İstanbul'un Bir Semtinin Sıkmabaş-Tesettür Sosyolojisi
"Arap" Lawrence'lere ait yazımın bittiğinin ertesi günü Vatan gazetesinin spotunda Saûdi 1 TV kanalının hiç de Batıyı aratmayan başı açık speakerlarından, dizileri haber konusu olarak işleniyordu. İşte gerçeğin ta kendisi? Hangi gerçeğin, sınıfsal gerçeğin. Çünkü Saûdi monark mâli oligarşisinin burjuva bireyleri olarak kadınların çok büyük çoğunluğu "tesettür" geleneğine uymazlar. Hatta çoğu başörtüsü dahi takmazlar. Örneğin Kral Fahd'ın kızkardeşi olan mâli oligark Hariri'nin eşinin başı açıktır. Avrupa'da ve Amerika'da petro dolarlara dayanarak lüks hayat süren bu dişi takım ayağından bluejeani de eksik etmez. Bunların namaz kıldığı da vaki değildir. Ama Arabia'da sokağa çıkarken iş değişir -bunun için Batı'da yaşamayı tercih ederler- şeriat gereği yerine getirilir. Neden mi? Çok basit, çünkü çoğunluk olarak sömürülenler ve onlara bu tatlı hayatı sunanlar işçi ve emekçilerin "afyon"lanma gereği din devletinin totaliterliği sarsılmazdır. Bunun için şeriat kurallarına uyulmak zorundadır. Başlar örtülmeli, mutlaka camide namaz kılınmalı -kılmayan kırbaçla ve hapisle cezalandırılır-, oruç tutulmalıdır.
Buradan Türkiye'ye dönmek istiyorum. Ben 1970'de siyasi bilgimin kıtlığından doğan anarşist tavırlarım yüzünden okul derslerimi savsakladığım için emeklli annemin haklı resti sonucu Kolej'den ayrıldım. (Sınıf arkadaşım Ahmet Altan o zaman bizden 7 yaş büyüktü). Devlet lisesine (Bakırköy) geldim. Yine aynı nedenlerden orada ülkücü-tosuncuklarla (bunlar Küçük Çekmece ya da Avcılar da oturanlardı) kapışınca Zeytinburnu'na sevkimi verdiler. Oradaki liseyi İhsan Mermerci yaptırmış ve adını vermişti. Kolej'de seçmeli ders olan "din dersi"ne kimse itibar etmediği için okunmazdı. Okulun kurucusu ilerici-demokrat bir insandı. Öğretmenlerimizde genellikle eski Köy Enstitüsü mezunu ya da devlet okullarından uzaklaştırılmış TÖS üyeleri öğretmenlerdi. Askerlik dersi öğretmenimiz bile Talât Aydemir sempatizanıydı. Bakırköy'de de devlet okulu olmasına karşın orada da büyük çoğunluk itibar etmiyordu (Tosuncuklar azınlıktı, sıkmabaş hiç yok gibiydi). Ama İ.Mermerci Lisesi'nde "din dersi" mecburu idi. Sebebi, okulu yaptıranın "şart koşmuş" olmasıydı! Tabii bende derse "zorla" katılmak zorunda kaldım. Hani derler ya, "dinimizde asla zorlama yoktur!" Daha ilk derste din dersini veren "imam" kökenli hocaefendimiz ile kapıştım. Bu birkaç ay boyunca sürdü. Şaşkınlık içindeki çocuklar konuyu evlerine taşıyınca lastik patlamış, Dindar müdüre önce bana "nasihat etti" onu da haklayınca "garip annem"i çağırıp tastiknamemi eline vermiş. Yalnız kalmak beni de "Radikal" Ahmet yapmıştı...
(Diğer bir farkı yaşayarak orada gözlemledim. Kolej'deki burjuva çocukların "canlı"lığı orada yoktu, sanki suskun bir "koyun sürüsü" vardı. Kolejde tartışırken sınıf daima üçe bölünürdü. Ahmet'in en temel entelektüel konusu "Allah'ın Olmadığı"ydı. (Ben TİP Gençlik Kolları üyesi olduğum için, bunu hemen partiye yetiştirirdim, onlarda çok bozulurlar "söyle ona böyle konuları tartışmasın" fetvası çıkarırlardı. Ahmet'te bu fetvalara çok sinirlenerek, terslerdi.) "Radikal" Ahmet'in tarafı -genellikle kızlar-, Ahmet'e karşı olanlar "muhafazakâr"lar, bir de benim de aralarında olduğum nötr uzlaşıcı "demokrat"lar. Tartışma sonrası hepimiz yine bir topluluktur. Ahmet evli bir çocuk sahibi olarak ağabeyimizdi. Ama Zeytinburnu'nda bir "sindirilmişlik" hakimdi ve ben nihilist muhalefet olarak tek başıma izole edildim. Taşralı küçük-burjuvazi ve çarıklarını daha kaybetmemiş "işçi" sınıfı beni sevmemişti! Çünkü ben onların yüzlerce yıllık "köy" geleneklerine kafa tutuyordum. Eğitim farkını da gördüm. Kolej'de 5 olan İngilizcem 10, 2-3 olarak nerede ise 'toto' oynayan Fizik, Kimya 7 oluvermişti. Ben de beni izole eden "çarıklı" küçük burjuvalardan, bir kentli küçük-burjuva olarak üstünlüğümü göstermek iradesi ile, İngilizce dersinde genç öğretmenimle İngilizce konuşarak intikam alıyordum. Çocukluk işte!)
Peki Zeytinburnu'nda kimler oturuyordu. Daha önce de yazdığım gibi bu semt Demokrat Parti'nin son demlerinde Orta Asya'dan getirilen göçebe-çoban ve köy kökenli radikal muhafazakâr anti-komünist sürünün gecekondulaştırılması ile oluşturulmuştu. Uzun süre AP ve MHP'nin kalesi olarak kaldı. İşçi sınıfı yerleşimi azdı. Bunlara Kapalı Çarşı, Aksaray civarında küçük dükkânlar verildi ve genellikle önce dericilikle uğraştılar sonra Nato'nun CIA-MİT operasyonlarına paralel olarak mafia türü örgütlenmelere bulaştılar. "Ergenekon"un tetikçileri-piyonları ve "vurucu yuvalanmaları" ve SSCB karşı "Türkik" operasyonların has elemanı olarak genellikle bunlar seçildi. 1970'lerin ortalarına İstanbul'a doğru Karadeniz'den gelen dinci akınla bu yekparelik bozulmaya başladı. Bu bozulma ile beraber işçi sınıfı yerleşimleri de genişlemeye başladı. İşçi sınıfının gelişi devrimci tomurcuklarında oluşmasına neden oldu.
Daima egemen sınıflar işçi sınıfının önüne geleneksel "afyon" dini koymuşlar ve "kutsa"mışlardır. İşçi sınıfı için "din dersi zorunlu" olmalıydı. Peki yukarıdaki örneğimizi esas olarak burjuva kanada bakalım. Kim bu Mermerci'ler? Çok mu dindarlar? Gülerim. Mermercilerin kızları, torunları, her boy ve cins burjuva gazetelerin magazin sayfalarının içeriğinde konu mankenleridirler. Halkın kafasını soysuzlaştıran en etkili ideolojik baskı aygıtı medyanın dejenere konularından biri olan aktüel-magazin köşelerinde Başbakanullah'ın "biz Batı'dan ahlâksızlığı aldık" türünden fotoğrafları ile görünürler. İşçi kadınlar yaptı mı "fahişelik" dedikleri türden, onlar yaptılar mı "çapkınlık" ve "flört değiştirme" ya da "playboy" türünden et-pazarı fotoğrafları. Peki bu muhafazakâr mâli-oligark Mermerciler hangi burjuva partisini destekliyorlar. Önce DP, sonra AP, ANAP ve Refahtan kopartılarak inşa edilen AKP. Bu partinin kurucu finansörlerinden. Mermerciler Vehbi Koç amcalarının yakin akrabası olurlar. Nakşibendi tarikatı ile yakın ve sıcak temasları olmuştur. İstanbul-Veliefendi'de Akfil tekstil fabrikasına kurmuşlardır. (Daha fazlası için "Erguvaniler", Tayfun Er. Duvar yay. Bkz.) Onlara işçi lâzımdır ama sadece "Allahı ve öteki dünyayı" düşünen, hep çalışan, hep çalışan en önemlisi hiç soru sormayan, onlara ne denilirse kabullenen. Ücretli özgür-köleler!
Peki üniversitede okumak isteyen "kızlarımızın" seçtiği branş ilâhiyat mı? Hayır, pozitif bilimler. Peki pozitif bilimler okuyan bir "kızın" laik-parlamenter bir devlet yapısındaki bir kurumda; bizzat Başbakanullah tarafından ifade edildiği üzere bir siyasal simge olan "sıkmabaş" modeli ile, üniversitede arzı endem etme hürriyeti(liberty) [özgürlük-freedom değil] neye alamettir? Söyleyeyim, sonuçta işçi sınıfını ve emekçileri sindirecek bir dinci-faşist devletine. Nasıl mı? Adım-adım. Ben İstanbul'a 1468 yılında Sultan Mehmet'in dileği ile yerleşmiş bir aileden olup, 1993'te o kentten "tehcir" olmak zorunda kalmış bir bireyim. Ailemin nesilden-nesile aktardığı gerçek "tarih" ve benim yaşadığım-gözlemlediğim deneyime dayanarak kesinlikle bunun sadece bir gerici adım olduğunu iddia ediyorum. En son örnek İran'dır ve TUDEH olayıdır. "Başörtüsü bizim bayrağımızdır, Allah'ın emridir" diyen zihniyet, şeriatcı ve sosyolojik olarak gericidir. Çok ilginç belgesel bir örnek vererek bu adamların ne kadar ilkel olduğunu anlatayım. Kur'ân'da bir Müslüman kız ile bir Hıristiyan erkeğin evlenemeyeceği öne sürülür. Oysaki bizzat peygamber Muhammed, Hicret'in 4. yılının 4. ayının son gününde Hıristiyanlarla bir "mukavele"yi Hıristiyan ve Müslümanların gözü önünde Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin tanıklarında Muaviye'ye yazdırmıştır. Kudüs'te Karmel dağının Fryars Manastırı'nda taraflarca imzalanmıştır. Daha sonra bu metin Fransa'ya götürülerek Kraliyet arşivinde saklanmıştır. Bu "mukavele"ye göre tarafların anlaşması ile bir Hıristiyan erkek bir Müslüman kızla evlenebilir. Bu metnin İngilizcesi Paul Rycaut Esq. "The Present State of Ottoman Empire" (London, 1668. p.101-102) kitabında yayımlanmıştır. Metin Araplar tarafından kabul edildiği halde, Osmanlılar XV.yy.'dan itibaren bu metnin varlığını kabul etmemişlerdir. Çünkü Anadolu Müslümanlığı softalık ile yaklaştığı İslâma "inanç" olarak değil, göçer geleneğinden dolayı "güç" olarak kabul etmiştir. Çünkü kabullenişte "kılıç-zoru" vardır. "İnanç"tan "güç"e dönüşüm geriye doğru atılmış bir adımdır. Çünkü iradilik yerine determinizmi esas alır. O zaman sizin değil maddenin kendi materyalist polyalektiği işler. O zaman "doğru" olarak siz maddi gerçeklik tarafından yönlendirilirsiniz. Ama "devrimci" bir ad koyamazsanız, "softa"lık ideolojik maskesini kullanmak zorunda kalırsınız. Bu tarihsel zorun ifadesidir. Ama yine çıkmazdasınızdır, çünkü tarihsel zor "devrimci"dir... Şimdi bu yurttaşlar birer muhafazakâr olarak toplumsal alan içinde, zaten -ruhlarına işlemiş olan- takiyeli seçim hileleri sonucu iktidara da sahip olduklarından hürce dolaşabilmekteler, dini vecibelerini yerine getirebilmektedirler. Kimse onların giyimine-ibadetine karışmamaktadır. Tartışma bu da değildir. Alevilere, Ermenilere, Rumlara, Süryanilere hatta Şaman ve ateistlere göre kıyaslandığında egemen ideolojinin Sünni kanadının bir unsuru olarak tam "egemen"dirler. Ama "hegemonya" istiyorlar. Zurna burada ötmüyor! İster beğenelim, istersek de haklı olarak sonuna kadar eleştirmiş ve eleştirecek olalım bir burjuva millî demokratik devrim süreci içinde kazanılmış bir "ileri"(devrimci değil, inkilâpcı -jakoben -radikal reformist-) adım olarak "laik"likten asla ve asla taviz verilemez, kesin olarak da verilmemelidir. Çünkü önemli olan bunu devrimci tarzda ayakları üstüne oturtmaktır...
Diğer taraftan benim merak ettiğim bu sorunun özel üniversitelerde niçin gündeme gelmemiş olmasıdır. Eğer bu genel bir sorun ise orada da olması gerekmiyor mu? Bütün bu "sıkmabaş" takımı devlet üniversitelerine gitmektedirler. Peruk fiyatları çok mu arttı da bir kalkışma söz konusu! Yine sınıfsal nesnel gerçeklik ortaya çıkıyor. Burada hedef üniversite değil, "devlet"tir. "Laik cumhuriyetten taviz vermeyiz" takkiyedir. Artık karnımız tok yemeyiz, yemeyeceğiz. Kızların okula gitmesi engelleniyor bir demogojidir. Önce üniversite, sonra ilköğretim ya da kamu alanları, hastane, adliye hatta karakol. "Ne olacak yani! Bakın sıkmabaşlı polis kızımızda oldu; bir şey oldu mu?" ve ordu sonra ne oldu?. Sonrası mı, bavullarını hazırlamış bir sürü sakallı entel-dantel hürriyet havarisi hicret yollarında...
Araştırılması gereken bir nokta bu "kızlarımız"ın hangi sınıfın üyesi oldukları, "fukara-sosyalizmi"nin tabanı olan köyle ilişiğini kesmemiş küçük-burjuva esnaf tabakanın mı, yoksa işçi sınıfına mı? Bunun sosyolojik araştırması yapılmalıdır. Çünkü Batı'da "nasyonal- sosyalizm" kıpraştırılır iken, Doğu'da "fukara islâm-sosyalizmi" kıpraştırılmaktadır. Hatta her ikisinin kırması...
Benden söylemesi, yıllar önce yazdım. Global mâli oligarşi iktisadi dar boğazda bunun için siyasal geleceğin ne olacağının da sınıfsal bilincinde, onun için gündem tekrar eski bir ipe sarılmak. Onun için geri bıraktırılmışlığı gelişmekte olan üstelik iktisadi determinizmden dolayı emperyalist olması gerekirken olamayan ve asla da olamayacak ülkelerin sıkıştırmasından kurtulmak için önümüze "yeniden mandaterizm"i koydular ve "yeniden faşizm"i koyuyorlar. Onun için bizi sûni gündemlerle oyalıyorlar, bizde tezgâha geliyoruz. Örgütsüz olduğumuz için elimiz mahkûm. Yangınlar başladı! Bu emperyalist Batıda başka boyutta, üçüncü ülkelerde ise kendi özgüllükleri -ki bunu etnik ve dinsel yapıları- belirliyen boyutta tezahür etmeye başladı. Onun için boşa geçirelecek tek gün bile yoktur. Çakallar tekrar uluma-kudurma alametleri gösteriyor. Bundan dolayı işçi sınıfının siyasal birliğini emekçi müttefikleriyle sağlanması ve bu öncülükte "devrimci demokrat cephe"nin inşası acilen zorunluluktur...Tekyol sürekli devrimdir! Non Pasaron! Kıyamete kadar...