Bir Ermeni Kızkardeşe Mektup ve Milli Mesele(ler)
Sevgili Anitta,
Sizi hiç tanımadığım halde, size "sevgili" diye hitap etmiş olmamı bağışlayacağınızı umarım. Haklı ama aşırı duygusallığınız bir hanımefendi olarak size böyle hitap etmemi ön koştu...
Bana S. D. tarafından ulaştırılan sizin e-postanızı okudum. S.Dinç iddia ettiğiniz gibi "faşist" olsaydı kesinlikle bu davranışı sergilemezdi. Öncelikle bundan emin olun. Duygusal olmak çok güzeldir, çünkü insani olan duyumlardan biridir; ama eğer nesnel gerçek üzerinde uzlaşmak için tartışıyorsak ki bu etkinlik ve davranış olarak bilimsel olmayı zorunlu kılar, o zaman akıl ve bilgimizi praxis(bilinçli eylem) içinde kullanmak zorunludur. Devrimci eylem ise tez+anti-tez=sentez Hegelci "düzen"ini AŞMAK demektir. Bunun için ben bireyselliğime malik olarak daima bu devrimci praxis üstünden hareket etmişimdir. Kişileri, olayları tartışmak bizi hiçbir yere götürmez. Eğer bir hedefe varmak istiyorsak muhakkak "iş"i kavramak zorundayız. Yani alt yapıyı...
Ben 1952 yılında İstanbul-Şişli'de doğdum 1955'den gönüllü "tehcir"ime kadar Bakırköy'de oturdum. 1955-1958 arası yani Adnan Menderes adlı ABD işbirlikçisi büyük toprak sahibi kapitalist "barbar" İstanbul'u (ve Bakırköy vbgb. semtleri) fethetmeyi kafasına koyup bu kentin ırzına geçmeye başlamadan önce benim sanki rüyalarımda kalmış gibi duran gerçeklikte (ve hep öyle kalmasını arzu ettiğim) Bakırköy'ün nüfuzu şöyle idi. Ermeni 8 bin, Rum 3 bin, Müslüman 1500. (Sonra Adnan Menderes Bakırköy'de hep CHP kazanıyor diye 1958'de Osmaniye'yi kurup Yugoslavya'dan getirilen anti-komünist muhacirleri buraya yerleştirdi. Böylece müslüman nüfus 3 bin oldu. Ama yıllardır hiçbir adi zabıta vakası olmamış ilçede huzursuzluklar-hırsızlıklar patlak vermeye başladı.) Yeşilyurt ve Yeşilköy büyük çoğunluğu tıpkı Adalar gibi Rum "T.C yurttaş"larıydı. Hepimiz nüfus kağıtları ve pasaportların üzerinde "Türk"tük ama dinimizi belli eden haneler, Auschwitz'ten kalan bir anımsamaydı.
Benim anne tarafımdan atalarım Akkoyunlu elçisi olarak İstanbul'a gelmişler, 1463-68 yılları arasında İstanbul'a yerleşmişler. Ben İstanbul'u ABD emperyalizminin Türkiye'deki işbirlikçileri ile yürütmüş olduğu kapitalist barbarlık idea ve uygulamaları ile 1994 yılında "gönüllü"(!?) olarak terk ettim, yani baba memleketim İzmir'e "techir" oldum. Hatta Bakırköy'den arkadaşım sevgili Hrant'ın ülkeyi terk etme kararı tartışılırken, ona çekmiş olduğum e-posta ile "ülkeyi bizde terk edersek mücadele edecek adam kalmayacak" diye sitem ettim. Ama Hrant "Ermeni milliyetçiliği" davasını sürdürdüğü için değil, doğruyu "sınıfsal boyutta" koyup "tenkil"(devlet belgelerinde "tehcir ve tenkil" olarak geçer hatta 1999'a kadar bu şekilde İttihatçı devlet belgelerinde yer almıştır. Ama TTK başına getirilen "Gobbels Halil" en entelektüel Türk-İslam-Turan sentezcisi olduğu için derhal bu kelimelerden "tenkil"i kaldırmış ve curcuna içinde "tenkil" kelimesi toplumsal bellekten silinmiştir. "Tenkil" kelimesinin Latince karşılığı "jenosid"tir. Hrant daha kibarca "zul" diyordu. "Katliam"la "Jenosid" arası) sorununda emperyalist ülkelerin "koçbaş"lılığına dikkat çektiği ve aynı tezgahta gergef dokumaya kalkan "Kürt mikro-milliyetçi"liğine dikkat çektiği için başta ABD-İzrael olmak üzere NATO-Stay Behind şebekesi Ergenekon başıbozuklarından Çeçenya'da kullanılan kılıç artıklarının tetikçiliği ile katledildi bu katliamda işbirlikçi liboş-Ermenilerin de işbirliği olduğuna adımın üstüne bahse girerim...
Benim baba tarafım Moğol aristokrasisinden gelir Tengiz Han-Temuçin ataerkil üstbarbarlık kan-klanı mensupları olarak 1402'de Anadolu'ya gelmişiz. 1403 atalarımızın aynı zamanda İzmir'e yerleşme tarihi. Gümüşgerdanoğulları soyadımızı, soyadı kanunu gereği kullanamayınca Türkmen serflerin köyleri de dahil hepimiz "Özkul" soyadını almışık. Benim dedem Halid Özkul, miri toprak düzenini temsil eden Sipahi eğitimi geleneği içinde (büyük dedem Sipahi-süvari paşası Ahmet Fethi Paşa) İzmir'de doğduğundan Denizci olmuştu. Gelelim en eskiye, biz Moğollar tarihi kaydetmeyi çok severiz, bozkır aristokrasisine atamız Tengiz Han'ın gelenek olarak bıraktığı bu yazma tutkusundan dolayı seceremizi de kaydetmişizdir. Dönüyorum Ankara Meydan Muharebesine, yıl 1402 bir tarafta Yıldırım Beyazıt Han'ın Türkmenler, Rumlar ve Ermenilerden oluşan Osmanlı ordusu. (Burada şu gözden kaçırılıyor Yeniçeri Ocaklarına devşirilen Anadolu'lu Hıristiyan çocuklarının hepsi Rum ve Ermenilerdi) Türk resmi tarihinde yer almayan bir gerçeği Fransa Kralı XVII.Louis tarafından hazırlatılan orijinal İngilizceden Fransızcaya çevrilmiş 1783'te basılmış "Dünya Tarihi" içindeki "Osmanlı Tarihi" bölümünün ancak 1978'de Havass yayınları tarafından yayımlanması ile öğreniyoruz. Ki bu bilgiler Anadolu Moğol Kan-Klanı belgisini doğruluyor. Osmanlı ordusunun önemli bir kısmını Ermeni Prenslerin komutasındaki Ermeni serf-askerler oluşturuyor. Osmanlı safındaki Türkmenlerin Timurlenk safına geçmesi ile Moğol Hanı Anadolu'yu feth etmiştir. Ama Türk resmi tarihinde yer almayan ama İngiliz "Dünya Tarihi"nde belirtildiği gibi bizzat Beyazıt teslim olduğu halde Ermeni prensleri teslim olmayı reddettikleri için "son ferdine kadar" kılıçtan geçirilmiştir. (Aynı olaylar Haçlı Seferleri sırasında Katolik Haçlılara karşı yaşanmıştır. Ama Türk resmi tarihinde bunlar yoktur. Üstelik son günlerde bir takım şerefsiz prof.lar Ermenilerin Haçlılarla işbirliği yaptığına dair aslı-astarı olmayan dezenformasyonlar yumurtluyorlar. Ama hata burada Ermeni Meselesi Hitit'ten beri incelenmediği için "muğlak" ve dezenformasyona açık bırakılıyor. Onun için "Kürt Enstitüsü" ihanettir, "Anadolu Uygarlıkları Enstitüsü" asıl açılması zorunlu kurumdur diye bitarafımı yırtıyorun. Peki Anadolu halkı bilmiyor muydu.) Diyor ki Anadolu Moğol Secere-i Varakası "evet biliyoruz!"
Barbar geleneğidir (yerleşikliğe geçip anaerkil komün ruhundan daha tam kopma sağlanmadığı için) savaşta esir edilenler egemen kan-klanına süreç içinde dahil edilir. Bu tarihsel materyalist bir gerçektir. Bunu "faşist" kafalar ya da kafalarının içindeki "milli-milliyetçi" kılıfı içinde hala o "faşist" bakteriyi çeşitli bahanelerle saklayarak ama ortamı bulunca salgılayanların anlaması bir yana kavraması çok zordur...
Savaş sonrasında benim atalarım bozkır aristokrasisinin en üstünde bulunan kan-klanı olarak (üstelik klanının hanı savaş meydanında okla vurularak öldüğü için) Konya-Niğde'nin Güllüce kariyesindeki üç Türkmen köyü onlara serf olarak verilmiş ama kendileri bir Ermeni köyünü merkez almışlardır. Moğol geleneğinde savaşcı-kahraman düşman kan-klanına "kandaş" olarak benimsenir. Böylece zaten dul ve yetim olan Ermeni kadınları ile evlenilmiştir. Bu gelenek ilginç bir biçimde çevre köyleri ile evlenmeler biçiminde sürmüştür. Ama Türkmenlerle asla. Çünkü bir Moğol'a yapılacak en büyük hakaret onun "Türk" olduğunu söylemektir. (İlginçtir bu ilkel "düşmanlık" hala sürüyor. Bence komik çünkü benim annem Özbek belki Türkmen kökenli -1463 ötesi-). Bu düşmanlık Türkik (veya Türk) Naymanların Tengiz Han'ın babasını "kahpelik ile zehirleyip, karısını kaçırıp ırzına geçmeleri" ile ilgilidir. Arkaiktir.. Daha sonra bizim ailenin erkekleri Osmanlı İmparatorluğu hiyerarşisi içinde görev aldığı için genişlemeye paralel olarak Rodos, Girit gibi Elenik hanımlarla da evlenmişlerdir. Mesela dedem Halid beyin eşi Makedonya- Karadağlıdır ama Sebbataist (Endülüs/Sefarat Yahudisi) kökenli bir kan-klandan kaçırdığı için ailesince afaroz edilmiş bir kadındı. Dedeme sonradan kıskançlığından dolayı yaşamı zindan ettiği halde, ailesi kabul etmediği için ziyan-zebil olur diye adam onu boşayamamış!
İşte bu Halid Bey deniz subayı olarak mezun olduktan sonra Elence, Ermenice, Rumca, Arapca, Farsca ve Fransızca bilen bir Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi olarak hizmette bulunmuştur. 1915'te yüzbaşı rütbesinde iken Sarıkamış faciası ardından geliştirilen olayların Erzincan yöresindeki durumunu incelemek için zamanın Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı'nca görevlendirilmiştir. Gördüklerini bir rapor halinde sunmasına karşın raporu kabul edilmeyince de aynı yıl Teşkilat-ı Mahsusa'dan istifa etmiştir. İzmir'e döndüğünde evinde 40 gün yas ilan etmiştir. 10 gün sonra bu yası ihlal edip ud çalan babamın kafasında udunu parçalamıştır. (Dedem birçok eski parçanın bestekarıdır. Zamanının ud virtözlerinden kabul edilmiş. Aynı zamanda iyi bir ressam ve hattatmış.) Nedir bu elem? Şu bizim (kendi sülalelerini üç kuşak öteyesayamayan, kimbilir hangi şaki veya sapık dölünün genetiğini taşıyan) gizli yada açık kafatasçıların ileri süreceği gibi dölümüzde "Ermeni Gavurları"nın dölü olduğu için mi? Yoksa insan kere insan olduğumuz için mi? Babamın kabul edilmeyen eski türkçe rapordan Osmanlıcadan Yeni Türkçeye tercüme ederek (1965 yılı) biz üç erkek kardeşe okuduğu belgeden anımsadığım şu: Biz yüzyıllarca birarada yaşayıp kardeş bildiğimiz insanlara yapılan bu zulüm insaniyet hazıfasının kabul edebileceği bir olay değildir. Ermeni köylerinden suçsuz erkek köylüler küçük gruplar halinde toplanılmış bunlar orman içine götürülüp kurşunlanmış. Direnerek silah sıkmış olanlar eğer yaralı olarak hastaneye kaldırılmış ise bunlar tespit edilip ya iğne ile zehirlenmiş ya da yine ormanlık alanlarda katledilmiştir. Bunların başında İttihatçı Dr. Cavit Beyin olduğu dedem tarafından raporda adı verilmekteydi ve diğerleri (Cavit bey M.Kemal'e karşı "İzmir Suikastı"na katıldığı bahanesi ile idam edildi. Onun eşi "Güzel Atifet" hanım bizim evdeki Osmanlı hanımları toplantılarında her iki gözü iki çeşme ağladığında babam ona "babam size kaç kere anlattı Atıfet Hanım, Ermeni TENKİLinde işin başındaki adamlardan biri olduğunu. Paşa (M.Kemal) kimseyi boş yere astırmaz" dediğinde o da babama "benim Cavitimin ne kabahati var Talat Paşa emretti ne yapsın" diye hayıflanırdı. Gerek o zaman sıhhiye çavuşluğu yapmış bir askerin geçen yıl basılmış anılarından, hem de Talat Paşa'nın son ortaya çıkan belgeleri bunu doğrulamaktadır. Ama devekuşu gibi kafayı kuma sokmamak bilimsellikte esastır. Kılıf aramaya kalkanların ne yazıp çizdikleri ortadadır...
Yukarıda anlattıklarım ispatlı gerçeklerdir. S. D. asla bu gerçeğe karşı bir tez ileri sürmemiştir. Süremezde. S. D., benim 1974'de Suriye-Lübnan'dan beri arkadaşım, kardeşim, yoldaşımdır. Onun gerek Kürt Meselesi, gerekse de Ermeni Meselesi hakkında görüşleri benim görüşlerime paraleldir ve her türlü görüşe tahammül göstermesi onun proleter devrimci demokrat-komünist devrimci bilinçli eylemciliğinden kaynaklanan doğru bir tavırdır. Evet sevgili Anitta, senin sadece burada haksız bir şekilde saldırdığın işçi sınıfı siyasal kültürü der ki; bu meseleler ancak "sosyalist bir iktidar" tarafından çözülebilir!
Maalesef hiçbir burjuva emperyalist veya sosyal-emperyalist ideoloji bu meseleleri çözemez çünkü müsebbibi kendisidir. Onların işbirlikçileri mi çözecek, lütfen duygusallığımızı akıl-bilgi-bilincimizin önüne geçirmeyelim. AKP mi çözecek, yoksa Anadolu'nun hakiki ve gerçek çocuklarından Ermeni burjuva ve emekçilerini boğazlamada onların mallarını yağma ederek kendi feodal toprak rantlarını arttıran şimdi "demokratik toplumcu" kesilmiş Kürt büyük toprak sahipleri veya ataları tehcir yollarındaki Gregoryan emekçileri boğazlayarak ve ırzına geçerek birikimlerini çalıp mülk edinmiş PKKcı küçük burjuva Kürt entel-dantelleri ya da ataları İstanbul'da işgal kuvvetleri ile kuçak kucağa oturmaktan peydahlanmış günümüz liboş-solcu taslağı "demokrat" müsveddeleri mi? Evet bunu gerçekten ama gerçekten çözmek istiyorsak Sevgili ve Değerli "Türk" Devrimci Şehidi Hrant Dink yoldaşımın söylediği gibi emperyalist tuzaklara düşmeden bu meselelere "nokta" koymak zorundayız...
ABD'de Kızılderililer "jenosid"ler sonucu 500 yıllık bir ABD devleti var (resmi olarak 200 küsur). Balkanlardaki Türkmenler ("Türk" demiyorum çünkü "Türk" kavramını biz icat etmedik Batı icat etti) Yörükler ki sorgulanmayan şudur neden ora "milliyetçileri" Alevi olanlara dokunmadı da ille de Sünnileri katletti. Şimdilik bu ÖSS sorusunu geçiyorum! 500 yıl sonra uğradıkları benim için "jenosid" girişimidir. Girit ve Rodos ardından Kıbrıs Nüslümanlarına karşı girişimlerde "jenosid" girişimidir. Karabağ'da Azerilere yapılanlar tastamam "jenosid" girişimidir. Hınçak ve Taşnak çetelerinin ki bazıları Ermeni köyleridir masum Türkmen köylerine baskınları aslında "jenosid" ideolojisinin "reel-politik" yansımalarıdır. İsteyen kabul eder ya da etmez hakkımda dav açar ya da açmaz; 1915 Sarıkamış faciasını kamufle etmek için İttihatçı çete tarafından türetilmiş "1915 tehcir ve tenkil" harekatı planlı bir "jenosid" girişimidir. Tıpkı Nazilerin Zionist işbirlikçileri ile ülkelerine sadık masun Yahudilere karşı gerek Almanya, gerekse SSCB'nde uygulamaya koydukları "jenosid" gibi. TC Devletinin 1920'den beri komünistlere karşı planlı uyguladığı kişisel ve kitlesel "zul"lerde "jenosid"tir. İnsan öldürmeyi kim ki kelle hesabına göre cinayet, katliam, zul, jenosid diye tasnif ediyor ise onun da dağarcığında gizli bir bastırılmış "faşist"lik yatıyor demektir. Hele bunu "devlet" denen bir üst yapı kurumu yapıyor ise ve bir takım kendine devrimci, demokrat, yurtsever, millici kılıfı takmış adamlar bu nesnel gerçeğin bilimsel içeriğini "es" geçme gafletini gösteriyorlar ise sadece bastırılmış "sosyal-faşistlik"lerinden başka cevahir yumurtlamıyorlar. Unutmayalım ki Mussolini de bir Sosyalist Parti kaynağından doğmuş faşistti. Libya ve Etophya halkını boğazlamaktan geri durmadı.
Esas gözden kaçırılan ve bu kişilerin tartımaktan kaçtığı nokta şu; "ideoloji" denen "yanlış bilince"(Engels) niçin saldırmazlar. Millici-Yurtsever parandeleri ile atraksiyon yaparlar. Bilimsel komünistler izafi doğruyu ararken SİYASAL KÜLTÜRden hareket ederler, "ideoloji"den değil. Kuruntular yansıması ve nesnel gerçeğin tahrifatı olan "ideoloji"nin varacağı nokta "kült"leşmektir. Dikkat edin yazımın başında değindim Prof. Osman Altuğ hocamın sözüne "kişileri konuşmak (veya idolleştirmek) tam-cahilliktir, olayları konuşmak yarı cahiliktir, işi konuşmalıyız". Dikkat edilsin çok parlak laflar edip sözü ille de kişilere bağlayanlar ya da olayları bu tahtaravalli üzerinde sallayanların üstündeki cilayı kazırsak altlarından sinsi "sosyal-faşist"likleri parlayacaktır.
Onun için devrimcilere söyleyeceğim ilk önce devrimci-demokrat nasıl olunur ve kimdir sorusuna doğru cevabı bulmaya çalışsınlar. Kimseye de "bok" atmasınlar. Ben Temmuz 2009'da örgütlü devrimci mücadelem içinde 40. yılımı kutlayacağım. Öğrendiğim şu oldu, bir profesyonalite olmak zorunda olan devrimcilikte "çok keskin sirkeler" sonunda ya "dönek" oluyorlar (en utangaçları "solcu" oluyor) ya da "ajan-provokatör" oldukları ortaya çıkıyor!
Biz komünistler "Yeni İnsanlığı" kurmak için yüzyıllardır mücadele ediyoruz çok jenosidlerden geçtik, geçeceğiz de. Kimin Ermeni, Rum, Moğol, Kürt, Türkmen, Türk, Arap, Alman, Elen olduğu önemli değil, bırakın "halkların kardeşliği palavrasını" (Marx-Engels Gotha Programının Eleştirisi) önemli olan "emeğin kardeşliği" Yeni İnsanlık budur.
Elbette hesap soracağız, elbette canileri cezalandıracağız. Hatta ölmüş olsalar bile kemiklerini ağır sanayii fırınlarında proletaryaya yaktırıp, küllerini kanalizasyonlara atarak. Genetiklerini kesinlikle yakından izleyerek. Tarih "es" geçmelerin veballeri ile dolu. Elbet çocukların, kadınların, yaşlıların, emekçilerin, işçilerin, aydınların, devrimcilerin velhasılı sıradan insanların hesabını soracağız, hiçbir burjuvanın bundan zerre kadar şüphesi olmasın. Alıp "Enternasyonal Marşı"nı sindire sindire okusunlar!
Ama bugün iktidara gelmek için örgütlenmek, birleşmek, güçlenmek zamanıdır, bozgunculuk yapmanın değil...
Devrimci saygı ve selamlarımla...
Halid Özkul
Araştırmacı-yazar
06.06.09