Ekonomi politika olarak “feodal uyanıklık” diye tabir edilen olgunun sosyolojik tanımlaması “köylü uyanıklığı”dır. Marx-Engels döneminde psikiyatrik-psikoloji bilimi nerede ise hiç söz konusu olmadığı için genellikle felsefe içinde yorumlanan bu gibi nitelemelerin pozitif ifadesi ise “küçük-burjuvazinin kaypaklığı” olarak da belirtilebilir. Küçük burjuvazinin genel tavrı daima sürünün gittiği yönde hareket etmektir. Karakoyunların önderliğinde…
Marx-Engels’in doğru adlandırması ile “Bilimsel Komünizm” denen düşünce SİYASAL KÜLTÜR disiplinidir. İdeoloji değil! Ki özgül olarak biz Marxizm olarak da adlandırmaktayız fakat bu tabire Marx müthiş derecede bozulduğu halde Engels, Marx’ın ölümünün ardından daha tazeyken yapılan bir söyleşide Marxizm tanımını kullandıysa da ilginçtir ki sonradan bunu hiç bir yerde hiçbir zaman kullanmaması doğru olarak Marx’ın vasiyetine sadakattir. Aynı şekilde bazı yayımlanmış yazılarımda bahsettiğim gibi Stalin’in de Lenin’in apansız ölümü karşısında, yedi düvel emperyalist tarafından kuşatılarak ambargo uygulanan SSCB’nin manevi birlikteliği için gerekli gördüğü “Leninizm”i icadı ardındaki ve özellikle kendisinin ölümünün öncesi yıllarda bu deyimi ağzına hiç almaması önemlidir. Stalin, Son Yazılarında doğru olarak Bilimsel Sosyalizm terimini tercih etmiştir. Bütün bunlarla bağlantılı olarak “ideoloji” sorunu vardır. Küçük burjuva yaklaşımlar açısından eğer Marxizm-Leninizim (Marxist-Leninist olmak ayrı bir tanımlamadır. Buna Maoist-Castroist veya …ist olmayı da ekleyebilirsiniz) ile işlere başlanınca ve işçi sınıfının tavrını “ideoloji”ye oturtursanız Hegelci diyalektik işler ve kendi mecrasında yürür. Sonunda da mafialaşmış devlet örgütü aracılığıyla çökertilirsiniz. Çünkü burada söz konusu olan kritik/eleştiri “mantık”tır. Bu “mantığı” Parti siyasal olarak ifade eder ama işçi sınıfı fiilen iktisadi alt yapıda ve siyasal üst yapıda nesnel-gerçek olarak “iktidar” olmadığı için gerçek güç değildir. Apolitize olur, seyirci kalır, bir çorap- bluejeane tav olur. Muzla-çukulatayla kandırılıp ırzına geçilir. İşte sonuçta (uzun erimde) çuvallamanın can alıcı noktası budur.
Halbuki Marx-Engels’in YÖNTEMİ aşmayı yani PRAXİSi zorunlu kılar. Lenin pratikçidir. Praxis sorununu ancak Devlet ve İhtilal’de farketmiştir. Olayın sıcacık içinde olduğunda tam bu sırada suikasta uğraması sadece SSCB proletaryası için değil, dünya proletaryası için de büyük talihsizliktir. Ama dikkat “mantık” değil “yöntem” diyorum. Materyalist “diyalektik” onun için günümüz bilimleri ufkunda “polyalektik” olmak zorundadır. Örneğin artık arkeoloji denen bilim monoletik mantık içinde çürüyor. Ama diyalektik antropo-arkeoloji ardından 1990’lı yıllarda ABD ve İtalya’da kürsülerini açan bio/genetik-antropo-arkeoloji denen polyalektik bilim dalı bu alandaki bütün verileri materyalist olarak altüst etti. Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde Morgan’ın verilerinin bilimsel olarak geçerli olmadığı nerede ise komünistler tarafından bile kabul görürken bu son bilim dalı yeniden hemde itiraza yer bırakmayacak bir biçimde bu verilerin doğruluğunu tartışmasız kanıtlamış durumda. Tabii burjuva sosyologlar bu konuda her zamanki gibi “büyük suskunluk” yasasını uyguluyorlar.
Bu açıdan Bilimsel Komünistlerin temel hareket kaynağı bilimdir. …izmler değil. Buradan Türkiye’ye bir “u” dönüşü yaparsak. Hem Mahirleri övüv hem de ardından THKP-C geleneğine Kürtçülüğü sokmuş olan “Kur-u-tuluş” grubunun Dev-Yol grubunu eleştirmeğe hiç hakkı yoktur. Çünkü bu grubun Mahirleri ağzına almaya dahi hakkı yoktur. Niçin?
1970’de Kızıldere öncesi DDKO aracılığı ve desteği ile Güney Doğu Anadolu’daki Kürt ilerici ve demokrat unsurlarına destek ve ortak devrimci gerilla harekatı için özel iletiler gönderilmiş 1983’te harfi harfine PKK’ya icra ettirilen Yüksekova operasyonu aslında THKP-C’nin Kızıldere’de katledilen subay üyeleri tarafından planlanmış olan Hakkari bölgesi gerilla harekatı ocağı şemasıydı. (Bu plan Mahir tarafından bütün ayrıntıları ile bir mektup halinde örgütün Paris –benimde içinde bulunduğum- grubuna da gönderilmiştir). Kürtlerin buna cevabı şu olmuştur. “Bugüne kadar biz çok kan akıttık biraz da sizinki aksın!” Bunun üzerine Kızıldere tuzağına adeta intihara gider gibi yürünmüştür. Ama biz bu oportünist karşı-devrimci tavrı asla unutmayız. Türkiye işçi ve emekçi sınıfları bir bütündür bunu parçalamaya hiçbir etnik milliyetçi ve maceraperest akımın gücü (PKK ya da DTP veya DHKPC) yetmeyecektir. Kendilerinin çok iyi farkında oldukları gibi DTP’nin gücünün Türkiye komünistlerinin birlik zafiyetinden geldiğini unutmamak zorunludur…
1974 sonrası Kürt milliyetçi grubu Tekoşin-Kurtuluş içinde yuvalanmış ve devrimci hareketi adeta tam da devletin (devlet terörü özel örgütü Ergenekon’un ajanlarının) istediği biçimde provoke ettiğini yaşı tutmayanlar hatırlamaz ama biz yine unutmuyoruz. Kürt hareketi Marx ve Engels’in Doğu Sorunu yazılarında haklı eleştirilerine mahsar olma şerefini kazanmış olarak daima Kürt İslam kastik-kabile toplumunun gerici ilişkileri içinde kalmış hiçbir zaman işçi sınıfını temsil etmemiştir. Edemez de pre-kapitalist sermayesini bile Anadolu coğrafyasının nesnel-gerçekliği olarak “kentli sınıflar”ı ile temsil etmiş olan Ermenileri katl ve talan ederek elde etmiştir. Sonunda bu “tenkil(soykırım)”de Osmanlı devletinin en vurucu işbirlikçisi olmuştur. Gerçekler balçıkla sıvanmaz. Koyun postuna bürünmüş kurt, daima kurttur! Uzvunu kesince travesti olmaz! Kazara işçi sınıfının düşünce disiplinini savunmuş olan Kürt komünist devrimcileri de daima aynı etnik kökenli kastın-kabile-aşiretlerin milliyetçi küçük burjuvazi tarafından pasifize edilmiştir. Bu karşı-devrimci pasifikasyon işleminde bu unsurlar faşist devlet unsurları ile işbirliğine bile gitmiş olmaları devekuşları ve dangalak embesiller haricinde gayet iyi bilinmektedir. Örneğin Nizip’teki Kürt köy emekçilerinin “Kahrolsun Feodalite”, “Yaşasın Cumhuriyet” diye pankart açmaları Kürt hareketi tarafından görmemezlikten gelinmesi bu “ikiyüzlü” faşist duruşun en somut belgesidir. Hem Kürt büyük toprak sahipleri ki çoktan kapitalistleşmişlerdir, hem jandarma hemde Kürt milliyetçi hareketi tarafından tehlikeli görülürler. Ama nerede Türk-iye devrimcileri, onlar kafa kol hesabında. İşte burada ideoloji (ki Engels buna “yanlış bilinç” demektedir) ile SİYASAL KÜLTÜR arasındaki FARK kendini gösterir bunu kavrayabilmek için KAPİTAL’i iyice fehmetmek, ardından ANTİ-DÜHRİNG, MANİFESTO ve GOTHA-ERFURTH’u yutmak zorunludur. “Kapital”leri okumadan-kavramadan komünist-entelegentsia olunamaz ama solcu-entelektüel olunabilir! Görevimiz palavraların peşinde ömür tüketmek değildir…
Bugün yapılacak olan önce “solculuktan vazgeçip”, “proleter devrimci” olmakta karar kılmak ardından gelecek en doğru hareket, gruplar halinde toplanıp TKP’ye katılmak, bu kısır tartışmalara son verip NASIL YAPILMA üzerinde işçi ve emekçi kitlelere “somut bir tasarım” sunmaktır. Sadece eleştirmek devrimcilik değildir. Devrimcilik yapmaktır, değiştirmektir. Artık yöresel, bölgesel değil enternasyonal olarak örgütlenmenin, mücadele etmenin, sürekli devrimin bayrağını yükseltme zamanıdır. Yoksa-zaten leyleğin ömrü laklakla geçer. Taka-taka-tak-tak-taka!
Devrimci saygı ve selamlarımla
Halid Özkul