26 Haziran 2009 Cuma

İran Analizi - Faik Bulut

13 Maddelik İran Analizi


İran seçimleriyle başlayan gelişmeleri değerlendirebilmek için, bu ülkeyi gerçekten anlamak gerekiyor. “İran’ı anlamak” başlığını taşıyan makalelerde bile, oradaki sistem ve kurumların adları yanlış yazılabiliyor. Zira tercüme kokan makalelerdir bunlar. Tahran’a gidip sokaklarında birkaç gün gezmek; yandaş yahut muhalif göstericilerle İngilizce iletişim kurmak, İran’ı anlamaya yetmiyor. Irak’ta Amerikan saldırısını izlemek üzere Bağdat’a giden bir TV kanalı muhabirinin otel balkonuna çıkıp, “CNN International’ın bildirdiğine göre savaş başladı” diye anons etmesine; yahut TSK’nin sınırötesi operasyonlarını yöreye 200-300 km uzaklıktaki Diyarbakır’dan bildiren muhabirlerin haber vermesine benzer bir çarpıklık var.

Amerikan bit pazarlarında ayağa düşmüş “Lolita Tahran’da” benzeri erotik romanlar yazmak suretiyle “İran kadınlarını, çarşaf içinde cinsel arzuyla kıvranan şehvetli kısraklar” gibi tasvir etmek, İran kadınlarına kurtuluş yolunu göstermek demek değildir. “Sex in crime” ekseninde dönen James Bondvari kurgu romanlarındaki zihniyetin, Türk basınında egemen olduğunu da biliyoruz. Birkaç yıl önce, Sabah gazetesinin bir muhabirinin Tahran’ın sosyetik semtindeki cümbüşleri, çılgın eğlence görüntülerini birinci sayfadan vermesi hala unutulmadı.

Sadede gelirsek, İran’daki gelişmeleri değerlendirebilmek amacıyla 200 farklı makale okudum. Bunların çoğu Arap-Fars kaynaklıydılar; önemli bir kısmı Batılı (özellikle Amerikan) medyasından alındı, belli bir bölüğü Türk basınından izlendi. Alternatif yahut aykırı sayılabilecek birkaç kaynak ise şöyleydi: Kanada merkezli “global research.ca” isimli sol sitede iki tahlil, Mısır merkezli al Ahram Weekly’deki üç makale, Katar televizyonu el Cezire sitesindeki üç analiz ve Hong Kong merkezli asia times online web sitesindeki iki değerlendirme.

Hemen tespitlere geçelim:

Bir: Seçim öncesi tartışmalar ile sonraki gelişmeler, İran’da bir rejim krizi olduğunu gösteriyor. İran rejimi, 1979’da zalim Şah’ı alaşağı etmekten aldığı devrimci meşruluğunu yitirmiştir. Anayasal meşruluğa bir türlü kavuşamamıştır. Yani rejim tıkanmıştır; yöneticiler ile halk arasında kalın duvarlar örülmüştür. Sistem bu haliyle yürüyemiyor; topallıyor, aksıyor, ayak sürüyor ve bazen yerlerde sürünüyor.

Buna rağmen mevcut rejimin meşruluğu, Şah dönemine oranla çok daha kitlesel bir tabana sahiptir. Bunu, Ahmedinejat yanlısı kitlelerin siyasi ve sokaktaki tutumlarından anlıyoruz.

İki: Öteden beri ama özellikle 1997’ten itibaren rejimde siyasi bunalım giderek derinleşti. Ancak eski çelişki ve anlaşmazlıklar, yönetici seçkin zümre arasında yani egemen sınıfın farklı kanatları içinde dönüp duruyordu; kamuoyuna fazlaca yansımıyordu. Kapalı kapılar ardındaki bu seçkin çatışmaları, çoğunlukla uzlaşmayla sonuçlanabiliyordu. Oysa şimdi, yönetici tabaka ve siyasiler arasındaki çatışmalar, saray koridorlarına sığmıyor; uzlaşma sağlanamıyor. Dolayısıyla kamuoyuna yansıyor, sokağa taşabiliyor; göstericilerin hedefleriyle değil ama eylemleriyle örtüşebiliyor. Rejimin sahipleri arasındaki iktidar kavgası veya çok yönlü kriz, sokağa taşmıştır. Seçim bunun bir yüzüydü, kitlesel gösteriler ve şiddet ise diğer yüzüdür.

Üç: Seçim öncesi televizyon tartışmaları, iktidar içi kavganın su yüzüne çıkmasına yaradı. Herkesin bildiği sırlar, bir bir ortaya döküldü; halkın günlük sohbetinin bir parçası oldu. Özellikle Ahmedinejat, muhalefete yüklendi. “Rafsancani ve benzeri politik şahsiyetleri yolsuzluğa bulaşmak ve göz yummak; yakınlarına meşru olmayan maddi olanaklar sağlamak” ile suçladı. Ülkenin ruhani lideri Ali Hamaneye’in danışmanı Natık Nuri ile başkan adayı Mehdi Kerrubi de yolsuzluk suçlamalarından nasibini aldı. Buna karşılık Ahmedinejat, “Tahran belediye başkanı olduğu dönemde 3 milyar tümen ve cumhurbaşkanlığı zamanında 1 milyar doları yasal olmayan yollarla harcamak” ile suçlandı. Ayrıca “sıradan ve sade bir evde oturduğu” yolundaki propagandanın tersine, Ahmedinejat’ın başkanlık köşkünde ikamet ettiği ortaya çıktı. Bu arada Ali Hameney’e yönelik kimi iddia ve eleştiriler gündeme geldi.

Özetle, yönetici zümrenin kirli çamaşırları ortaya döküldü, ipliği pazara çıkarılmış oldu. Ali Hameney’in seçim öncesi ve sonrasında Ahmedinejat’ı kollayan tutumu, Cuma namazındaki konuşması, seçim sonuçlarına ilişkin erken/ihtiyatsız/tedbirsiz açıklaması, onun kişisel itibarını düşürdü. Çünkü Hameney, ülkenin dini rehberi, mürşidi (yol göstericisi), ruhani lideridir. Şii inancına göre, beklenen Gaip İmam’ın yeryüzündeki temsilcisidir; Mehdi’nin vekilidir. Dolayısıyla hatadan masundur; yani yanlış yapmaz, adildir; taraf tutmaz ve yalan söylemez. Hep doğru söyler, doğru davranır. Halbuki seçimdeki tutumu, bunun tersini gösterdi. Herkesin “manevi babası” olması gereken Ayettulah Hameney, adil bir hükümdar olamadı; adam kayırıcı davrandı; sadece bir zümrenin, bir kliğin hamisi oluverdi. Halkın nezdindeki itibarını düşürdü, Şii inanışın temelini zedeledi.

Dört: Yöneticilerin bu olumsuz/kirli yanlarını açıkça gören halkın siyasilere güveni sarsıldı. Mesela, yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkaran Ahmedinejat’ı beğendi ama şunu da sordu: “Madem öyleydi, niçin bu dosyaların gereğini yapmadın? Şimdi mi aklın başına geldi yoksa bu bir seçim şantajı mı?” Gösterilerin bir anlamı ve mesajı da budur.

Yaşanan durum, mevcut düzeni devirmek anlamında bir rejim bunalımı değildir. Sokağa taşan göstericiler, siyaset kurumunun ve yönetim krizidir. İktidar kavgasında kimin kazanacağı meselesidir. Göstericiler rejimi değil, iktidarı hedefliyorlar. En azından şimdilik durum böyle; gelecekte hangi gelişmeler olur, sürprizler kimi nereye götürür? Bugünden bunu öngörmek zordur.

Beş: Mevcut düzenin devrilmesini ve kökten değişimini hedefleyen siyasi şahsiyetler şimdilik ortalıkta yoktur; olsalar bile, bunlar henüz politik sahneye çıkmadılar, çıkamıyorlar. İktidar kavgasındaki isimler ise bellidir: Ali Hameney-Ahmeninejat bir tarafta, Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi, Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi karşı taraftalar. Kaba ve beylik nitelemeyle birinci klik muhafazakâr (farsça ulusgerayan), ikincisi de reformcu (farsça ıslahattalep) olarak biliniyor.

Esasen her iki grup, İslam Cumhuriyeti ilke ve kurallarına bağlılar; diğer bir ifadeyle sistemin adamıdırlar. Dolayısıyla sistemi, rejimi devirme diye bir perspektif, niyet, plan, tutum ve hedefleri bulunmuyor.

Musavi ile Amnedinejat arasındaki temel fark, İslam esasları ekseninde olmak şartıyla, rejim içindeki aksaklık ve tıkanıkları gidermeye yönelik yapısal reformların gerekli olup olmadığıdır. Musavi, reformları elzem görüyor; Ahmedinejat mevcut yöntemle sorunların çözülebileceğini iddia ediyor. Mir Hüseyin Musavi, yapısal reformlara ilişkin programıyla Türkiye Cumhuriyeti’indeki Serbest Fırka, Bayar-Menderes, Turgut Özal (24 Ocak 1980 ekonomik kararları), Çiller ve AKP (başlattıkları özelleştirme furyası nedeniyle) çizgisine yakın duruyor. Keza Musavi, Batı ve ABD ile ilişkileri geliştirmek ve küresel ekonomiyle bütünleşmek anlamında DYP (Tansu Çiller) ve AKP politikalarını andıran bir perspektifle hareket ediyor. Musavi’nin bir sloganı da şuydu: “Paramız, Filistin ve Lübnan halkına yardım adı altında çarçur edilmesin; HAMAS ve Hizbullah’a gereğinden fazla önem vermeyelim; İran ve İran halkına öncelik tanıyalım!”

Dikkat edilirse Musavi, Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığı döneminde yaratılan “nevzur yani yeni yetme zenginlerin, sermayedarların, türedi zenginlerin sözcülüğünü yapmakta; onların özlem ve beklentilerine uygun davranmaktadır.

Her şeye rağmen Musavi’nin Özal, Çiller ve R. Tayip Erdoğan gibi siyasetçilerden daha millici olduğunu, ülkesinin çıkarlarını Batı’ya karşı korumada daha hassas davrandığını belirtmekte yarar var.

Altı: Şu tartışmalı seçim sonuçlarına farklı bir noktadan bakalım: Terror Free Tomorrow kuruluşu başkanı Ken Ballen ile American Strategy Program adlı düşünce merkezi müdür yardımcısı Patrick Doherty isimli iki Amerikalı, 11-20 Mayıs arasında 30 İran vilayetinde yaptıkları bir saha araştırmasında, Ahmendinejat’ın oylarının Musavi’ninkinden bir kat fazla olacağını (yüzde 3.1 hata payını hesaba katarak) belirlemiş; bu görüşlerini, 15 Haziran tarihli Washington Post gazetesinde yayınlamışlardı. Keza 18-24 yaş grubundaki gençlerin büyük çoğunlukla Ahmedinejat’ı desteklediklerini belirtmişlerdi. Musavi’ye giden genç oyların ağırlıklı biçimde üniversite öğrencilerinden ve üst düzey gelir gurubu mensuplarından olduğu da, aynı araştırmada ortaya çıkmıştı.

Profesör Walter Mebane (Michigan Üniversitesi-ABD), 2005 yılı İran başkanlık seçimlerini temel alarak 366 bölgedeki örnekleme üzerinden bilgisayarda ayrıntılı inceleme yapmak suretiyle, Ahmedinejat’ın bugün aldığı yüksek oy oranının genel eğilime ters olmadığını; seçimin sosyolojisiyle uygunluk gösterdiğini gösterdi. Mebane, seçimlerde büyük çaplı hilenin yapılmasını imkânsız gören uzmanlar arasında. Kimi CIA analizcileri de, Beyaz Saray yönetimine, “Ahmedinejat’ın kazanmasının normal olduğu ve seçim hilelerinin sınırlı kaldığı” yolunda notlar iletmişler.

Farklı kaynaklardan edinilen bilgilerin bir kısmı da şöyledir: İran ordusu (normal kuvvetler, Devrim Muhafızları-Sipahe Pasdaran, Gönüllü Milisler-Besic) aileleriyle birlikte yaklaşık 5 milyon kadar oy potansiyeli taşıyorlar. Bu sayı, yüzde 7-9 arasında bir oranı denektir. Keza ülkenin doğu ve kuzey eyaletleri, çeşitli nedenlerle (devletin ekonomik yardımı, sübvansiyonlar, dindarlık, muhafazakârlık, dış müdahale endişesi, vs) Ahmedinejat lehine yüzde 24’lük bir oy oranını oluşturuyorlar. Demek ki, Ahmendinejat’ın ölüsü bile aday gösterilse, anayasal kurumlar ile devlet sübvansiyonları sayesinde yüzde 32’lik bir oran, daha başından çantada keklik olarak garantilenmiş.

Keza, diğer bölgelerden gelen oylar, Amhedinejat politikalarıyla uyum gösteriyor. Sözgelimi petrol bölgesi sayılan orta-güneyde, Musavi’nin reform ve özelleştirme politikaları sonucu işsiz kalmaktan korkan işçiler, Ahmedinejat’ın devletçi siyasetinin devamı lehinde oy kullandılar. Batı ve güneydeki sınır bölgelerinde (Irak ve Türkiye ile olan hudutlar), sürekli bir Amerikan-İsrail tehdidi altında olduğundan, buradaki insanların çoğun “milli güvenliğin garantörü” olarak gördükleri Ahmedinejat’a oy verdiler.

Musavi Tahran ve Erdebil’de Ahmedinejat’tan fazla oy aldı; dört büyük şehirde eşitlik sağlandı; diğer yerlerde Ahmedinejat açık farkla öndeydi.

Ahmedinejat’ın avantajı şuydu: Demirci bir babanın çocuğu yani halktan biri olarak kendini göstermesini bildi. Halbuki Musavi bir çay işletmecisinin oğluydu ve fazlaca entelektüel ve teknokrattı. Hitabet yteneği kötü olan Musavi, iyi konuşan Hatemi’nin gölgesinde ve kuyruğunda seçim kampanyasını sürdürdü. Mehdi Kerrubi zengindi. Rafsancani, “bir tarla satın aldım; içinden koskoca İran çıktı” diyecek kadar zenginleşmişti. Yani Musavi etrafındakiler halktan insanlar olmadıkları gibi, çevrelerinde AKP’lilerin yaptıklarına benzer Ali Dibolar yaratmışlar; yolsuzlukların yolunu açmış veya göz yummuşlardı.

Yedi: İran’da yaklaşık 3600 il, ilçe; şehir, kasaba ve belde bulunuyor. Reformcuların seçim itirazları ise, sadece 170 bölgeyle sınırlı kaldı. Demek ki hile var ancak 10 milyon oyu götürecek kadar abartılı değildir.

Sekiz: Siyaset sosyolojisi şunu gösteriyor: Milliyetçi ve popülist politikalar, seçim zamanlarında akıl çelmek açısından iyi bir araçtır. Oy kazandırır. Ahmedinejat bu yolu denedi. Reformculardan kimselerin pek uğramadığı taşrada, halkın içinde bulundu. Onların evlerine konuk oldu. Bu arada bolca patates-pirinç, para dağıttı. Asgari ücretleri yükseltti, emekli maaşlarına zam yaptırdı. Bu durum; AKP’nin seçimlerde Türk-İslamcı söylemler ve kömür-pirinç dağıtmak suretiyle oy toplamasına ne kadar benziyor.

Ahmedinejatçılar, Reformcuların açık yeşil renklerini ise halk diliyle şöyle kötülediler: “Kerbela’da Hz. Hüseyin’i katledenler yeşil giymişlerdi. Ayrıca bu yeşil renkler, ABD’ye gel İran’a müdahale et anlamında bir yeşil ışık yakmanın işaretidir.” AKP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde ve genel seçimlerde, kimi anayasal kurumlar aleyhinde nasıl popülist propaganda yaptıklarını hatırlayınız.

Dokuz: Financial Times yazı kurulu, 15 Haziran tarihli belirlemesinde şu gerçeği saptamış: “Yoksullar açısından değişim ekmek, aş ve iş demektir. Yoksa dekolte giysiler ve kadınlarla erkeklerin birlikte hoşça vakit geçirmeleri değildir. İran’daki mücadele, dini olmaktan çok sınıfsal bir kavgadır.”

Doğrudur; çünkü reformcular, özellikle Rafsancani’nin Karguzaran (Ülkeyi İnşacılar) grubunun öncülük ettiği reformlar, ülkede yepyeni bir sermayedar kümesi, türedi bir burjuvazi ortaya çıkarmıştı. Musavi gibi eski İslamcı-sol radikallerin 1990’larda ortada bıraktıkları geniş halk yığınları, 20 yıl boyunca kendilerini korumak için devlete sığındılar. Çalışan kitleler ve yoksullar, yanlış bilinçle dahi olsa, özelleştirmeci ve reformcu zengin zümreye karşı, KİT’çi Ahmedinejat gibilerini kendi hamileri ve temsilcileri olarak görmeye başladılar.

On: İran’daki dönemsel her gelişme kendi temsilcisini ortaya çıkarmıştır. İran’ın devrim ihracı döneminde, başta Ayetullah Humeyni olmak üzere Mir Hüseyin Musavi gibi radikal ve popülist yöneticilere gereksinim vardı. 8 yıllık İran-Irak savaşının yarattığı insan ve altyapı tahribatı, ülkenin yeniden inşasını gündeme getirdi. Haşimi Rafsancani, 1989’da bu ihtiyacı karşılayacak reformcu/liberal bir politikanın temsilcisi olarak başa geldi. Ekonomiyi düzeltmek ve ülkeyi kalkındırmak için kolları sıvadı; bu arada reformcu/liberal politikaları nedeniyle yeni bir zengin sınıf yaratmış oldu. Sınıflar arasındaki uçurum büyüyünce, orta yolu bulmak ihtiyacı doğdu. Refaha erişen kesimler, bu kez özgürlük istediler. 1997’de ılımlı ve özgürlükçü Hatemi bu ihtiyacın sonucu olarak cumhurbaşkanı oldu. 2000’li yıllarda ABD’nin bölgeye tehdidi artınca, özellikle Irak işgal edilince, milli güvenlik ihtiyacı acilen gündeme geldi. Hatemi ile Rafsancani’nin yumuşak politikaları, dış tehdidi karşılayamazdı. Sertlik yanlısı şahinler için biricik aday Ahmedinejat oldu. 2005 yılı seçiminde Rafsancani’nin kaybedip, Ahmedinejat’ın kazanma sebebi budur. Fakat Ahmedinejat, molla yönetiminde put kırma yoluna başvurdu. Din adamlarını iktidardan tasfiye ederek, bir çeşit askeri-dini (dinsel militarist) kliği işbaşına getirdi. Dolayısıyla başta tutucu ve reformcu mollalar olmak üzere,

Birçok kesimden tepki aldı; eleştirildi. Ayrıca 2005-2009 döneminde ekonomi çok kötüleşti; sınıflararası uçurum büyüdü. Ancak dış tehlike (Amerikan-İsrail saldırısı, Afganistan-Pakistan’daki karışıklıklar ve çatışmalar) henüz sona ermedi. Musavi, ekonomik reform talebinin temsilcisi sıfatıyla gelir dağılımını düzeltemez; dış tehlikeyi bertaraf edemez. Ahmedinejat ise ekonomiyi düzeltmez ama dış tehlikeye karşı dik durabilir ve en azından fakirleri, yoksulları açgözlü özelleştirmecilere, türedi zenginlere şimdilik yem etmez. Süreç, iki adaydan birinin lehine bu şekilde işlemiş oldu.

Onbir: Seçimlerde hile karıştığı kesindir. Fakat Musavi yandaşlarının iddiaları abartılıdır. Peki, reformculara dış destek oldu mu? Kanımızca, reformcuların dış destekleri manevi ve siyasi alanla sınırlıdır. Maddi destekten şimdilik söz edilemez. İdeolojik ve politik yönlendirmeler, özellikle Batı merkezli facebook, youtube, twitter gibi sosyal iletişim siteleri üzerinden yürütüldü. İlk ikisi İran tarafından bloke edilmesine rağmen twitter, ABD’deki ilgili merkezler tarafından (buna resmi kurumların bir kısmı dahil) sürekli açık kaldı. Ayrıca bu site aracılığıyla İran’daki üniversite gençliğiyle uzun vadeli sosyal programlar geliştiriliyor. Sorumlularından birisi de Jared Cohen adlı bir akademisyen ve yönetim danışmanı. Cohen’in İran hakkındaki yazılarının çoğu gençler üzerinedir. Temel tezi şudur: “Gençlik, İran rejiminin en zayıf noktasıdır, Aşil’in topuğudur” Bu anlamda dış mihraktan söz edilebilir.

Pakistanlı emekli bir general bölgedeki bir TV kanalına yaptığı açıklamada, “ta Bush döneminde İran rejimini devirmek üzere ayrılan 400 milyon doların bu seçimler için harcandığını” ileri sürdü. Fakat bu sadece bir iddiadır; araştırılmaya değer.

Öte yandan BBC, 8 saatlik günlük yayınını seçim sürecinde 24 saate çıkardı. Avrupa merkezli Amerikan denetimle Hür Radyo’nun Farsça bölümü (Ferda yani gelecek), yayın saatlerini artırdı. Fakat Ferda’nın İranlılar arasında dinlenme oranı yüzde 2.4 ile sınırlı kaldı. Amerika’nın Sesi de benzer yayınlarını sürdürdü.

Özetle, nesnel durum şudur: Dış etki ve yönlendirme, yüksek öğrenimli gençler ile Batı hayranı orta ve üst gelir kümesi arasında geçerlidir. Üniversite gençliği (Musavi yandaşı), esasen İran toplam gençlerinin yüzde 30’unu oluşturuyor ki; yüzde 70’lik bu kesim, bırakın internet izlemeyi, yoksulluk nedeniyle bilgisayara yaklaşamıyor bile.

Oniki: Batı gözüyle bakıp, İranlı Lolitalar peşinde değilseniz; gençlerle kadınların niçin sokağa çıktıklarını da anlayabilirsiniz. İran Devrimi, 30 yıldan beri kadını sokağa döktü; iş ve siyaset hayatına (göreli ve cinsiyetçi biçimde olsa bile) katılmasını sağladı. Kadınlar politikleşti. 30 yıl öncesinin Şah karşıtı militan kızları, günümüzde hem siyasiler hem de anneler. Çocuklarına siyaset öğretip, eski devrim günlerini/hayallerini birer masal gibi anlatıyorlar. Onların çocuk ve torunlarının sokakta protesto etmeleri kadar normal bir şey olamaz.

Onüç: İran’daki gösteriler örgütlü bir öncü parti veya kümeden yoksundur. Musavi ile göstericiler arasındaki ortak nokta, şimdilik seçimlerin iptal edilmesi; tutukluların serbest bırakılması, özgürlüklerin verilmesidir. Yani her kesimin gönlünden geçen aslan ayrıdır; yolları ve hedefleri farklıdır.

Bundan ötürü; şimdiki göstericiler, kısa dönemde yönetimden belli tavizler kapabilirse (sosyal ve siyasal alanda) bununla yetinip uzlaşacaktır. Zamanla sönümlenecektir. Musavi, Hatemi, Rafsancani gibileri sistemle köprüleri atmış değiller. Mümkünse, siyasi iktidara ortak olmak (milli koalisyon hükümeti gibi), reformcuları bürokrasiye yerleştirmek gibi kısa erimli amaçları vardır. Esas gaye, bu gösteriler ve talepler yoluyla gelecek seçimlere (2013) yatırım yapmak, o zaman ortalığı silip süpürmektir.

Hameney-Ahmedinejat ikilisinin şimdilik B planı yoktur; biraz paniklemiş görünüyorlar. Paniklemek, yöneticiler açısından en kötü durumdur; sağlıklı karar vermeyi önler. Bununla birlikte öncelikle gösterileri yatıştırmak, ardından önde gelenleri gözaltına alıp bertaraf etmeyi planlıyorlar. Ancak pazarlık için açık kapı da bırakmış durumdalar.

Esas bu mücadele Rafsancani ile bir zamanlar yakın dostu olduğu Hameney arasındadır. Rafsancani 2005 yılında kaybettiği siyasi arenaya yeniden dönerken, din adamları ile politikacıların desteğini almak istiyor. Bu yüzden molla merkezi Kum kentine gitti. Başarabilirse, Ali Hameney’in yetkilerini kısıtlamayı (bulunduğu Uzmanlar Kurulu bu yetkiye sahiptir) ve dini rehberlik yerine İran’ı “başkanlar kurulu” gibi bir sistemle yönetmeyi planlıyor. Buna karşılık Hamaney-Ahmedinejat ikilisi, Rafsancani’yi Musavi’den uzak tutmaya ve tarafsız olmaya çabalıyor.

Durum, şimdilik bundan ibarettir.

Faik Bulut


http://www.odatv.com/Siyaset/faik_bulutun_13_maddelik_iran_analizi-16616.html