22 Kasım 2009 Pazar

Çeviri eleştirisinin eleştirisi - İlhan Acar

Erkin Özalp'in, '18 Brumaire' çevirisi eleştirisinin eleştirisi


Erkin’in bu çalışması oldukça etkileyici. Bunu itiraf etmem gerek. Temel eserlerin çevirisi konusundaki önerisi yabana atılmamalı, ama pratik değil. Bu konudaki kişisel girişimlerin ne denli iyi niyetli ve etkileyici de olsa çözüm olabileceğini sanmıyorum. Bunun ilk nedeni, aşağıda verdiğim tipik iki örnek.


(10) “Ordunun bir kısmı kendisi için oy verdi diye, Montaigne, ordunun kendinden yana ayağa kalkacağı kanısındaydı. Böyle bir durum, birlikler açısından, ancak, devrimciler, Fransız askerlerine karşı, Roma askerlerinin yanını tuttukları zaman doğardı.” (51)


DOĞRUSU: “Ordunun bir bölümü ona oy verdiğinden, Montaigne, ordunun kendisi için ayaklanacağından da emindi. Peki, hangi vesileyle? Askerler açısından, devrimcilerin, Fransız askerlerine karşı Roma askerlerinin tarafını tutmasından başka hiçbir anlama gelmeyen bir vesileyle.” [Marx, Montagne’ın beklentisinin neden anlamsız olduğunu açıklıyor.]


“Since a section of the army had voted for it, the Montagne was now convinced that the army would revolt for it. And on what occasion? On an occasion which, from the standpoint of the troops, had no other meaning than that the revolutionists took the side of the Roman soldiers against the French soldiers.”


Ben İngilizce anlıyorum. Bu belki tam bir kıyaslama değilse bile, en azından “İngilizler kadar becermişiz” yargısı için temel oluşturabilir.


Sol yayınlarının çevirisinde eksik varmış gibi görünüyor; gerçekten de Peki hangi vesile ile cümlesi atlanmış. Ama yakından bakıldığında, bunu izleyen cümle ile birleştirildiğinde, Sol çevirisinin Erkin’in çevirisinden daha anlamlı açık ve anlaşılır olduğu görülür: doğru çeviri doğru ama biraz dolambaçlı: Ama Sol’un eksik çevirisi daha anlaşılır. Kuşkusuz, eksik, ama bana sorarsan, ben Sol’un çevirisini tercih ederdim. Benim gibi düşünen çevirmen bulmak zor değil; çünkü mot a mot çeviriden çok, benim gibi orijinal metnin anlamını daha düzgün bir Türkçe ile vermeyi tercih edenler çıkacaktır.


Daha önce de belirttiğim gibi, çevirinin doğrusundan çok anlamlısına bakmak gerek. Çünkü ilki pek mümkün değil; ama ikincisi göreceli olarak daha mümkün olan bir durum.


Yine rasgele seçtiğim ikinci örnek, yukarıdaki vurgularımı doğrular nitelikte.


(18) “... burjuvazinin neden yüreğini sosyalizme sımsıkı kapadığını, duygusal bir biçimde insanlığın acılarına yanıp yakıldığını, ya da neden Hıristiyanlık anlayışı ile bin yıllık krallığın ve evrensel kardeşlik çağının geleceğini haber verdiğini, neden düşünüş, kültür, özgürlük üzerine hümanist bir üslupla ileri geri konuştuğunu, ya da neden toplumun tüm sınıflarının uzlaşması ve gönenci sistemini türettiğini bir türlü anlayamayan bu sözde-sosyalizmden... ” (63)


DOĞRUSU: “... ister insanlığın acıları konusunda içli bir şekilde sızlananı, ister Hıristiyanlara özgü bir şekilde bin yıllık imparatorluğu ve evrensel kardeş sevgisini müjdeleyeni, ister akıl, eğitim ve özgürlük hakkında hümanistçe zırvalayanı, isterse doktrinci bir şekilde tüm sınıfların uzlaşmasını ve refahını sağlayacak bir sistemi tasarlayanı olsun, sözde sosyalizm de, bu nedenle, burjuvazinin kendisini ona neden katı bir şekilde kapattığını anlayamıyordu.”


In this menace and this attack it rightly discerned the secret of socialism, whose import and tendency it judges more correctly than so-called socialism knows how to judge itself; the latter can, accordingly, not comprehend why the bourgeoisie callously hardens its heart against it, whether it sentimentally bewails the sufferings of mankind, or in Christian spirit prophesies the millennium and universal brotherly love, or in humanistic style twaddles about mind, education, and freedom, or in doctrinaire fashion invents a system for the conciliation and welfare of all classes.


Ama daha iyi bir değerlendirme yapmak için, Sol ve İngilizce metinlerde biraz öncesine gitmekte yarar var.


Burjuvazi, kendisinin feodalizme karşı yaptığı bütün silahların, şimdi bizzat kendisine karşı döndüğünü, kendisinin kurumlaştırdığı bütün eğitim araçlarının şimdi onun kendi kültürüne karşı döndüğünü ve kendi yarattığı tanrıların hepsinin şimdi kendisini yüzüstü bıraktıklarını farkediyordu. Bütün sözde burjuva özgürlüklerinin ve ileri kurumların kendi sınıf egemenliğini, hem toplumsal tabanda, hem de siyasal zirvede yıprattıklarını ve onu tehdit ettiklerini görüyordu, dolayısıyla bunlar "sosyalist" olmuşlardı. Burjuvazi, haklı olarak, bu tehditte ve bu sataşmada, sosyalizmin sırrını görüyordu. O, sosyalizmin anlamını ve yönelimini, bizzat sözde-sosyalizmden, evet, burjuvazinin neden yüreğini sosyalizme sımsıkı kapadığını, duygusal bir biçimde insanlığın acılarına yanıp yakıldığını, ya da neden hıristiyanlık anlayışı ile bin yıllık krallığın, evrensel kardeşlik çağının geleceğini haber verdiğini, neden düşünüş, kültür, özgürlük üzerine hümanist bir üslupla ileri geri konuştuğunu, ya da neden toplumun tüm sınıflarının uzlaşması ve refahı sistemini icat ettiğini bir türlü anlayamayan bu sözde-sosyalizmden daha iyi anlıyordu.


The bourgeoisie had a true insight into the fact that all the weapons it had forged against feudalism turned their points against itself, that all the means of education it had produced rebelled against its own civilization, that all the gods it had created had fallen away from it. It understood that all the so-called bourgeois liberties and organs of progress attacked and menaced its class rule at its social foundation and its political summit simultaneously, and had therefore become "socialistic." In this menace and this attack it rightly discerned the secret of socialism, whose import and tendency it judges more correctly than so-called socialism knows how to judge itself; the latter can, accordingly, not comprehend why the bourgeoisie callously hardens its heart against it, whether it sentimentally bewails the sufferings of mankind, or in Christian spirit prophesies the millennium and universal brotherly love, or in humanistic style twaddles about mind, education, and freedom, or in doctrinaire fashion invents a system for the conciliation and welfare of all classes.


Şimdi Erkin’in çevirisi yada İngilizcesine unut; Sol çevirisini baştan sonra bir oku. Bu söylenenlerde ne bir abartı ve ne de bir çarpıtma görebilirsin.


Belki Sol çevirisinde iki kez sözde sosyalizm geçiyor, diyebilirsin; ama İngilizcede bir kez olduğuna aldanma, bu “the latter can” kelimesi ile verilmiş; latter sözde sosyalizm yerine kullanılmış; önceki diye çevirseydi tam anlaşılmazdı; zımnen kastettiğini Sol çevirmen açıkça yazmış, iyi de yapmış.


Her iki Türkçe çeviri de, sözde sosyalizmin neden yüreğini kendisine sımsıkı kapatmadığını, vs. vs. anlayamadığını ifade ediyor. Alıntı yapılan kısmın özü de bu zaten. Burada vs. vs. ile anlatılanlar ikinci planda kalıyor. Ana fikir, Sol çeviride olduğu gibi kendini koruyor ve yerli yerinde.


Erkin’in çevirisi farklı bir şey getirmediği gibi, bence Sol çevirisinin akıcılığı da eksik aynı zamanda.


Çeviri konusunda Erkin’in önerisinin bir eksiği daha var. Hiç kimse ne temel eserler ve ne de çeviri konusunda uzman olamaz. Çünkü hem konunun içeriği ve hem de her iki dilde uzmanlık mümkün değil. Kısaca, çeviri işi hiç istenmeyen bir durum; ama çaresiz katlanıyoruz. Erkin’de eksik olan bu değil. Eksik olan, bu önerinin bir yetkin kurum tarafından kolektif bir çalışma sonucu yapılması gerekliliği. Yani, aynen bir ansiklopedik çalışma gibi. Bir kaç kademede hazırlayan, kontrol eden, denetleyen, yönlendiren çeşitli kademeler olmalı. Tabii, en önemlisi de bunun bir kurumsal çaba sonucu olması.


Böyle bir kurum, Türkiye sol tarihinde şimdiye kadar hiç olmadı. Çünkü temel eserler konusunda uzman sayılabilecek bir Marksist damar olmadı bu topraklarda.


Ama benden buna illa da bir aday göstermemi isteseler, Sol Yayınları derdim. Her ne pahasına olursa olsun. Uzman kişi olarak söylemiyorum; ama görebildiğim kadarıyla, Sol Yay. dışında çeviri denemeleri olmadı değil. Ama hiç biri, onun düzeyine gelemediler.


Dediğim gibi, çok temel konularda, mutlaka Almanca olmasa bile, İngilizce kaynağına, Marksist Arşive başvuruyorum.


Ama gerçekte bu da o kadar kritik değil. Zaten tartışmalar çok ayrıntıda geçiyor. Öylesine ayrıntılara iniliyor ki, bunun orijinal metindeki söyleniş biçimi o kadar önem taşımıyor. Çünkü tartışmada sadece belli bir metin içinde geçen kavram değil, ama aynı konuda aynı Marksist düşünürün diğer eserlerinde veya farklı görüşlerin ne dendiği ortaya konuyor ve çevirinin yanlışlığı konusu pek sorun olmuyor. Zaten iş yazma – çizme aşamasına geldiğinde de, belli bir konuda ileri sürülen görüş için çok sayıda gerekçe ve kanıt bulunuyor ve kaleme alınıyor.


Son olarak, temel eserlerin çevirisi konusunda Erkin’in bu kaygı duymasını haklı çıkacak bir durumun olmadığını belirtmem gerek. Eğer yanlış bilmiyorsam; kendisi TKP yandaşı. Böyle olduğuna göre, ona bizleri bu kaygısına ortak etmeden önce, kendi yandaşlarını bu konuda biraz zorlamasını öneriyorum. Ne de olsa, TKP’liler artık Marks’ın sadece ve sadece işçi sınıfının durumu ve geleceği ile ilgilenmiş olduğuna bakarak, onun eserlerinin yalan yanlış çevrilmesi TKP’lileri hiç mi hiç ırgalamayacaktır. “Biz sonradan olma olsa da komünistiz dedik ve tamam, bu iş işçi sınıfı olmadan olmaz, bunu da kabul ettik ve onları “öncü” yaptık ve önümüze koyduk ve biz de arkasına dizildik, daha ne olsun; bizden bu kadar” dediler ve bundan sonra bir daha işçi sınıfı uğruna mücadele etmek, onları ağızlarına bile almadılar. İlla da işçi sınıfı dersen, İşçiler AKP’ye oy veriyor, deyip işin içinden çıkıyorlar; eğer bu da yememişsen, o zaman Yoksa sen işçici misin? diye savunmaya geçiyorlar. İlk önce yurtsever açılımı yaptılar. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. En son özgürlük ve demokrasi açılımı ile onca eleştirdikleri iktidar partisinin arkasında durdular.


Bütün bunların hiç biri, temel eserlerde yok. Yunan özgürlük hareketini izleyerek Avrupa’da imparatorlukların çöktüğü, yerini ulusal devletlerin aldığı, Marks’ın hiçbir zaman bir tarihleri olmadığı için hayatta ulus örgütlenmesi gerçekleştiremeyecek dediği Slavların bile ayağa kalktığı bir dönemde bile bütün bu olup bitenleri hiç duymamış ve görmemiş gibi, Komünist Manifesto içinde sadece ve sadece Avrupa’da bütün olup bitenlerin temelinde bir tarafta burjuvalar ve diğer tarafta proleterlerin olduğunu söylemekte bir beis görmüyordu. Çok sonraları bile 1848’in geride bıraktığı hayal kırıklığının bir nebze telafisi için tüm gözler Polonya’nın Rusya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi ve İtalya’nın ulusal birliğinin sağlanması üzerine dikilmişken, Komünist Enternasyonal’in kuruluşu sırasında Marks tüm bu beklentileri ve arayışları elinin tersi ile iterek herkesin gözlerinin içine baka baka şapkasından proletaryanın uluslar arası dayanışması ilkelerini çıkartabiliyordu.


Dediğim gibi, Sol Yayınları, bu güne kadar eksiği ile fazlası ile görevini başarı ile yapmış sayılır. Çünkü kitaplar çevrildi, alan aldı, 12 Eylül’de korkudan yakan yaktı; ama hiçbir zaman Türkiye’nin çorak ve verimsiz topraklarında bir Marksist damar oluşmadığı için hiçbir sorun yaşanmadı. Türkiye’de hiçbir zaman ne pratiği ile ne de kuramı ile proleter hareket olarak kendini gösterecek bir süreç yaşanmadı. Bu bakımdan kuramı da çıkmaza götürecek bir kaynak sorunu olmadı.


Sol yayınlarını okurken, “acaba nerde sabunlamışlardır; nereyi çarpıtmışlardır” diye düşünür ve bulurum. Ama Sol dışında yayınevleri için bunu yapamıyorum. Erkin tek başına çıkar de bu işi düzeltecem derse, buna şapka çıkartırım. Ama bu çeviri metinlerin düzeleceği anlamına hiç gelmez; değil mi ki bu işin hakkıyla kurumsal olarak yapılmamış olsun.


Ama Erkin’in kaydadeğer bir konumunu da atlamamak gerek: Sol yayınlarının adeta tekeline aldığı Marks ve Engel başta olmak üzere, temel eserler üzerinde hassasiyeti çok önemli. Bu sınıf tavrı diye diye bundan tümüyle uzaklaşanlar için bir nebze kulaklarına küpe olur bu tutarlı tavır.


Selamlar.

İlhan Acar

20.11.09