edebiyatta ve terminolojide tek bir ifadesi olan “ajan-provokatör”lükle suçluyorum. Bunları öven “mankurt” dangalakları da. Bu fetvaları veren şerefsizler geberdiklerinde arkalarından ağıt yakıp, taziyede bulunanları da…


11- Çin’de Çarlık Rusyasının en az on misli etnik yapı barındırdığı bilinmekteydi. Ama sadece emperyalistlerin kurcalaması sonucu Uygur bölgesinde “sorun” yaşanmıştır. Hâlbuki SSCB’de Kafkasya’da nerede ise bir düzine “Uygur” sorunu barındırmaktadır. Bunun kaynağı 1917 sonrasına dayanmaktadır. Lenin’in UKKTH bu bölgede kaosun sürekliliğini sağlamıştır. (Tabii Lenin’i suçlayamayız. Onun önünde örnek yoktu. O gün için pragmatik karar almıştı.) Ama Rosa Luxemburg onu ikaz etmişti, Marx’ın “liberal ilke” dediği “mesele”yi Lenin, Rosa ile çekişmesinin sonucu “sorun” haline gelmesine neden oldu. Onun için 80 yıl sonra SSCB’nin dağılması ile ortaya çıkan Orta-Asya “ulus-devlet”lerinde ilginç bir ATÜT “aşiret”cilik karmaşası yaşanmaktadır. Örneğin Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan gibi ülkelerin bayraklarındaki “ulusal”(!) sembol yıldızları, ülkelerinin “aşiret”lerini temsil eder. 80 küsur yıl sonra Komünist Partilerin esamisi bile okunmamaktadır. Ortaya Asya’ya özgü “despotik” cumhuriyetlerin “polis devleti” karikatürleri çıkmıştır. İşçi sınıfı nerede? Ne yapıyor?


12- 1980 öncesi bazı akl-ı evvel ahmaklar “faşizm gelsin, devrimciler güçlenir, emperyalizm zayıflar, halk bize destek verir” diyordu. 12 Eylul geldi. Geriye ne kaldı? Hep beraber gördük. 30 yıl sonra bile nerelerdeyiz. 120 örgütçük var. Çarlık Rusyasındaki üç-dört sosyalist güçten biri olan RSDİP kurulduktan 20 yıl sonra iktidarı ele geçirdi…


Devrimci teori sadece önündeki ‘mesele’yi halletmez, ilerideki ‘sorun’ları da tasavvur etmek zorundadır. Marx (Engels)in devrimci bilimsel mirası budur. İşte pratikte takılıp, praxise ulaşılamamanın kaynağı budur. Devrimciler, devrimin sürekliliğini yaratmak, tedbirlerini almak ve korumak zorundadır. 90 yıl sonra almamızın gerekli olduğu ilk ders budur…



Halid Özkul

06.12.09