Kent, kır ve Mao üzerine
Aslında bu (Mao/Maoculuğun “sert” eleştirisi) “kentli” çoğunluğun dediği gibi kafaya takılacak bir mesele değil. Bilimsel Sosyalist terminolojiyi iyi kavrayamadığımızdan dolayı ne diyalektik (nerede kalmış aşarak polyalektiğe ulaşmak) düşünebiliyoruz ne de sosyoloji bilgimizi kendim/birey/den başlayarak kullanabiliyoruz. Zaten baştan çoğunluk “Marx’ın Sosyolojisi”ni okumadığı ve kavrama gayreti göstermediği için “sosyoloji” deyince hemen akıllarına “burjuvazi” ve “ideolojisi” geliyor- cahillik saplantısı popülist “damgalama” zaten apartta bekliyor. Daha önce yazmıştım “Gerçek Sanat” dergisinde şair ve deneme yazarı Güngör Gençay ustamız da yayımlamıştı. “Köylü” olmak ayıp değildir ama “köylülük” bakış tarzını sürdürmek ayıptır. Hele bu devrimciler için söz konusu ise hiç kabullenilebilecek bir davranış biçimi değildir.
En basit olarak şuradan başlayalım:
Niçin TKP-TİP-[THKP/C(THKO)-Doktorcular-TSİP-”Kırmızı Aydınlık” ve onların günümüze kadar izdüşümleri] çizgisi şu ya da bu şekilde aynı paralel üstünde dururlar?
Niçin diğer örgütlerde (adlarını yazmayacağım günümüze kadar hemen hemen tümü) karşıt paralel üstünde dururlar ve hepsinin de kökünde “Beyaz Aydınlık” vardır? Yani Doğu Perinçek ve temsil ettiği “oryental” ideoloji…
Soruyu öncelikle hep o meşhur “cin olmadan adam çarpma” becerisinin keskin “ideolojik” açınımları üzerine oturtmak istediğimiz için yanlışın ilk adımı farkında olunmadan buradan başlıyor-ardından hatalar ve galatlar silsilesi geliyor… Yani devrimciler, “sol” yani volontarist(iradeci) saplantıdan dolayı olguyu hep “üst yapı” ufkundan bakarak cevaplamak istiyorlar. Çünkü “özeleştiri” ancak başkasını hedef alan “eleştiri” bazında var. Çünkü “kent”te yukarıda saydığım ve aşağıda sayacağım nedenlerden dolayı “bireysellik” vurgu iken, “kır”da “sürü” vurgusu da bu nedenselliklerden kaynaklanır. O zaman “öz-yani bireysel- eleştiri”nin adından başka bir şey yok ortada… Yani hem “biz-merkez”i savunuyor hem de “öz eleştiriden” bahsediyorsanız, siz Marx-Engels’i hiç kavrayamamış utanmaz bir soytarısınızdır!
Buradan zorunlu olarak büyük ustalara (Marx-Engels) dönersek onlarda böyle bir yaklaşım yoktur. Aksine bu yaklaşım tarzını amansız bir biçimde eleştirmişler hatta mahkûm etmişlerdir. Bilimsel Sosyalizm ise, işe kökten yani ekonomi-politik ile başlar. Yani deterministtir (gerekirci). Bunun için ilkeseldir, ortodoxtur. Bundan dolayıdır ki “sol”cular, devrimci ortodoxluğa saldırırlar.
Peki, ekonomi politik olarak sosyolojik ufuktan bakarsak konunun “basit” temeli nedir? Birinciler “kent” kökenlidir, ikinciler “kır” kökenlidir. “Kent” kökenlilerin toplumsal artı-değer gaspeden burjuva ve emek gücü olarak bireysel artı-değer yaratan proleter(ya) ve müttefiki ara katmanlar (öncelikle zanaatkârlar) mücadelesi determinist temelden doğarak gelişir. (İster “vahşi”, isterse “tekelci” kapitalizm olsun). Bu temelde işçi sınıfının nihai amaçlarına varmak için “kentsel” (ekonomi-politik) nesnel gerçeklikten doğan “SİYASAL KÜLTÜR” disiplini içinde örgütlenmesi determinist kaynağa dayanan ‘devrimci’ bir zorunluluktur. Bunun için devrimci birlik- demokratik birlikteliği zorunlu kılar.
Oysaki burjuvazi ve proletaryaya değil, ekonomi-politik öncüllük olarak toprak ranta dayanan büyük toprak sahipleri ile burjuvazinin öncül bir katmanı olan çoğunluğu artı-emek üreten “kır” küçük burjuvazisi ve azınlık olarak yarı-proleter unsurlara (emekçilere) dayanan mücadelede yoksul sınıfların dayanağı “iradi”(volontairist) “ideoloji”nin bakış ufkudur. Geleneksel kanıt “din”dir. Bu bakış emperyalizm çağında sömürge ve yarı-sömürgelerde geri bıraktırılmışlık içinde, kendine milli (bağımsızlık) için çıkış yolları ararken, “kır”ın ekonomi politiğinin yani nesnel gerçekliğinin hâkim olduğu bu ülkelerin küçük burjuva ilerici aydınları tarafından benimsenen “iradi” “ideoloji” içinde kendilerine göre yorumladıkları “toplumculuk” olabilmiştir. Ne ki, bu sürecin “kent” egemen “örgütün örgütsel önderliği”nden çok “kır” egemen “örgütün lider önderlik”lere bağlı olması bu ülkelerin ilerici veya solcu kadrolarının “iradi” bir seçkisi olmuştur, tıpkı “izafi” devrimci bakış açıları gibi… Bu bakış açılarının “yurtseverlik” ile “milliyetçilik” arasında bir git-gele tekabül etmesi ve sonunda hegemon emperyalist ülkeyle yeniden “varolan” nesnel koşullarda işbirliği yapmaları “irade”nin “determinizm” önünde izafiliğinin ve yenilgisinin kaçınılmaz ve en somut örneğidir…
Şimdi buradan daha somuta inelim; Proudhon, Kropotkin ve Bakunin arasından fark var mıdır? Evet vardır. Birincisi “vahşi” kapitalizmin tekelci kapitalizme evrimleşmeye başladığı, feodalitenin altyapıda 100 yıl önce tasfiye edilmeye başladığı bir “kent”ler ülkesinde, Fransa’da; diğerleri feodalitenin egemenliğini sürdürdüğü bir “kır”lar ülkesi, Çarlık Rusyasında yaşadıklarıdır. Her üçü de anarşizm ideolojik bakış açısının temsilcileri sayılmakla beraber, en ayırd edici özelliği olarak Proudhon’un çözümlemesinde öncelliği “determinist” süreçte aramasıdır, ama yanlış sınıfa dayanır. Çünkü o da “iradi” solculuğa teslim olur sonunda yüzünü “kır”a döner. Bunun için Marx kendisini “Felsefenin Sefaleti” kitabından ağır bir biçimde eleştirdiği halde, I. Enternasyonal’in kurucu üyesi olarak onu davet ederek bu determinist öncelikli “kent” solcusuna devrimci etik davranışta bulunmuştur. Onun bu daveti reddetmesi onun kendi “iradi” solculuğunun açmazından kaynaklanmaktadır. Oysaki Marx ve Engels proletaryanın enternasyonalist devrimci mücadelesine “kır” kökenli (ki her ikisi de “kır”ın artı-emek gasbını temsil eden aristokrasi kökenlidirler) “iradi” radikal solculuğu sokmaya çalışan Bakunin (Kropotkin) şebekesini I. Enternasyonal’den kovdurtmak için büyük çaba sarfetmişlerdir. Sonunda kovdurtmuşlardır da…
Evet, buradan asıl konumuza gelelim Mao Zedung’a! Ne hikmet ise bir büyük toprak ağasının oğlu olan Mao’nun siyasal mücadeleye hızlı bir Kropotkin- Bakuninci olarak başladığına dikkat edilmez. Birileri bu kaynağı “bellek”ten sansür etmiştir. Önceleri muhalifi olduğu Çin Komünist Partisi’ne sonradan katılmıştır. Bütün dünyası Çin “kır”ıdır. Hiçbir yabancı ülkeye gitmemiş, bir öğretmen olmasına karşın hiçbir yabancı lisana muhatap olmamıştır. Böylece Marx-Engels’te bir “okyanus” olan “siyasal kültür” ufku güdük kalmıştır. Yazılarında Kapital’lerden hiçbir referans olmaması “kır” iradeciliğinin “determinist” olguyu küçümsemesinin izdüşümüdür. Tipik bir “anti-ekonomist” vakkasıdır. Felsefi yönelimi daha çok kaba da olsa materyalist öğeler taşıyan Taoist diyalektikten daha çok anti-materyalist Konfüçyüscü idealist-diyalektiğin izlerini taşır. En sevdiği eserin Stalin’in “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” kitapçığı olmasına karşın. İlginçtir onu Manifesto’dan daha çok benimsemiştir. Belki de yazarının Rum-Ortodox ilahiyatı rahle-i tedrisatından geçmiş olmasının etkisindendir. (Bu da ayrı bir konudur!) Özellikle dünyada devrimci saflara Batılı gençlik aracılığıyla “iradi solcu”luğun 1960’lı yılların ortalarında empoze edilmesinde büyük etkisi olan “Teori ve Pratik” kitabı olmuştur. Hâlbuki Marx (ve Engels) “Teori ve Praxis”ten bahseder. Pratik ve Praxis ‘bir ve aynı’ olguların kavramları değillerdir. Hegelci felsefenin Tez+AntiTez=Sentez diyalektiğinin eylemselliğinin iz düşümü olan Faaliyet(action) + Faydacı eylem(pragmatik) = Gerekir Eylem(pratik) düzenselliğini yani yorumunu AŞAN Marx-Engels’in 8.tezi PRAXİS (Bilinçli Eylem)in dünyayı değiştirmeyi yani 11.tezi vurgulayan devrimciliğin niteliğinin içeriğini hiçbir zaman çözümleyememiştir. (Bu konuda çok genç arkadaşımız Murat Naroğlu’nun başarılı bir siyasal yazın denemesi “devrimcidinamik.blogspot.com”da yayımlanmaktadır.) Ama “Sezar'ı öldür ama hakkını ver” derler; bu onun kabahati değildir. Çünkü tarihi birey yapmaz. Birey(ler)in bütünü olan toplumun sınıflararası mücadelesinin örgütlü olan dinamizmi yapar. Zaman ve mekân içinde biçimlenen nesnel gerçekliklerin toplumsal tezahürlerinde kişiler bu dinamikçe tarihsel rolle görevlendirilirler. Bu devrimci dinamiğin eleştirel momentumudur. Kavrama meselesi ile çokgeçişlidir. Bunun başarısı o bireyin madde ile neden-niçin-nasıl izdüşümünde kendi olarak kavrama ve aşma formasyonuna bağlıdır. İşte bu tastamam devrimci praxis meselesidir. Burada mimetik toplamların bütünü olan SİYASAL KÜLTÜR devreye girmek zorundadır. Burada yüce-kendinde praxisi keşfedememiş birinden, toplumsal itilim için önder fikirler beklemek abesle iştigalden başka bir şey değildir. Prakmatik ve ardından pratik yol dine ya da dinsel algılamalı metinlere sarılmaktır. İdeoloji-kült olarak kendini böyle ifşa eder. “Kent”li Kapitalizmin Tevrat-İncil’i. “Kent” proletaryasının Manifestosu varsa, Çin “kır”ının da “ulu” Başkan Mao’sunun küçük “Kızıl Kitap”ı vardır. Amen! Bu da tarihselliktir. En özet olarak “Teori ve Praxis”, kuram ve bilinçli eylem demektir, ama en başında zorunlu ‘devrimci’ lafzı olan…
Ayrıca ne bilimde, ne de toplumda baş çelişki-kış çelişki diye kategorik çelişkiler kümesi yoktur. XXI. Yüzyılın bilimsel açınımı bunu fizik alanında ispat etmiştir. Ne “su şu derecede kaynar buhar olur, yok bu derecede don olur” replikleri tıpkı Newton’un diferansiyel hesabı gibi miadını bilimsel olarak doldurmuştur. Fizikte yeni bir alan yeni bir çağ açmıştır. Bu da mezoskopik-fiziktir. Basitce bu şudur: Olguyu belirleyen ne mikro alan nede makro alandır, her ikisini de belirleyen mezoskopik (ortasal) geçişmedir. Bu çığır açma, nano teknolojileri ve bilim dalını üretmiş-yaratmıştır. Böylece artık bilim alanları mono ya da dia oluşumlardan, kümesel-çoklu bilim alanlarına taşınmıştır. Gerçekten de sınıflar mücadelesinde gözden kaçırılan da budur. Ama bunun ipuçları Marx’ın Kapital’lerinde Engels’in eserlerinde verilmiştir. Hatta “Manifesto”da, eğer 161 yıldır bunun şifresini çözememişsek; bu devrimci biliminsanları Marx-Engels’in değil tastamam bizlerin IQ sorunudur…
Ama Mao’nun bir “iradi solcu” olarak Çin’de gerçekleştirmiş olduğu ilerici hamleleri de küçümsememek lazımdır. Bir Çinli yurtsever ve sosyal-milliyetçi olarak gerek Çin gerekse de dünya tarihinde yerini almış bir liderdir. Özellikle Çin köylüsü tarafından “kutsanmış” bir popülist lider olmuştur. Günümüz Çin “kır”ında tanrısallaştırılmış olması bunun kanıtıdır. Ama o kadar; olaylara ve olgulara abartmadan biz-merkezci “kır” kişi tapıncılığına saplanmadan berrak-bakmak devrimci zorunluluktur. “Kültür Devrimi” trajedisi sırasında Parti içindeki ortodox komünistlerin “radikal-iradi-solcular” tarafından nasıl imha edildikleri adeta unutulmuştur. SSCB, sosyal-emperyalist ilân edilmiş dünya üzerinde CIA’yla beraber kolkola “Moskovacı” avına çıkılmış. Vietnam’a saldırılmış. Öyle ki veciz sözleri ABD kontr-gerilla sahra talimnamelerinde bile olmazsa olmazlar arasına girmeyi başarmıştır. Bir araştırmacı yazar olarak tercüme etmek zorunda olduğum Amerikan kontr gerilla belgelerinde sık sık Mao’ya methiye düzen pasajlarla karşılaşmak herhalde beni ‘gazlamak’ için koyulmamıştır. Suç bunu fark etmeyenlerin, konuyu derinlemesine araştırmayanlarındır. Son ortaya çıkan ve ÇKP tarafından yalanlanmayan belgelere göre, kadınlara karşı ataerkil seksopat tavırlarının da bu ideolojik sapmadan kaynaklandığından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Kautsky de Marx’ın arkadaşıydı ama Lenin onun “ultra emperyalizm” teorisini eleştirmek için “Dönek Kautsky ve Proletarya İhtilâli” kitabını yazdı ve ardından en mükemmel eseri “Devlet ve İhtilâl” devrimci praxis sorununu bütün haşmetiyle ortaya koydu. Ben de diyorum ki: “Dönek Mao ve Proletarya İhtilâli” eleştirel eseri yazılmadan “Devlet ve Devrim”in II. Cildini YAZAMAYIZ! Bu da benim iddiam çünkü bütün “Kır-Kent” ve “Kol-Kafa” meselesini çözmenin kilidi burada yatıyor…
Ne ki olaya “pragmatik” ve “pratik” olarak yaklaşan “cüce” Deng, Mao’dan daha deterministtir ve devrimcidir- burjuva anlamında. Ayrıca ÇKP herhalde pekçok aklı başında bilimsel komünisti barındırmaktadır. Ama bunların Kapital’leri çok iyi okuyup kavradığından da şüphem vardır. (Çünkü koskoca SSCBKP ve diğer KP’lerde “okumuş-kavramış” bir tek adamın ortaya çıkmamış olması da ayrı bir ciddi sorgulama gerektirmektedir. Ayrıca bunu bizzat giderek sorgulamış biriyim). Diğer taraftan 1,5 milyarlık bir ülkeyi yönlendirmek hiç de kolay değildir. Cek-caklara gelirsek; Deng’in tavrını Mao sergileyebilseydi, “devlet tekelci kapitalizmi” tartışması yıllar önce başlayacağından, daha olumlu sonuçlara varılabilirdi. SSCB de yıkılmadığı gibi bilimsel sosyalizmin komünizme doğru yönelişi daha güçlü tartışılmış olurdu. İşçi sınıfının nesnel gerçek iktidarı gündeme on yıllar önce getirilirdi. Demokratik Merkeziyetçilik solcu değil, devrimci bir eleştiriden geçirilmiş olurdu. Ayrıca Mao’dan geriye “marxist” liderlerin de devrimci eleştiriye ihtiyacı vardır. Hakkı yenilmiş “marxist”lere iade-i itibar yapılmak zorundadır. Bu da bize kalmış enternasyonal bir tarihi misyondur…
“Kent”le “kır”, “kol”la “kafa” arasındaki çelişkiler bir tasavvur içinde yerine oturtulmalıdır. Şimdi çok büyük “bir adım geri” atılmıştır, sorun bunun nasıl küçük de olsa “iki adım ileri”ye çevrileceğidir. Buna Türkiye’den başlayıp, bölgemize genişletmek hedefimiz olmalıdır…
Devrimci praxis dileğimin
Saygı ve selamlarıyla
Halid Özkul
15.04.09