16 Mart 2009 Pazartesi

Friedman ve Gelecek - Nazım Güvenç

Friedman’ın kriz ve Türkiye’nin geleceği öngörüsü


Ne olursa, hangi düzeyde olursa olsun bir olay, bir gerçeklik karşısında, son çözümlemede, iki şey belirleyici derecede önem taşır. Biri: nasıl algıladığınız; diğeri: nasıl tepki verdiğinizdir.


Felsefeye dalmadan şu kadarını söylemekle yetinelim: Algıdan bağımsız, nesnel bir kendinde-gerçek vardır -- olanca karmaşıklığı, çok yanlılığı içinde. Bir de onun adeta sayısız algılanış biçimi. Ve o nesnel kendinde-gerçeklik içinde, insanların, kurumların, toplumların, devletlerin farklı farklı algılayışlarının uzantısında tepki gösteriş (davranış) tarzları da kendilerine özgüdür – sınıfsal çıkarlarından kültürel / ideolojik formasyonlarına, bağımsız irade kapasitelerinden maddi ve manevi güçlerine dek uzanan sonderece geniş bir yelpazeye yayılmış değişik etkenler ve dinamiklerce belirlenir.


Küresel finans ve ekonomi krizi ile bunun Türkiye’de algılanışı; keza bu bağlamda Türkiye’nin bugün ne durumda olduğu ve yarın ne durumda olacağı konuları, bu anlamda çok tipik güncel ve canlı canlı yaşamakta olduğumuz birer örnek olaydır.


Dün Çandar, bugün Friedman, hep Pentagon!


İş Yatırım’ın çağrılısı olarak Türkiye‘ye gelip konferans veren George Friedman’ın teşhis ve öngörülerini gerek adı geçen zatın dikkate değer konumu, gerekse dile getirdiği görüşlerin dikkate değer oluşu nedeniyle tartışmakta yarar görüyoruz. Üstelik bu vesileyle tartışma konusunun bugüne dek pek ele alınmayan yanlarına da eğilmek fırsatını bulacağız.


‘Gölge CIA’ gibi bir lakabı olan ve uzun bir dönem ABD’nin en önemli stratejik araştırma kuruluşlarından (Pentagon’a hizmet veren) Stratfor’un başında görev yapmış olan George Friedman yeni yayınlanan (Türkçesi de bugünlerde piyasaya çıktı) kitabının tanıtımını desteklemek gibi ticari bir PR etkinliği kapsamında mı geldi yoksa Türkiye’de tam da bugünlerde ‘yeni-Osmanlıcılık’ rüzgarlarının üfürüldüğü bir sırada buna kuramsal dayanaklar sunmak ve ABD’nin yeşil ışığını yarı-resmi bir şekilde de olsa duyurmak için mi … veya ikisi birden, isteyen istediği yorumu yapabilir.


Kendi payımıza şunu anımsatmakla yetinip asıl konuya geçeceğiz: ‘Yeni-Osmanlıcılık’, asla yeni bir söylem değildir; sadece yeniden ve daha bir güçle şimdi ısıtılan eski bir yemektir. (Yerseniz.) İlk hali de yine Pentagon çıkışlıdır. Yalnız o sırada Türkiye’de (‘Pentagon’un koridorlarına giriş iznine mazhar olmuş ilk Türk gazeteci’ diye şişinen) Cengiz Çandar tarafından pazarlanmıştı, 1990’ların başıydı. Erken bir çıkıştı. Ne uluslararası ortam, ne de Türkiye kendisine oynatılmak istenen bu role hazır değildi, dolayısıyla pek fazla duyulmadı ve çok geçmeden rafa kaldırıldı.


Bir Truva atı: Yeni-Osmanlıcılık


Yazılarımızda yeri geldikçe belirttiğimiz bir etkeni bir kez daha vurgulamak gereğini duyuyoruz:


Dünya yeni bir jeopolitik saflaşma sürecindedir; buna yeniden paylaşım süreci de denebilir, yeni bir dünyanın kurulma süreci de ... (Aslında bir boyutuyla da yeni bir uygarlık sıçraması sürecinde ama bu bambaşka bir konu.) Yeni jeopolitik kuramlar işte tam da böyle günler içindir. Jeopolitiğin bir siyasal bilim dalından ziyade bir psikolojik / siyasal savaş aracı olması (beyinlerin fethine yönelik) işte tam da böyle dönemlerde cepheye sürülmesinden ötürüdür. ‘Yeni-Osmanlıcılık’ buna günümüzden ve ülkemizi konu alan sözde bir ‘jeopolitik kuram’, gerçekte ise Türkiye’yi sözcüğün tam anlamıyla ‘oyuna getirme’ye yönelik bir savaş hilesidir, bir siyaset dalavereciliği örneğidir, bir ‘Truva atı’dır.


Yalnııız buna saplanıp kalmak (bunu bir alay geçerli kanıtla sergilemek ve siyasal lanetler okumak, ideolojik beddualar etmek de dahil) kısır bir anti-Amerikancılıktan öteye geçmez! (İP’liyseniz buna biraz da Avrasyacılık / Avrusyacılık sosu eklersiniz. Erdoğan’a ‘BOP’un eşbaşkanı’ diye demediğinizi -haklı olarak- bırakmazken, günümüz Rusya’sının öndegelen jeopolitikçilerinden Aleksandr Dugin’le ‘eş-başkan’ konumunda olduğunuzu ‘olağan’ sayarsınız! Şimdilik geçelim…)


Doğrular ile yanlışlar birarada


Friedman’ın birçok saptaması, teşhisi (bence de) doğru. Zaten bu tür kuramsal tuzaklarda oyunun gereğidir bu. İki nedenle: birincisi, ABD gibi bir devlete hizmet veren Stratfor vb. merkezler, ilkin, kendileri (ABD) için dünyanın nereye gittiğini ‘doğru’ olarak teşhis etmeye çalışırlar. Bu konuda vardıkları sonucu yüksek gizlilik derecesinde içerde (Pentagon, Beyaz Saray) paylaşırlar. Sonra bu gidişatı kendileri (ABD) lehine nasıl yönlendirebilirler (neleri engelleyecekler, neleri yolundan çıkartacaklar, neleri körükleyecekler, vs.) bunun hesabını, planını yaparlar.


Bu belirlendi mi ona göre senaryolar yazarlar, komplolar tezgahlarlar (sözgelimi son aylarda Pakistan’da Benazir Butto’ya suikastten başlayarak Hindistan’da güya Pakistan çıkışlı kanlı terör eylemine dek; veya Türkiye’de orduyu sindirmeye yönelik Ergenekon tertibi gibi), ve bu arada birtakım jeopolitik kuramlar, doktrinler ortaya atarlar. Bunların bir bölümü ABD’nin yeni dış politikasını doğrulamaya ve destek bulmaya yöneliktir içeride ve dışarıda (kamu diplomasisi çerçevesinde kullanılır). Bir bölümü de yabancı ülkelerin kamuoylarını yönlendirmeye yöneliktir (psikolojik savaş).


Friedman’ın kitabı (kuramı) buna tipik bir örnektir. Şundan emin olabilirsiniz: aslında o’nun elinden / beyninden çıkma iki ‘kitap’ var. Birincisi, ABD’de üst düzeyde çok dar bir çevrenin okumasına açık kitap, daha doğrusu bilgisayar çıktısı şeklinde bir rapor. İkincisi ondan da yer yer pasajlar içeren fakat yer yer de hayli farklı ve herkesin okumasına açık kitap. Türkiye’de hayli tantanalı şekilde tanıtımı yapılan ve Türkçesi hemen piyasaya sürülen kitap doğal olarak bu ikincisi.


Algılama ve davranış farkı


Bu noktada yazımızın başında çok kısaca değindiğimiz gerçekliği algılayış farkı, belli bir olaya nasıl karşılık verildiği farkı önem kazanmaktadır. Friedman bazı gerçekleri (bence) doğru teşhis etmekte ve doğru sonuçlar çıkartmaktadır. Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir ikisini analım:


Friedman’a göre, AB çökecek. (Doğru.) Türkiye potansiyel olarak bölgesel, hatta küresel düzeyde ağırlığı olabilecek büyük bir güç lakin gücünün farkında değil ve o yüzden gücünü kendi çıkarına göre kullanamıyor. (Kesinlikle doğru. Merkez Sağ hükümetler beceriksiz; AKP malum). Friedman’ın bu iki saptamasının çok gizli raporunda da aynen yer aldığına emin olabilirsiniz.


Devam ediyor: Türkiye Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve İslam ülkeleri coğrafyasında etkin ve etkili. (Gizli raporda: Kemalist bir iktidar bu gücü tam kapasite kullanmaya yönelik bağımsız bir strateji izlerse ABD’nin aleyhine olur. Hem bu olasılığın önüne geçmek, hem ABD’nin çıkarlarına hizmet etmek, hem de Türkiye’nin bölgede Avrasyacı bir ittifak içine girmesinin yolunu dinamitlemek üzere dinamiğe doğrudan karşı çıkmak yerine içine girip yolundan döndürelim, genleriyle oynayalım. ‘Atatürk Türkiye’si refleksleri göstermesinin önüne geçmek üzere yapay bir ‘Yeni-Osmanlıcılık’ rolü benimsetelim.)


Devam ediyor: Türkiye ‘tezkere’ oylamasında ‘ABD’nin uydusu’ olmadığını gösterdi. Son zamanlarda ABD’nin bunu tanıyan bir politika izlemesi doğrudur. (Gizli raporda: bunu lehimize kullanalım. Türkiye fiilen bizim taşeronumuz olsun ama sanki bizden bağımsız davranıyor izlenimi versin. ‘Kemalist Generaller’in gururu da okşanmış olur, mağrur Türk milletinin özlemi de. Ama bu arada Türkiye en başta Rusya ile cephe cepheye gelir ve ister istemez ABD’nin yörüngesinde kalmak gereğini duyar.)


ABD’nin asıl korkusu


Friedman gerek konferansında, gerekse kitabında aslında farklı şekilde pazarlamaya çalıştığı saklı bir hedef güdüyor ABD’nin şimdilerde en büyük korkusu doğrultusunda. ABD’nin gözünde Çin hiç kuşkusuz ciddi bir rakip. Fakat onun asıl korkusu Çin değil Rusya, özellikle de Almanya ile ittifak kurmuş bir Rusya. Onun için Friedman özellikle üç ülkeyi ‘gaza getirmeye’ çalışıyor: Türkiye, Polonya ve Japonya.


Konferansında Polonya için kurduğu cümleye bakar mısınız: ‘‘Güney Kore gibi ABD’nin stratejik ortağı olan Polonya: Fransa ve Almanya’nın dinamizmini kaybettiği Avrupa’da ortaya çıkacak yeni güç olacak. [Buraya dikkat:] Bir tarafında Rusya, diğer tarafında Almanya olan Polonya, bu ülkelerin bir araya gelmesini durdurabilecek tek ülke.’’


Friedman, aslında, bir noktada haklı: ‘Türkiye 30, 40 yıl içinde [bizce doğru bir yönetim altında 15, 20 yıl içinde] çok önemli bir güç olacak.’ ABD, Türkiye ile görünüşte artık ‘uydu’ ilişkisi değil ‘ittifak’ ilişkisi kurmak istiyor. Almanya – Rusya ittifakına karşı ABD – Polonya – Türkiye ittifakı.


Bu hem Polonya, hem de Türkiye için çok tehlikeli. Polonya tarihte dört kez Almanya ve Rusya tarafından işgal edildi ve paylaşıldı. Türk – Rus ilişkilerinin Atatürk dönemi ve öncesi ve sonrasının nasıl olduğu malum. Kaldı ki anti-kemalist AKP’nin yönettiği bir Türkiye’nin ABD ile ‘bağımsız, denk bir ittifak’ kurabilmesi eşyanın doğasına aykırı.


Unutmayalım ki Türkiye’nin ABD’nin ‘uydusu’ olmadığını sergileyen 1 Mart 2003 Irak Tezkeresinin reddinde belirleyici rol oynayan parti AKP değil aralarında Kemal Derviş’in de bulunduğu milletvekillerinin tümünün ret oyu vermiş olduğu CHP’dir.


ABD hem bir yandan AKP ile yeni-Osmanlıcılık güdecek, diğer yandan ordunun Kemalist kadrolarını sindirme tertiplerini yönlendirecek hem de güya Türkiye ile iki bağımsız devlet olarak stratejik ittifak içinde olacak.! Bu sökmez ve mümkün değil ..


Friedman (veya bir başka Amerikalı) daha ciddi bir öneriyle gelsinler...


NAZIM GÜVENÇ