11 Şubat 2008 Pazartesi

"Arap" Lawrence - I - Halid Özkul

"Arap" Lawrence Hâlâ Türklerle Savaşıyor!


1. Bölüm


Mayıs 1992'de paleontologlar İspanya'nın kuzeyinde Rioja bölgesininin killi toprakları arasında 120 milyon yıllık serçe büyüklüğünde kanatlı ve tüylü dinozor fosilleri bulmuşlardı. O güne kadar sadece Moğolistan ve Çin'de bulunan fosiller hem dinozor hem de kuş özelliklerini taşımaktaydı.


Tıp bilimi, insanın beyni katmanlarında içten-dışa doğru; R-Complex-"irkilme"nin, Limbic-"refleks"in, Neo-Cortex-"mantık"ın kaynağı olarak açıklıyor. Peki, "praxis"i üreten "bilinç" nerede? Bence bilinç, benim "S-Secrex" adını verdiğim kimyasal beyin sıvısında oluşuyor. Bu kimyasal beyin sıvısı tıpkı nöro-bilgisayar gibi çalışıyor. Bu sıvı kuruyup ya da kimyasal bozuşmaya uğramadıkça, kalp fonksiyonlarını yitirse bile o yaşamını sürdürüyor. Onun için fizyolojik doğal ölümlerde, doktor kan basıncına göre "ölüm raporu" verse bile sinir hücreleri elektro-manyetik iletişimini nöron düğümlerinde nano düzeyde sürdürüyor. İşte bu enerji birikiminin de bir-mikro kütleselliği ve ağırlığı var. Bu vücudun soğuması sonucu buharlaşıyor, aminoasit buhar uzayın sonsuzluğuna doğru zaman ve mekân boyutunda zorunluluktan özgürlüğe molekülerleşiyor. Bunu şöylede kısaca özetleyebilirim: RNA - DNA - RNA.


Tabii "Kutsal Kitaplar"da bu bilgilere ait ipuçları ararsanız boşuna zaman kaybetmiş olursunuz. O sırada "yüce yaratıcı", 7. günündeydi ve resmi daireler kapalı olduğu için ortalama beyinleri zorlamaya lüzum yoktu. Rabbiler, Rahipler ve Hocalar için çok rahatsız edici, 'vay zındık vay!..' İşin kötüsü insan dediğin batinî durmadan "gizem"e çomak sokmakta ya da "parmak" atmakta...


Aralık 1995'te Science'da yayımlanan makaleye göre California Üniversitesi'nden Prof. Francisco Ayala'nın DNA testlerine dayanarak geliştirdiği gen araştırmasıyla ortaya çıkan sonuca göre çağdaş insan bir anne "Havva"dan gelmediği, yaklaşık 100 bin kişilik bir Homo Sapiens topluluğundan geldiği ortaya çıkmıştı. Üstelik bu toplulukta çok büyük yüzdeyi dişiler oluşturken, erkekler sayılı derecede azınlıktaydı!


Stephen Hawking diyorki: "Evrenin varoluşunu açıklamak için Tanrı'ya ihtiyaç yok. Fizik yeter!" Ya sentetik -yapay- kromozon üretmeyi başaran Amerikalı genetikçi Craig Venter'e ne demeli: "insanoğlu artık DNA'yı okuma faslından, yazma faslına" geçirdi. Vay iblis vay!..


İnsanlık uzaya açıldı, önce Ay sonra Venüs, Merih ve uydu teleskopla her bakışımız "kutsal kitaplar" dediğimiz "masal"ları sarsıyor. Gökyüzü; Troposfer (14 km.), Stratosfer (18 km.), Tropopoz (50 km.), Ozon tabakası, Mezosfer (90 km.) ve İyonoafer (Aurora-350 km) olmak üzere altı kattan oluşur. "Kutsal kitaplar"a göre üç...


Aralık 2007 sayısında Der Spiegel Kur'ân'ı kapak yaparak şu bilgiyi veriyor: "1973 yılında Yemen'de (Sana kentinde) çok eski bir cami restorasyonu (peygamber zamanında inşa edilmiş) sırasında çatı katının kuytu bir köşesinde papirüs kağıtları üzerine yazılmış dokümanlar bulunmuş. Kutsal yazıların imhası İslâm'da yasak olduğundan, bunlar gizli yerlerde saklanırmış. 700 yıllarına ait olduğu tespit edilen dokümanları Yemenliler bir çuvala koyup kaldırmışlar. Alman Kur'ân ve İslâm araştırmacıları Albrecht Noth ve Gerd-Rüdiger Puin, bunların değerini fark etmiş ve Alman hükümetinden sağlanan finansal destekle bu yazıları araştırmaya başlamışlar ve bazı yazım farkları olduğunu saptamışlar. Bilindiği üzere Arapça'daki nokta ve çizgilerin kelimelere farklı manalar vermektedir." (22.01.08.Vatan) Almanya'dan "imanlı" bir vatandaşta İlâhiyatçı Prof. Süleyman Ateş'e konu hakkında bilgi soruyor. Uzman hocaefendinin verdiği cevap; Avrupalı doğubilimcilerin kafa karıştırdığını. Eskiden noktalama olmadığı fakat Kur'ân'ın uzman ezbercilere belletildiği için sonradan konan işaretlerin asla anlamı bozmayacağını zaten bunun da Avrupalılar tarafından kabul edildiğini beyan ediyor. Amin! Ama, Hocaefendi yazarken, üstelik Latin abecesi ile "Kur'ân" yazıyor, neden "Kuran"(kurmaktan) yazmıyor. "Kar" başka, "kâr" başka. "Kârı aldım" başka, "karı aldım" başka. "Hakim" başka, "Hâkim" başka. "Yar" başka, "yâr" başka. Bunu çoğaltabiliriz. Bir de Arapcayı düşünün. Ayrıca prof. titrli bu adamların söylediğine bakın. Okuması yazması olmadan, sadece ve sadece ezbere dayanan; tıbben nörolojik olarak ispatlandığı üzere, bir bakıma "beyin yıkama" merkezleri işlevi gören tekke ve kurslarda, şartlı reflekslerle sokağa salınan "mümin"leri düşünün bir de!..


Kendi dünyaya idealist aristo mantığı ile baktığı için, herkesi öyle bakar zannediyor, hocaefendi. 632'de peygamber Muhammed ölünce yerine halife olarak Ebubekir geçti, 634'de o da ecelinle ölünce Ömer halife seçildi. Fakat biraz İslâm tarihinden bilgisi olanlar bilir ki, Muhammed'in özerk, adil, -kendisi de öyle olduğu için- yetimleri ve yoksulları ve de köleleri kollayan toplum düzenlemesi (ki Marx-Engels tarafından "komünist Müslümanlık" olarak değerlendirilmiştir) yerine Ömer'le birlikte merkeziyetçi ve tanıdıkları sorumlu mevkilere oturtma uygulamalarına yapılanmaya başladı. Bu da Kureyş kabilesi ile Kureyş'ten olmayan "ilk inanlar"(sahabe) arasında sürtüşmelere yol açtı. Ne ki, Ömer eceliyle ölmedi, 644'de öldürüldü. Yeni halife Osman'ın döneminde ise merkeziyetçilik ve akraba kayırmanın had safhaya varması ardından bardağı taşıran en önemli olay meydana geldi. Günümüzde hacı-hoca-cüppeli takımının en rahatsız olduğu olay şudur: Osman, Zeyd bin Sabit'in başkanlığında hazırlattığı "yenilenen" Kur'ân metinlerini esas alıp, öncekileri yok etmesi, onları daha önce halka açıklayan kurrayı(usta hafızların -hani prof. ulemanın uzman dediği) güç durumda bırakmıştı. (Demek ki bir "karmanyola" oldu!) Sadece kurracılar değil; Talha, Zübeyr ve Ali gibi sahabe önderleri de Osman'a cephe aldılar. Sonuçta kurranın Kûfe'de etrafında toplanan yoksul Müslümanlar ayaklandı. Osman'ı evinde öldürenlerin arasında Ebubekir'in oğlu Muhammed'te bulunuyordu. Demek ki ortada bir Kûreyş kabilesi asilleri olan egemen sınıflarla ki, bunlar cihad dümeni ile feth edilen ülkelerden gelen talan ganimetinden gittikçe artan parsayı zimmetlerine geçirirken, yoksullara gittikçe küçülen bir biçimde "üçün biri" düşmekteydi. Halbuki sahabe yaşayarak şahid olmuştu ki, Muhammed kendi de dahil herkese belirli hak ilkeleri içinde eşit dağıtım yapardı. Tabii o zaman asker azdı, avanta çoktu. Asker çoğalınca işler ters yüz oldu, ama yöneten-egemen Kûreyş asilleri eskisine göre daha da göbeklenmeye, enseleri kalınlaşmaya başlamışlardı. Gariban tek "avrat"la idare ederken, Kûreyş takımı dörtle yetinmemiş, kılıfına uydurup dört "avrat" daha alıp haremi sekize çıkarmışlar; üstelik cariyeler, köleleri hesap dışı bırakmışlardı. İşte bu avantayı bir türlü durduramayan Ali'nin de 661'de öldürülmesinin ardından nihayet Emeviler iktidara ele geçirdiler ve Osman'ın asıl temellerini attığı "Emeği İslâmı" başladı. (Bu konuları sayın Yusuf Küpeli-Sinbad sitesinde gayet ayrıntılı bir biçimde yazmakta.) Aslında Kûreyş'in tasfiye plânı Muhammed'in ölümü ile başlamıştı bile... Zaten ilk terör kurbanları hep kadınlar olmuşlardı. Muhammed daha Mekke'ye girdiğinde gün idam listesi içindekiler arasında köle şarkıcı kadın Sara da vardı. Necir bölgesinde Muhammed öldüğü gün şenlik yapan kadınların Ebubekir el ve ayaklarını kestirtecekti. Kadınların zoru neydi, suçlama tef çalarak Allah'la ve İslâmiyetle alay etmiş olmalarıydı. "Hoşgörü" kitapta kalmıştı! Tabii, bu ulema için sosyoloji diye bir bilim dalı olmayınca neden?niçin?nasıl?ı sormak "zındıklık" oluyordu. Hıristiyanlıkta da engizisyon aynı mantık içinde yürümüştü...


Bin yıldan fazla bir zaman sonra çöl iklimindeki kabile düzeninden bir adım dahi ileri adım atamamış göçebe-çoban egemenler içinde Muhammed bin Abdülvahab adlı şeyh XVIII. yüzyılın ortalarında tamamen öze dönmeyi -yani 620'lerdeki gibi- esas koşan Vahhabi mezhebini kuruyordu. Vahhabi mezhebine Necit'in Detiye Şeyhi Muhammed bin Saûd destek vererek yaygınlaştırdı. Oğlu Abdülaziz Mekke'de halifeler Ebubekir, Ömer ve Ali'nin doğdukları evleri yıktırtarak işi genişlettiyse de bir Şii tarafından öldürüldü. Oğlu Saûd Medine, Mekke (1805-6) ve Şam'ı aldı. Medine'de ashab mezarlarını yıktırdı. Bunun üzerine Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu Ahmet Tosun Paşa Mekke, Medine ve Taif'i (1812-13) vahabbilerden geri aldı. ( O sırada Avrupa'da Anglo-Sakson ittifakı Napoléon'u haklamakla meşguldüler.) Saûd ölünce yerine oğlu Abdullah geçti. Bu sefer Mehmet Ali Paşa'nın ikinci oğlu İbrahim Paşa Detiye'yi alarak Abdullah ve dört oğlunu tutuklayıp İstanbul'a gönderdi. Bir yıl sonra beşide idam edildi (1819). Böylece Osmanlı ve dolayısıyla Türkler ile çöl barbarının "kan davası" başlamış oldu. Mehmet Ali Paşa'nın kuvvetleri çekilince Abdullah'ın oğullarından Terki, Riyad'da 1820'de ikinci vahhabi devletini ilân etti. 1830'da Aksa ve Bahreyn'i ele geçirdi. 1834'te o da öldürüldü. Yerine geçen oğlu Merşer bin Abdurrahman ise oğlu Faysal tarafından öldürüldü. 1888'den itibaren vahhabi şeyhi ve Mekke emiri Osmanlı yönetimine karşı açıkca Britanya, Fransa ve İtalyanlardan destek aradılar. 1891'de Osmanlılar bir kere daha vahhabileri tepelediler...


Büyük Britanya Hindistan yolunu açmak için daha 1839'da Aden limanını ele geçirmişti. (1854'de Kırım Savaşı ardından 1856'da Paris Anlaşması ile Avrupalı sömürgeci kapitalist ülkeler 1870'de Prusya'nın Fransızları altetmesine kadar anakaralarında barışı sağlamışlardı.) 1857'de Britanya Yemen-Perin'i işgal etti. 1860'da ABD'de petrolün sondaj yolu ile elde edilmesi ile yeni bir stratejik bakış oluşmaya başladı. 1869'da Britanyalılar Suveyş kanalını hizmete açmışlardı. 1870-1900 arası "yeni düzende" tekelci kapitalizmin emperyalist siyaseti de mâli oligarşi tarafından oluşturulmaya başlıyordu. Britanya emperyalizmi 1882'de Mısır'ı tamamen elegeçirecekti. Ardından 1895-97'de Britanya'nın organize ettiği Kuweyt'te işbirlikçi şeyh Mübarek bin Sabbah aracılığıyla işbirlikçi Saûdi Abdurrahman bin Saûd'a destek vererek Arap yarımadasını çembere alıyorlardı. XX. Yüzyıl emperyalizm çağına Afrika'da Boer savaşları, Asya'da Boxer Ayaklanması'nın bastırılması ile girildi. "Yeni düzen" 1912'de Balkan Savaşı ile çatlatıldı, 1914'de I. Evrensel Paylaşım Savaşı'nın başlaması ile çökertildi.


Arap Yarımadasında Arapların aşkından tutuşan bir Britanyalı orientalist vardı. Adı Edward Thomas Lawrence (1888-1932), 1911-1914 yılları arasında Britanya istihbarat servisinin bir elemanı olan arkeolog Prof. D.G.Hogarth ile Kargamış Hitit eserleri kazılarına katılmıştı. 1914'te Sina, Gazza ve Akabe'de Osmanlı sınırlarının haritasını çıkaran bir ekiple çalışmıştı. (Bu bilgi çok önemlidir. Çünkü Britanya daha 1856 Paris Anlaşması öncesinden Osmanlı'nın parçalanması ve kendi payına düşeni hesaplamıştı. Tıpkı bugünkü "ABD-İzrael çok güçlü onların yanında yer almak lazımdır" uyanıklığını gösteren saf kan ahmaklar gibi o günde Sultan'ından -Abdülaziz hariç, o da bu yiğitliğini canı ile ödedi- pan-islâmcı/pan-türkist İttihat Terakki paşalarına kadar Britanya sevdasına tutulmuşlardı. Ama senaryo belliydi, akılsızlığın çaresizliğinden doğan ahmaklıkla "ateşteki kestanelerin tarihsel maşası" Almanya'nın kucağına oturdular.) Lawrence, teğmen rütbesi ile Mısır'a atandı. Haberalmada Osmanlı savaş esirlerini sorgulayarak bir yılını geçirdi. Türk birliklerinin hareketleri hakkında topladığı bilgilere daha öncekileri de ekleyerek Osmanlı Ordusunu tanıtan bir el kitabı yazdı. Ajan yetiştirdi ve yerleştirdi. Bunların arasında Filistin'de "beşinci kol faaliyeti" içindeki zionist Yahudiler de vardı. 1916'da Mekke şerifi Hüseyin Osmanlılara başkaldırmıştı. Vahhabiler bütün Yakın-Doğu'daki mezhep müritleriyle, Filistin-Irak-Suriye cephelerinde Osmanlı Ordusunu arkadan vurmak için Britanya ordusuna hizmeti "altın tepsi"de sundu. Bu "hıyanet", çok sonraları çok sinsi bir emperyal-zionist senaryo ile yoksul Arap halkına maledildi. Oysaki egemen sınıfın temsilcisi, "köle emeği"nin sömürücüsü "şeriat ehl-i müslim"inden aşiret şeyhleri, şıhları, şerifleri, "efendi" değiştirmişlerdi. Lawrence, Hüseyin'in oğlu Faysal ile "çok-yakın-sıkı" bir dostluk kurdu. Böylece "şehvetle" Arap birlikleri kurarak bunları silâhlandırdı. Bu birliklerle Osmanlı Ordusunun geri hatlarında gerilla savaşına başlattı. Temmuz 1917'de Akabe limanının elegeçirilmesine yardımcı oldu. Hicaz demiryollarına sabotaj düzenledi. Gerilla saldırıları, asıl etken Osmanlı Ordusunun yoksulluğu da eklenince General Albeny'nin Kudüs'ü alışını kolaylaştırdı. Şam'ın düşürülmesinde etkisi olduğu da iddia edilmişti. Hedef petrol elegeçirilince, Araplara bağımsızlık isteklerini kimse takmadı. 1919'da albay rütbesinden ordudan ayrıldı. 1921'de Churchill'in arap işleri danışmanı oldu... Mayıs 2006'da İngiliz yazar James Barr, "Lawrence'in anıları ve iddiaları" üzerine yaptığı bir araştırma sonrası Sunday Times'a yaptığı açıklamada, Lawrence'in iddia ettiği gibi hiçbir zaman Deraa'da (20 Kasım 1917) tutuklanmadığını. (Hani şu "işkence görme -ırzına geçilme- vukuatı" iddiası). Çünkü o tarihlere denk düşen yırtık sayfaların öteki sayfalardaki kalem izlerinin okunması sonucu, o tarihlerde Azrak'ta olduğunun anlaşıldığını. "Bu yalanı, düşmanlarını karalamak ve sado-mazoşist dürtülerini tatmin etmek için uydurduğunu" öne sürdü. (Milliyet. 15.05.06.Nevsal Elevli-London)


Barr'ın teşhisi çok doğru, ama sadece sado-mazoşist olan Lawrence değil. Ardılları "Arap" Lawrencelerde aynı saplantıdan müzdarip.


11.02.2008