5 Nisan 2009 Pazar

Anlamak, Aşmak ve Praksis - 1 - Murat Naroğlu

Anlamak, aşmak ve praksis - 1


Murat Naroğlu*


Somut etkisini dünya çapında göstermeye başlayan kriz/buhranın ardından, Karl Marks'ın kapitalizm üzerine tahlillerinin yeniden ele alındığı haberleri her yerde karşımıza çıkıyor. Kapital'in müzikali hazırlanıyor, tiyatrolara Marks giriyor, burjuva ekonomistleri ondan alıntılar yapıyor, Kapital satışları hızla artıyor, vs. Oysa bizler, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla beraber Marks ve Engels'in temellerini attığı dünya görüşünün ve komünizmin çöktüğüne dair anti-propagandaları dinlemeye alışmıştık. Yakın zamanda Hadi Uluengin gazetedeki köşesinde, Mustafa Akyol bir televizyon programında aynı cümleleri dinllendiriyordu; “Efendim Marksizm zaten çökmüştü...”, “Marksizm zaten baştan yanlıştı...”


Thatcher ve Reagan dönemiyle başlayan neoliberal uygulamalarla, 'görünmez el'in kontrol ettiği piyasaya saygıda kusur edilmemesi için gerekenler yapılıp, kapitalizmin nihai egemenliği ilan edilmişti. Ne hikmetse, krizle beraber devlete dönüş, piyasanın kimi zamanlarda düzenlemeye ihtiyaç duyduğu, devletin yer yer ekonomiye müdahale etmesi, yer yer kontrolü ele alması gerektiği gibi fikirler duymaya başladık. Tüketimi canlandırma isteği, hediye çekleri, borçlarda taksitlendirmeler, kamulaştırmalar, şirketlere aktarılan milyarlarca dolar, KDV ve ÖTV indirimleri, ekonomi paketleri, vs... ABD'de finans sektörüyle başlayan ve çevre ülkelere de yayılan, reel ekonomiyi (üretim ve istihdam) içine alan bir fırtınanın başlamasıyla beraber çeşitli teoriler ortaya atılmaya başlandı. Reel ekonominin çevre ülkelerde daha kısa sürede etkisini göstermeye başladığını gördük. Şirketlerin kimisi büyükleri tarafından yutuluyor. Bu daha ne kadar devam edecek? Yaşananların bir durgunluk (resesyon) mu yoksa 1929 benzeri, belki de onu aşacak bir yıkım (depresyon) mı getireceği her çevrede tartışılıyor... Marks'ın da belirttiği gibi “sorun, kârın değil zararın paylaşılması halini alır almaz” uluslararası tekeller arasındaki çatışmalar şiddetleniyor. Volkan Yaraşır bir panelde, mevcut ortamı açıklamak için şu alıntıyı aktarmıştı: “aşırı üretim dönemlerinde spekülasyon düzenli olarak oluşur. Spekülasyon aşırı üretim sorununda, geçici piyasa olanakları sağlayarak bir rahatlama yaratırsa da tam da bu nedenle krizin patlak verme sürecine katılır ve patlamanın şiddetini arttırır. Kriz, önce spekülasyon alanında başlar; ondan sonra üretimi vurur. Yüzeysel bir gözlemciye krizin nedeni, aşırı üretim değil, aşırı spekülasyon olarak görünür; halbuki bu, aşırı üretimin yalnızca bir semptomudur” (The Revolutions of 1848, New York Vintage, 1974, sf. 285)


Hazırlamayı düşündüğüm yazının, Marks okumalarının arttığı döneme denk gelmesi tesadüf oldu. Okumuş olduğum iki kitap üzerinden1 hareketle, bilimsel sosyalizm ve Kapital'e dair pek çok başlığa değineceğim. Hedefim, “devrimci ve eleştirel bir süreç” içerisinde yol almaktır, anlamak ve aşmaktır. Kimi yerlerde sadece alıntılar olacak, sizler için bir özet ve kaynak niteliği taşımasını da istediğim için yazıyı böyle düzenledim. Mevcut haliyle yazı boyutu büyüdüğü için, ideoloji bölümü ile bir nokta koymak durumunda kaldım. Önümüzdeki haftalarda devlet, toplum ve ekonomi incelemeleriyle devam edeceğiz.



Gerçeklik ve hakikat sorunu

Lefebvre kitabına, hakikat [vérité] ve gerçeklik [réalité] arasındaki diyalektik hareketi açıklayarak başlıyor ve ilk olarak dini ele alıyor. “Bir gerçeklik olarak din, hakikatini felsefede bulur.” (s. 7) Din, insanoğlunun ilk ve en temel yabancılaşması olarak tanımlanıyor; felsefe ise dinin köklü bir eleştirisini yapmak durumundadır, onun özünü ortaya koyacak olan felsefedir. Devam edersek, “gerçeklik olarak ele alındığında, felsefenin hakikati nerede bulunmaktadır? Siyasette.” (s. 8) “Siyasal-olanın hakikati (ve bunun sonucu olarak devletle-ilintili olanın da hakikati), toplumsal-olan'da bulunmaktadır.” (s. 8) Toplumsal ilişkiler ise üretici güçler, üretim ilişkileri maddi temeline dayanır ve bu görüşlerle beraber praksis (sosyal pratik) kavramına varmış oluyoruz. “Gerçekliğin ve hakikatin bu diyalektik teorisi, bir pratikten ayrılmaz. Teori ve pratik, bir ana kavram üzerinde temellenir. Hem teorik hem de pratik, hem gerçek hem düşünsel [fikrî]olduğu; tarihin ve eylemin içinde yer aldığı için, teori ile pratiği birbirine bağlayan bu kavram aşma'dır [dépassement]. Marksist aşma, son noktaya varmış [kapalı] Hegelci sentezin eleştirilmesini içinde taşımaktadır. Hegelci sentezde; diyalektik hareket, tarihsel zaman ve pratik eylem kendi kendini yalanlar hale gelmektedir.” (s. 9) (Zaman konusuna yazının ilerleyen kısımlarında tekrar değineceğiz.)


Dinin aşılması felsefeyle gerçekleşir. Marks'ın maddeciliği, felsefenin spekülatif, soyut yanını ortadan kaldırır. “Felsefenin aşılması, felsefi yabancılaşmanın sona ermesiyle birlikte felsefenin gerçekleşmesini de kapsıyor.” (s. 10) Siyasal olanın aşılması ise devletin sönümlenmesi, bürokratik mekanizmanın çökertilmesi ile olur. Bütün bu süreçte Marks'ın öznesi toplumsal insandır, ilişkiler ağındaki bireydir; nesne ise ürünler, eserler (teknikler, ideolojiler ve dar anlamda kültür-sanat eserleri), kurumlar ve duyumsal nesnedir. Özne insan, ürettiği ürünün, nesnenin esiri olur; bu, “insan (toplumsal ve bireysel insan) ile nesneler arasındaki ilişki, ötekilik [altérité] ve yabancılaşmadır; kendini-gerçekleştirme ve kaybediştir.” (s. 12) Hegel bunu farketse de aşma noktasında tek yanlı kalmıştır, bu yabancılaşmanın ortadan kalkmasını felsefi bilince bağlar; ama Marks, yabancılaşmanın aşılmasında teorinin yetersiz kalacağını öne sürerek pratikteki mücadelelere işaret etmiştir.


Teorik bir alan olarak felsefe, günlük hayat, siyaset gibi pratik etkinliklere “çarpar” (felsefi-olmayana). Burada bölünen felsefe, volontarizm (iradecilik) ve pozitivizm olarak ikiye ayrılır. Teoriden yana olan eğilim felsefeyi gerçekleştirmek istemektedir; ama bunu, onu ortadan kaldırmadan yapamaz. Felsefeyi eleştirip halkın ihtiyaçlarını, günlük hayatını ön plânda tutan pozitivizm ise, felsefeyi ortadan kaldırmak istemektedir; ama bunu, onu gerçekleştirmeden yapamaz. 1844 El Yazmaları'nda Marks, “felsefenin, 'fikirler' halinde ortaya konmuş dinden başka bir şey olmadığını”, “insani yabancılaşmanın bir başka formu ve bir başka varoluş biçiminden ibaret bulunduğunu” belirtir. Felsefi düşünce “yabancılaşmış dünyanın düşüncesinden [ruhundan] başka şey değildir” ve filozof, “yabancılaşmış insanın bizzat soyut formu”dur.


Praksis

Her ne kadar felsefe tarihinde kırılma noktalarından biri olarak Kant'ın görüşleri gösterilse de, asıl değişim Hegel ile başlamış; onun fikirleriyle diyalektik bir bağa sahip fikirleri olan Marks ile devam etmiştir. Hegel'e gelene kadar ön plânda olan kavram “mekân” olmuştur. Sonrasında ise sahneye “zaman” çıkmıştır. Hegel ile Marks arasında hem bir devamlılık ilişkisi hem de kopuş, aşma söz konusudur. tez + anti-tez = sentez görüşü, zamanı durdurmuştur, bir mutlaklaşma yaratmıştır; Hegel'in devlet üzerine düşünceleri, ona atfettiği önem ve onu, toplumun doruğu olarak görmesi buna örnektir. Bu bakımdan eylemi de yasaklayan, “bilinç ve bilgi taşıyıcısı” olarak orta sınıfı ve ona bağlı bürokrasiyi gören Hegelci fikirleri teorik olarak sonuna kadar eleştiren Marks, işçi sınıfı mücadelesi ile pratiğe geçer. Devleti ve kurumları kutsayan bir felsefi-siyasal sistemin üzerine gider. Zamana son durak olarak devleti gösteren Hegel, kendi başlattığı devrimi de durdurmuştur.


Felsefi sistemleştirmeleri de şiddetle eleştirip parçalayan Marks, zamanı, büyüme (nicel-sürekli) ve gelişme (nitel-süreksiz) olarak iki yanlı inceler. Sadece büyüme, canavarlaşmadır; bu süreç sıçramalarla devam eder, sanırım bu anlar gelişimdir. Büyüme önceden kestirilebilirse de gelişme için aynı şeyler söylenemez.


Zamanın nicel ve nitel yanları, sentez tartışmasını derinleştiren Marks-Engels eserlerinde iki kavrama daha rastlıyoruz: aşma ve praksis. Lefebvre'nin belirttiğine göre “Marks, aşma kavramını (bu kavram da Hegel'in felsefesinden çıkarılmıştır), sentez kavramının yerine çok erken yıllarda koymuştur. Sentez kavramı, Hegel sisteminin inşasında, tez ile anti-tezin doruğunu oluşturan; onları tamamlayan ve hareketsiz hale getiren şeydir.” (s. 27) İşte bu sebeple, araştırmacı-yazar Halid Özkul'un da yazılarında sıklıkla vurguladığı gibi, tez + anti-tez + sentez = aşma ifadesi, bu süreci ayakları üstüne oturtur.


Praksis kavramını anlayabilmek biraz daha zor bir süreç. Praksisin sosyal pratik anlamını taşıdığını daha önce belirtmiştik; şimdiyse felsefenin düşünce-varlık ilişkisi sorunu üzerinden tartışmayı derinleştirmeye çalışacağız. Kabaca ifade edecek olursak idealizm, bilincin varlığı; maddecilik ise varlığın bilinci öncelediğini iddia eder. Her iki kamp, saf haliyle eksikler içermektedir. İdealizm, insan zihnini doğadan ayrı ele alıp metafizik kılığa sokmuştur; kaba maddecilik ise cevheri, doğayı insandan ayrı ele almıştır. Devrimci praksis ile bu yorumlar aşılır, “böylece karşıt olma durumlarını ve bunun sonucu olarak varlıklarını kaybetmektedirler. Demek ki Marksizmin bütün öteki düşüncelerden ayrılan özel yanı, devrimci özelliği (ve bunun sonucu olarak sınıf özelliği), maddeci bir tavır almasından değil, pratik bir özellik taşımasından gelmektedir.” (s. 31) Özet olarak Marksizm, kaba maddeciliği de aşmıştır. Yine Lefebvre'den devam edip spekülasyona, soyut teorilere değinelim: “Hareket etmeyen mutlaklar yoktur; manevi öte-dünya da yoktur. Her çeşit mutlak'ın, insanın insanı sömürmesine maske ödevi gördüğü ergeç ortaya çıkar. Kendi başlarına ele alındıkları zaman, felsefi soyutlamaların hiçbir değeri yoktur, hiçbir kesin anlam taşımazlar onlar. Hakiki olan aynı zamanda somut olandır.” (s. 32)


Hegel diyalektiğine, maddeciliği gözden kaçırdığı eleştirisini de yönelten Marks, Feuerbach'ın materyalizmini de metafizik oluşundan dolayı eleştirir. Feuerbach, Hegelci felsefeyi reddedip duyusal nesneye önem verse de, nesne üzerinde etkisi olan gücü ihmal etmiştir. Marksizmin vurguladığı tarihsel maddecilik, insanın, işbölümünden önce, pratik faaliyette bulunduğu zamanki gücünü geri kazandırma amacı taşır. Feuerbach Üzerine Tezler, praksis kavramının da ortaya çıktığı eserlerden biri olduğu için ayrıca önemlidir. Bu tezlerin detaylı açıklamalarının mutlaka incelenmesi gerekiyor. Burada iki alıntı ve bir yorum yapmakla yetineceğiz. II. tezden: “İnsan düşüncesinin nesnel bir hakikate ulaşıp ulaşamayacağı sorusu, teorik bir soru değil, pratik bir sorudur.” Ancak buradaki pratik ölçüt, pratiğe verilen önem ve teorinin geri plâna itilmesi neticesinde pratikçi-pragmatist bir görüş de yaratmıştır. VIII. tezden: “Soyut tutarlılığın hiçbir değeri olmadığı gibi, toplumsal hayat ve pratik doğrulamadan yoksun kalmış teorik ispatlamanın da hiçbir değeri yoktur. İnsanoğlunun özü toplumsaldır; toplumun özü ise praksistir: edim, eylem, karşılıklı etki.”


Lefebvre, yukarıda değindiğimiz tezlerin incelenmesinden sonra, praksis kavramı üzerinden resmi Marksizme ve kimi Marksist teorisyenlere eleştiriler yöneltiyor. Ona göre, doğa bilimlerine insani bilimlerden daha fazla ağırlık veren, bilimsel teknik gelişmelere tam bir güven duyan resmi Marksizm, “böylece, ideolojileştirilmiş bir Marksizmin kanadı altında teknokratik bir praksisi örtmek ve haklı çıkarmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.” (s. 36) Gramsci praksis felsefesiyle, Lukacs da sınıf bilinci teorisiyle, “felsefenin gerçekleşmesini göz önünde tutmadan, felsefenin sona erebileceğini düşünmüşlerdir.” (s. 37) Pozitivizme yönelik eleştirilerle benzerlik taşıdığını sizler de farketmişsinizdir.


Eserin ilk bölümünden başlayarak Lefebvre'nin ısrarla üzerinde durduğu konu, felsefenin gerçekleşmesi ve aşılması, praksis ve aşmadır. Özetleyecek olursak, “devrimci praksis, tasarımlar ile gerçeklik, kurumlar (üst-yapılar) ile üretici güçler (temel) ve formlar (meta, lisan, bürokrasi, M. N.) ile içerik arasında çakışmanın ortaya çıkmasını sağlar.” (s. 51) Bu esnada yeniden aşma kavramı ortaya çıkar. Taktik ve strateji, program, teori ve pratik, bir bütün olarak mevcut olanın aşılmasını sağlar.


Bilgiye bakış ve ideoloji

İdeoloji kavramı, kapsamlı olduğu kadar da karmaşık bir kavram. Öğrendiğimiz kadarıyla kavramın kökeni 18. yy sonu–19. yy başında Fransa'da etkili olan, ampirist-duyusal (“maddeciliğe eğilimli”) bir okula dayanıyor ve buna göre ideoloji, “ideler [fikirler], yani soyut kavramlar bilimi” demek. Marks-Engels bu tanımı köklü bir değişime uğratıyor, henüz tam olarak vakıf olamadığım bir anlam.


İdeoloji, “soyutlamalar, eksik ve bozucu tasarımlar ve fetişizmler gibi araçlar kullanarak , özel bir çıkarı (bir sınıfın çıkarını) genelleştiren bir teoridir. Böylece, her ideolojinin tamamen yanıltıcı olduğunu söylemek mümkün değildir.” (s. 63)2 Marx ve Engels'in ideoloji üzerine yazdıklarını detaylı bi biçimde ele alan Lefebvre, konuyla ilgili doyurucu açıklamalarda bulunuyor. (s. 66) İdeolojilerin gerçeklikle (praksis) kurdukları ilişki, onların niteliği konusunda önemli bilgiler verir. İdeolojilerin barındırdığı gerçeklik ve gerçekdışılık, “çağlara, koşullara, sınıf ilişkilerine göre değişir.” (s. 66) “Demek ki ideolojiler, bilimsel-olmayan soyutlamaları kapsarlar; oysa kavramlar [concepts] bilimsel soyutlamalardır. (mübadele değeri ya da meta gibi)” (s. 68) Fakat ideolojiler, bu tasarımlar dünyasında kalmayıp praksise geri dönerler. Bunu, “zorlamayla ve ikna ederek” yaparlar. Praksis ve bir form olan lisan (bilinç) arasında ilişki kurup din örneğinde olduğu gibi kendi kavramlarını ve sembollerini yaratırlar. Doğru, devrimci teori de kendi lisanını kurmak ve bunu “toplumsal bilince sokmak zorundadır.” Marx'ın “Teori, yığınların arasına girdiği andan başlayarak, maddi bir güç haline gelir.” sözünü bu bağlamda ele almak gerekir.


İktidarların sadece zor yoluyla ayakta kalamayacağını biliyoruz, bunun için sosyologların “fikir birliği” (consensus) dedikleri şey gereklidir, toplumun büyük çoğunluğuna bu fikirler kabul ettirilir. Ancak hiçbir zaman bir ideoloji mutlak, kalıcı olamaz; praksis hep geleceğe açılır. “Bir ideolojiden (ya da doğru bir teoriden) başka hiçbir şey, bir başka ideoloji ile mücadele edemez.” (s. 72)


İdeoloji bölümünü ve yazıyı, iddialı bir alıntıyla kapatalım: “Devrimci praksis ve bilgi olarak Marksizm ideolojileri tahrip eder. Marks'a göre, Marksizm bir ideoloji değildir; Marksizm, ideolojilerin sonunu belirtir ve bu sonun gelişini hızlandırır. Marksizm, bir felsefe de değildir; çünkü felsefeyi aşar ve gerçekleştirir. Marksizm bir ahlâk değildir; ama ahlâklar hakkında bir teoridir. Marksizm bir estetik değildir; ama eserler, bu eserlerin koşulları, ortaya çıkışları ve yokoluşları hakkında bir teoriyi kapsar. İdeolojilerin ve daha genel olarak eserlerin, kültürlerin ve uygarlıkların koşullarını “saf” düşüncenin gücüyle değil, eylemde (devrimci praksiste) açığa vurur.” (s. 81)3


(devam edecek)


22.03.09


*DEÜ Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi


1 : Marx'ın Sosyolojisi – Henry Lefebvre ve Das Kapital-Karl Marx biyografi – Francis Wheen

2 : Geçerken, Engels'in ideoloji için “yanlış bilinç” dediğini de hatırlatalım. Peki “Marksizm-Leninizm ideolojisi” sözcük grubu nasıl oluştu ve ne anlam ifade ediyor? Bunu da tartışma konusu yapabiliriz.

3 : Halid Özkul, Marks'ın, Marksizm kullanımına da karşı çıktığını; Engels'in, ona tarihte hak ettiği yeri vermek amacıyla ölümünden sonra böyle bir tanımlama yaptığını; ancak daha sonraki eserlerinde bu kullanımın olmadığını vurgular. İdeoloji yerine “siyasal kültür” ve bütünlüklü bir dünya görüşünü betimlemesi açısından da Marksizm yerine “bilimsel komünizm”, “bilimsel sosyalizm” kullanımını önerir.