Anlamak, aşmak ve praksis – 2
Bir önceki yazımızı* gerçeklik ve hakikat, praksis, ideoloji incelemelerine ayırmıştık. Her zaman için bütünsel bir dünya görüşü olduğunu savunduğum bilimsel komünizm, nispi olarak bağımsız; fakat bütünden kopartıldığında özünü kaybedecek alanlara ilişkin bir eylem kılavuzudur. Bu dünya görüşü felsefe, tarih, ekonomi, siyaset, bilim, vb. üzerine kapsamlı incelemelere ve yöntemlere sahiptir. Okumaya başlamış olduğunuz yazının konusu, ısrarla vurguladığımız bütünlük içerisindeki devlet ve bürokrasi alanları olacaktır.
Yine Hegel, yine Marks
Lefebvre, felsefe tarihindeki dönüm noktasının, Hegel'in, mekân kavramının yerine zaman kavramını geçirmesi olduğunu belirtir. İlk yazıda da bahsetmiştik; Marks ise Hegel'in kendi başlattığı devrimi durdurduğunu iddia ederek, zamanın, devlet konusunda mutlaklaştığını ve durağanlaştığını ileri sürmüş, devletin de süreç içerisinde oluşmuş ve belirli bir ömre sahip bir yapı olduğunu dile getirmişti. Geçen yazıdan özet bir geçiş yaptıktan sonra şimdi konuyu daha detaylı ele alalım.
Marks, hukuk ve devlet konularında Hegelcilik'e ciddi eleştirilerde bulunur. Hegel'in aksine, insanın özünün siyasal değil toplumsal olduğunu düşünmüş; devletin toplumu değil, toplumsal ilişkilerin devleti açıkladığını belirtmiştir. İlk yazıda Lefebvre'nin dediklerini anımsayalım: “Siyasal-olanın hakikati (ve bunun sonucu olarak devletle-ilintili olanın da hakikati), toplumsal-olan'da bulunmaktadır.” (s. 8) Bugünkü devlet, “insani gerçekliğin, kamu hayatı ve özel hayat, yani vatandaşlık ve bireysellik şeklinde bölünüp ayrılması üzerine temellenir. Bu, siyasal yabancılaşmayı daha kötü hale getiren ve aşılması gereken bir bölünme ve kopuştur.” (s. 111) Devlet, son tahlilde “toplumun üzerinde yükselen bir toplum parçasıdır.” (s. 112) Peki bilimsel sosyalizm özü itibariyle devlet karşıtı ise, “devlet sosyalizmi” nasıl ortaya çıktı? Lefebvre bu konuya da değinerek anlayışın kökeninde Ferdinand Lasalle olduğunu belirtiyor. Lasalcı harekette devlet, sınıflarüstü ve değişmez bir kurum olarak anlaşılıyor, ekonomiye de yön veren yapı olarak düşünülüyordu. Bu yüzden parlamento ve “genel oy hakkı”na abartıyla yaklaşılıyordu; ama bana göre devlet sosyalizmine en çok etki yapan fikir, “devlet yardımı ile üretim kooperatiflerinin kurulması”dır.
Devlet ve din
Bu başlığa, Marks'a ait Yahudi Meselesi eserinden bir alıntıyla başlamak doğru olacaktır: “Siyasal serbestleşme insani serbestleşmenin, içinde çelişme taşımayan eksiksiz bir tarzı değildir.” Dolayısıyla devlet, kendi içinde yer verdiği dine siyasal serbestlik tanısa bile bu, gerçek anlamda dinin, çelişmelerden arınması değildir. Gerçekleşen sadece bir serbestleşmedir ve bu serbestleşme, özgürlüğün bir durağıdır; ama kesinlikle kurtuluş değildir. Lefebvre de buna vurgu yapar ve insanların, devlet özgür, bağımsız olduğu anda kendilerinin de aynı nitelikleri kazanacaklarını sanmalarını hatalı bulur. Cevabı yukarıdaki alıntıda saklı, bir insani özgürlük oluşmamıştır henüz. “Devletin, özel olarak “özgür” devletin din ile arasındaki ilişki, bu devleti oluşturan insanları ile din arasındaki ilişkiden başka bir şey değildir.” (s. 116) Peki insani özgürlük ne zaman gerçekleşecektir? Yahudi Meselesi'ne dönersek; “Gerçek bireysel insan, (“insan hakları”na dayanarak özel mülk edinme hakkına sahip burjuva bireyi değil, M. N.) soyut vatandaşı kendine mal ettiği; birey olarak, ampirik hayatında, bireysel çalışmasında ve ilişkilerinde, cins varlığı olan insan haline geldiği; kendi öz kuvvetlerini, toplumsal kuvvetler olarak tanıyıp organize ettiği ve toplumsal kuvveti, siyasal bir form içinde kendisinden ayırmadığı zamandır ki, kesin insani özgürlük gerçekleşebilir ancak.”
Devlet ve demokrasi
Marks demokrasi konusunu irdelerken şöyle der: “Demokrasi ile bütün öteki siyasal formlar arasındaki ilişki, belli bir açıdan, Hristiyanlığın öteki dinlerle olan ilişkisine benzer.” Lefebvre Marks'ın görüşlerini şöyle açıklıyor: “Hristiyanlık, insanı yüksek yere koyar; ama bu da yabancılaşmış insandır. Aynı şekilde demokrasi de insanı en yüksek yere koyar; ama bu da yabancılaşmış insandır; gerçek insan değildir, açılıp gelişmiş insan değildir. Niçin? Çünkü demokrasi, bir siyasal devlettir.” (s. 119) Yani sınıfsaldır. Nitekim “eksiksiz ve hakiki demokrasi”, yine Lefebvre'nin belirttiği gibi Marks'a göre, diğerlerinden daha iyi bir rejim değil, devletin ortadan kaldırılmasıdır. Aslında Hegel de her yerde olduğunu öne sürdüğü çelişkilerin, karşıtlık olarak ele alındığında devleti ortadan kaldıracağını görmüştür. Mutlak devlet anlayışına sahip Hegel, kendisini sınırlayarak bu çelişkileri bütünselliğin parçaları halinde incelemeyi tercih etmiştir. Marks'ın Hegelci hukuk ve devleti eleştiren fikirleri bütün bunları aşan bir yapıdadır. Yani; “siyasetin aşılması (demokrasi de dahil olmak üzere), devletin ortadan kalkması (demokratik devletin kendisinden başlayarak).” (s. 125)
Bürokrasi
Bürokrasi, siyasal sosyolojinin önemli bir alanı olarak ele alınıyor. Bu konudaki ilk analizler Max Weber tarafından yapılmıştır. Bürokrasiye ilişkin Hegel'in de olumlu bir yaklaşımı söz konusudur. Marks ise bir kez daha derin bir eleştiriyle karşımızda. Peki bunca geniş tartışmalara konu olan bürokrasinin kökeninde ne var? Lefebvre'ye göre toplumsal işbölümü. Toplumsal birimlerden bürokrasiye varan Lefebvre Marks'a başvuruyor: “Korporasyonlar, bürokrasinin maddeciliğidir [materyalizmidir]; bürokrasi ise, korporasyonların “spiritüalizmidir””. “Sivil (siyasal olmayan) toplumun içinde, organize korporasyon, daha bu haliyle, bir bürokrasidir. Siyasal toplumun (devlet) içinde ise, bürokrasi bir korporasyondur.” (s. 127) Lefebvre, bürokrasinin ortadan kalkmasının ön şartı olarak korporatizmin ortadan kalkmasını gösteriyor. Buna dayanarak, kimi durumlarda aralarında karşıtlık olsa da, toplumsal hareketin yayıldığı anlarda bürokratik ruh ve korporasyon ruhu birleşirler. Bürokrasi (devlet aygıtı), kendi çıkarını genel bir çıkarmış gibi sunar. Her ne kadar konumuz gereği bürokrasi üzerinde dursak da kendi çıkarını toplumun çıkarıymış gibi göstermek, aslında burjuvazinin her alanda başvurduğu bir yöntemdir. Bütün bunları örtmek, sistemin fikirsel hegemonyasını sağlayarak bilinçlere hükmetmek için de “ideolojiye (sistemleştirilmiş bir felsefi tasarıma)” ihtiyaç duyulur. Bununla beraber bu ideoloji sistem içerisindeki çatlakları tamamiyle örtemeyecektir. Kimi durumlarda bürokrasi ile devletin çıkarları arasında da terslik oluşacaktır. Bütün bu ilişkiler, bilgi üzerine kurulu bir kademeleşmeyi içeren arapsaçı, “kimsenin dışına çıkamayacağı bir daire” olarak ifade edilebilir. Bürokratik bilginin oluşturduğu bu kademeleşme, “sözde tutarlı bilgi”yi, “felsefede olduğu gibi ikiye ayırmaktadır: pozitivizm ve volontarizm.” 1 (s. 132) Bununla birlikte bürokratik yapılanmaya uygun bir şekilde bir de otorite oluşur. Ayrıca “devlet, sivil topluma yabancı, dışsal ve üstün olduğu için” polisi, mahkemeyi, idareyi topluma karşı kullanır. “Devlet ve bürokrasi hakkında bilgi, onları aşmaya yönelen devrimci etkinlikten ayrılamaz.” (s. 145)
Bürokrasinin aşılması sorusuna Lefebvre'den bir paragrafla cevap vererek bu bölümü kapatalım: “Bürokrasi, genel menfaat, gerçekten (yani hayali olarak ya da soyut bir spekülasyon içinde değil) özel menfaat haline geldiği zaman ortadan kalkar. Bu ise, özel menfaatin, gerçek olarak genel menfaat düzeyine; bütün toplumun, bütün “zümrelerin” ve sivil toplumun ortak menfaatine yükseldiği zaman gerçekleşebilir ancak. Marks'ın açıklaması ve bizim açıklamamız, önemli bir sonuca varmaktadır. Bu sonuç, “komünizm”in ilk tanımıdır.” (s. 134) Bir kez daha şunu görüyoruz; “Siyasal-olanın hakikati (ve bunun sonucu olarak devletle-ilintili olanın da hakikati), toplumsal-olan'da bulunmaktadır.” (s. 8)
Devlet incelemesi
Tarihsel bağlamında devleti incelemek istersek ona nasıl yaklaşacağız, ağırlık noktası olarak neyi belirleyeceğiz? Lefebvre'ye göre, “din, nasıl ki insanların teorik mücadelelerinin özetiyse; siyasal devlet de pratik mücadelelerinin özetidir.” (s. 138) Lefebvre Marks'ın bu doğrultuda hareket ettiğini belirtiyor, ona göre Marks devleti, kendi başına bağımsız bir nesne olarak değil, toplumla ilişkili olan, toplumsal mücadelelerin, ihtiyaçların ve hakikatlerin bir özeti olarak ele almıştır. Görüşlerini oluştururken yararlandığı İngiltere, Fransa ve Almanya devlet yapılanmaları üzerine bu görüşü esas alarak gitmiştir.
Sabit fikirli, anlama isteğinden uzak çevrelerin pek çok konuda Marks'ı tutarsızlıkla suçladıklarını biliyoruz, altyapı-üstyapı ilişkisini kavrayamadan onu mekanik determinist2 olarak ele almak en popüler yaklaşımlardan biridir. Bir benzeri ise devlet konusunda görülür. Marks'ın bazen devleti yerden yere vurması, bazen de ona olumlu bir rol atfetmesi, bu kesimlerce anlaşılmaz görünmekte ve tutarsızlık eleştirisini doğurmaktadır. Bu durum, metafiziği zihninden atamayanlara ilişkin bir düşünme yönteminin -iyimser davranarak kasıtlı karalamaları ele almıyorum- tipik sonucudur. Tek renkli bir kıyafet giydirmek isterler, cevapları “evet” ve “hayır”dan ibarettir. Marks bir yerde Fransa'daki devlete ağır bir şekilde yüklenip onun karakterini açığa vurduktan sonra bir başka yerde, “Asya-tipi üretim tarzı”ndan dolayı oradaki devlete olumlu işler yapabilecek bir yapı olarak yaklaşınca bu arkadaşların zihinleri bulanır. Peki Marks'ı anlamamakta direnip onu kendilerine göre yorumlayanlar sadece burjuva cephesi midir? Tabii ki hayır. Lefebvre şöyle diyor: “Resmî marksistler, kendilerini çeşitli açılardan rahatsız eden, Asya-tipi üretim tarzını kimi zaman bir yana atmışlardır. Kimi zaman da Asya-tipi üretim, kölecilik, feodalite ve kapitalizm safhalarından geçtiğini söyleyerek, tarihi şemalaştırmışlardır. Bu safhalardan her birinin bir önceki üzerinde yükseldiğini ve bir öncekini az çok “tasfiye” ettiğini söylemişlerdir.” (s. 144) İşte önemli olan şu noktayı gözden kaçırmamaktır: “(Marks'ın devlet üzerine eleştirici analizi, M. N.) bir üretim tarzı, tarihin belli bir dönemi ve belli bir ülke gözönünde tutlarak anlaşılabilir.” Bununla beraber sınıf ilişkileri, fetihler, ordular da dikkate alınmalıdır; ancak bu bütünlük temelinde yürütülecek bir çalışma doğru çözümlemeler yapılmasını sağlayacaktır.
Çalışmamıza burada son veriyoruz. Lefebvre'nin dikkate değer yorumlarını sizlere sunmak, küçük çaplı katkılarda bulunarak kimi hassas noktalara değinmek amacıyla ilerliyor, “devrimci ve eleştirel bir süreci”n içinde yer almak istiyoruz. Daha sonraki yazılarda ekonomi üzerine genel yargılara değinmeye çalışacağız. Söz ise dönüp dolaşıp aşmaya geliyor. Marks'a göre devrimle birlikte devletin de aşılma süreci başlayacaktı; bu sürede siyasal olan3 toplumsal olan içinde eritilecek, devletin fonksiyonları toplumun tümüne yayılmaya başlayacak, kontrol topluma geçecekti. Devletin kökten yıkımını savunan anarşistlerin stratejilerinin tersine doğru olan budur ve toplumların gelişmişlik seviyesi bütün bunlar için uygundur. İnsanlığın, kendisine ve doğaya güzel bir armağan vermesi imkân dahilindedir. Umut yaratarak yola devam...
*(http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/04/anlamak-asmak-ve-praksis-1-murat.html) ele aldığımız ideoloji üzerine (http://devrimcidinamik.blogspot.com/2009/05/ideoloji-yanlsama-veyabanclasma-uzerine.html) adresinde yayınlanmış olan çevirinin okunması yararlı olacaktır.
1: Geçen yazıdan hatırlayalım: “Teoriden yana olan eğilim felsefeyi gerçekleştirmek istemektedir; ama bunu, onu ortadan kaldırmadan yapamaz. Felsefeyi eleştirip halkın ihtiyaçlarını, günlük hayatını ön plânda tutan pozitivizm ise, felsefeyi ortadan kaldırmak istemektedir; ama bunu, onu gerçekleştirmeden yapamaz.” Şunu da eklemeliyiz ki, pozitivizm, tutarlı ve bütünsel bir materyalizme sahip olmadığı için, her ne kadar ussal bilgiye önem verse de, olgu ve nesneleri, olayları, tam olarak kavrayamayıp idealizme varmıştır. August Comte'u, dünyayı yönetenin fikirler olduğunu söyleyecek denli ileri götüren de aynı eksikliktir. Engels Anti-Dühring'te, her şeyi özetleyen şu cümleyi yazar: “doğa ve insan ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve tarihe uydukları ölçüde doğrudur.”
2: Lefebvre, “determinizm” ve “hareket” üzerine de tartışmalar yürütüyor... “Her türlü determinizmden çok daha geniş olan hareket, çeşitli determinizmleri (fiziki, biyolojik, coğrafi, vb.) kapsar ve içine alır.” (s. 146) … “Hareket, kendini praksiste arar ve ispatlar [ortaya koyar].”(s. 147)
3: Hem Marks hem de Hegel için hakikat daima somuttur; bir farkla: “Marks'a göre somut, toplumsal olan şeydir, siyasal olan değil.” (s. 144)